GündemBağımsızlık meşalesi bir asırdır yanıyor

Bağımsızlık meşalesi bir asırdır yanıyor

23.04.2020 - 07:00 | Son Güncellenme:

Birinci Dünya Savaşı’nın ardından imzalanan Mondros Mütarekesi sonrası İtilaf güçleri Anadolu’yu kendi aralarında paylaşmış ardından dört bir yandan işgal etmişti. İstanbul Hükümeti ve Padişah işgal güçlerine tam teslimiyet içindeyken Mustafa Kemal Paşa Anadolu’ya geçerek direnişi başlattı... Mustafa Kemal’in çağrısıyla 23 Nisan 1920’de Ankara’da açılan Millet Meclis’i, hem Kurtuluş Savaşı’nı yönetti hem de kurulacak yeni bağımsız devletin temellerini attı. Ulusal bağımsızlığın kazanılmasında hayati önem taşıyan bu kutlu gün Mustafa Kemal tarafından dünya çocuklarına armağan edildi...

Bağımsızlık meşalesi bir asırdır yanıyor

Bağımsızlık meşalesi bir asırdır yanıyor

Haberin Devamı

Bugün, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin (TBMM) 100. açılış yıldönümü. Türk Milleti’nin varlığının temsil edildiği Gazi Meclis, 100 yıl önce bugün büyük önder Mustafa Kemal Atatürk’ün öncülüğünde büyük bir çoşkuyla açıldı. ‘Büyük Kurtarıcı’nın çocuklara armağan ettiği 23 Nisan, Kovid-19 salgını nedeniyle evlerde buruk şekilde kutlansa da, kurtuluş fişeğinin ateşlendiği ilk ulusal bayram olarak sonsuza dek varlığını sürdürmeye devam edecek...

Son Osmanlı Mebusan Meclisi 28 Ocak 1920’de ‘Misak-ı Milli’yi kabul ederken, İtilaf devletleri bu karara karşı, 16 Mart 1920 günü İstanbul’u işgal ederek, Meclis’i feshettiler. Kurtuluş Mücadelesi için Anadolu’da kongreler sürecini başlatan Mustafa Kemal Paşa, takvimler 19 Mart 1920’yi gösterdiğinde, yeni Meclis’in Ankara’da toplanacağını dile getiriyordu. 21 Nisan 1920 günü, Heyet-i Temsiliye Reisi Mustafa Kemal Paşa imzasıyla ülke genelindeki sivil ve askeri makamlara çekilen telgraflarda, Meclis’in 23 Nisan Cuma günü Ankara’da açılacağı ve tören programı bildiriliyordu. İkinci Meşrutiyet döneminde İttihat ve Terakki Cemiyeti Kulübü olarak kullanılan, tarihi binanın Büyük Millet Meclis’i olarak hizmet vermesi için tüm hazırlıklara başlanmış, henüz kiremitleri bile olmayan binaya, Ulucanlar’daki bir okuldan malzemeler taşınmıştı. Büyük kurtarıcı, yayınladığı genelgede milletvekillerinin en hızlı şekilde Ankara’ya gelmesini istiyordu. Ancak dönemin zorlukları nedeniyle, Ankara’daki açılış töreni ve ilk toplantıya 337 milletvekilinden sadece 115’i katılabiliyordu. Meclisin açılacağı gün Hacı Bayram-ı Veli Camii’ndeki Cuma Namazı’nda büyük bir izdiham vardı. Namazdan sonra tekbirlerle Meclis’e doğru yola çıkıldı. Hacı Bayram Veli’nin üzerinde ayetler yazan sancağı ve Sinop Mebusu Hoca Abdullah Efendi’nin başı üzerinde taşıdığı Kur’an-ı Kerim ve Sakal-ı Şerif kalabalığın önündeydi. Fehmi Hoca tarafından duanın ardından Büyük Millet Meclisi, Mustafa Kemal Paşa tarafından açıldı.

Haberin Devamı

En yaşlı üye açtı

Büyük Millet Meclisi’nin varlığı, 23 Nisan 1920 günü, en yaşlı üye Sinop Mebusu Şerif Bey’in açılış konuşması ile tüm dünyaya ilan ediliyordu. İlerleyen yıllarda Atatürk tarafından kaleme alındığı ortaya çıkan konuşma metninde Şerif Bey, sözlerine; “Milletimizin dahili ve harici istiklal-i tam dahilinde mukadderatını bizzat üstlendiğini ve idare etmeye başladığını bütün cihana ilân ederek Büyük Millet Meclisi’ni açıyorum” diyerek başlıyordu. Şerif Bey, konuşmasının devamında vekillere şu sözlerle seslenmişti: “İstanbul’un geçici kaydıyla yabancı kuvvetler tarafından işgal olunduğu ve bütün esaslarıyla hilafet makamı ve hükümet merkezinin bağımsızlığı iptal edildiği malumunuzdur. Bu vaziyete baş eğmek, milletimizin teklif olunan yabancı esaretini kabul etmesi demekti. Ancak tam bağımsızlıkla yaşamak kat’î azminde olan, ezelden beri hür ve serbest milletimiz, esaret vaziyetini tam bir şiddet ve katiyetle reddetmiş ve derhal vekillerini toplamaya başlayarak Yüce Meclis’inizi vücuda getirmiştir.”

Haberin Devamı

Mustafa Kemal Meclis Başkanı seçildi

Haberin Devamı

Büyük Millet Meclisi’ndeki ikinci toplantı ise 24 Nisan 1920 saat 17.30’da, en yaşlı üye Şerif Bey’in başkanlığında gerekleştiriliyordu. Aslında 24 Nisan tarihi, 23 Nisan’dan bile önemliydi. Zira, 120 üyeden 110 üyesinin oyunu alan Mustafa Kemal Paşa, Meclis Başkanı seçilmişti. Meclis, hükümet işlerini yürütmek üzere altı kişilik ‘Muvakkat İcra Heyeti’ belirledi. Ankara Meclisi kendisini Osmanlı Mebusan Meclisi’nin devamı ve hukuki varisi sayıyordu. Buna dayanarak milleti birlik ve beraberliğe çağıran ve olumuz propagandalara inanılmaması gerektiğine dair bir beyanname de yayınlandı. Bu beyannamede Anadolu’daki hareketin esir Padişahı kurtarmak için yapıldığı ve halifeye isyan sözünün bir yalandan ibaret olduğu belirtiliyordu. Mustafa Kemal Paşa imzalı divan adına saraya çekilen telgrafta bu konuya vurgu yapılıyordu.

Meclis başkanı seçildikten sonra sürekli ve artan alkışlar arasında kürsüye Mustafa Kemal Paşa, vekillere şöyle seslenmişti: “Muhterem Efendiler! Milletin genel mukadderatına fiilen ve tamamen el koyacak, hilafet ve saltanat makamını düştüğü esaretten kurtarmak ve memleketin tamamiyet ve selameti uğrunda her fedakârlığı büyük bir azim ile göğüs germeye karar vermiş olan Yüce Meclisin riyasetine seçilmek suretiyle hakkımda esirgenmeyen itimat ve teveccühün müteşekkiri ve minnettarıyım.”

Haberin Devamı

Bağımsızlık meşalesi bir asırdır yanıyor

‘Mesuliyet çok ağırdır’

Mustafa Kemal Paşa, kürsüdeki konuşmasının devamında, üzerine yüklenen vazifenin farkında olduğunu özellikle belirterek şunları söylüyordu:  “Hayatımın bütün safhalarında olduğu gibi, son zamanların buhranları ve felaketleri arasında da bir dakika geçmemiştir ki, her türlü huzur ve istirahatimi, her tür şahsi duygularımı milletin selametine ve saadeti namına feda etmekten zevk duymayayım. Gerek askerî hayatımın ve gerek siyasî hayatımın bütün devirlerini ve safhalarını işgal eden mücadelelerimde daima hareket düsturum, millî iradeye dayanarak, milletin ve vatanın muhtaç olduğu gayelere yürümek olmuştur. Bugün, muhterem heyetinizin genel oylarında tecelli etmiş olan millî itimadı liyakatimin çok üstünde görmekle beraber, şahsım için bir gaye olarak değil, birlikte giriştiğimiz mukaddes mücahedenin yöneldiği gayeleri elde etmek için milletin bahşettiği bir dayanak noktası olarak kabul ediyorum. Bu millî birliğin bana yüklediği mesuliyet, biliyorum ve hepiniz de bilirsiniz ki, pek ağırdır” ifadelerini kullanıyordu.

Ata’nın verdiği tarihi mesajlar

Büyük Millet Meclisi’nin açılışından sadece birgün sonra ilk gizli oturumun yapılmasına karar verilirken, bu oturumda Mustafa Kemal Paşa, tarihe not düşecek bir konuşmaya imza attı. Gizli oturumdaki konuşmanın ayrıntılarına, TBMM’nin açılışının 100. yılında, İnkilap Kitapevi tarafından yayınlanan ‘Mustafa Kemal Atatürk’ün Meclis Konuşmaları’ adlı kitapta tüm ayrıntılarıyla yer verildi. Meclis’in ilk gizli oturumunda konuşan Mustafa Kemal, bugüne de ışık tutan şu mesajları vermişti:

Misak-i Milli vurgusu

“Bütün gayemiz bu millî sınır dahilindeki milletimizin istirahatını, refahını ve bu millî sınır ile belirlenmiş vatanımızın tamamiyetini masun(korumaktan) bulundurmaktan ibarettir. Turanizm politikasını kendi arzumuzla takip etmek istemedik. Çünkü maddî manevî bütün kuvvet ve kudretimizi, belirlenmiş olan vatanımız dahilinde tecelli ettirmeyi arzu ettik. Bu sınırın haricinde dağınık bir surette zaafa uğramaktan kaçındık. Yabancıların en çok korktukları, fevkalade ürktükleri İslamiyet siyasetinin dahi alenen ifadesinden mümkün olduğu kadar kaçınmaya kendimizi mecbur gördük.”

“Artık millî sınırımız dahilinde bulunan İnsanî kaynakları ve genel menfaatleri sınırımızın haricinde israf etmek istemeyiz. Fakat birlik, kuvvet teşkil edeceğinden, bütün İslam âleminin manen olduğu gibi maddeten de müttefik ve birleşmiş olmasını, şüphe yok ki, büyük memnuniyetle karşılarız ve bunun içindir ki, bizim kendi sınırımız dahilinde bağımsız olduğumuz gibi, Suriyeliler de sınırı dahilinde ve millî hâkimiyet esasına dayanmış olmak üzere serbest ve bağımsız olabilirler. Bizimle anlaşmanın veya ittifakın üstünde bir şekil, ki federatif yahut konfederatif denilen şekillerden birisiyle irtibat peyda edebiliriz.”

‘Emperyalistlere düşmanız’

“Bolşeviklerin kendilerine mahsus birtakım esasları, görüşleri vardır. Ben şahsen bütün açıklığıyla ve teferruatıyla bunlara vâkıf değilim ve yakın zamanlara kadar Bolşevikler nereye temas ederse, nereye gelirse, daima kendi görüşlerini kabul ettirmek azmindeydiler. Her ne olursa olsun bu görüşler, bizim milletimizin de kendine mahsus birtakım görüşleri vardır. Bu görüşlerin siyasî esaslarını, ihtimal ki maruzatımda belirttiğim ve hepimizce malum olan noktaları göstermedim. Milletimizin âdetleri, dinî gerekleri ve memleketimizin icapları vardır ki, biz her ne yaparsak kendimizi, kendi âdetimizi, dinî gereklerimizi nazarı dikkatte tutmak, ona göre kendimize mahsus esaslar koymak mecburiyetindeyiz.”

“Hiçbir kimsenin, hiçbir milletin özel âdetlerine ve ahlakına ve milliyet esaslarına karşı değiliz. Yalnız istibdada karşı, emperyalistlere karşı düşmanız. Biz Avrupalıların Bolşevizmden korktuklarını ve bizim Bolşeviklerle fikir ve harekât birliği edeceğimizden daima kuşkulanmakta olduklarını nazarı dikkate alıyor ve daima düşünüyorduk ki, böyle bir şeye mecbur olmaksızın millî emellerimiz dahilinde belli bir sınırda bizim hayatî şartlarımız, bağımsızlık şartlarımız temin olunursa böyle büyük bir maksat için bir yabancı devlet ile ihtilaflı münasebetlere aniden girmek belki bizi pişmanlığa mecbur edebilir ve zaten hepimizde de, kendimizde de böyle bir yetki mevcut değil. İşte sırf bu nokta, daima Bolşeviklerin ahvalini, harekâtını ve kendilerinden icabında ne dereceye kadar yardım görebileceğimizi anlamaya teşebbüs ettim. Bu teşebbüsler neticesinde, şüphe yok bazı temaslar hasıl olmuştur. Fakat bu temaslarımız şimdiye kadar, yani Bolşevikler bizimle demin izah ettiğim manen ve maddeten beraber olan Dağıstan’a kadar temas ettiği halde hiçbir kat’î maddeler üzerine dayanan bir şey yapılmamıştır. Fakat böyle bir şey yapmak imkânı mevcuttur. Eğer zaruri lüzum ve ihtiyaç görülürse, yüksek heyetiniz, Yüce Meclis’iniz bu hususta daha esaslı tedbirlere girişir.”

‘Padişah acı hallere düştü’

“Allah muhafaza etsin, bir defa dağılma vaki olursa, tekrar birleştirmek ve harice karşı bir kuvvet ve kudret halinde mevcudiyet arz etmek imkânı kaçırılmış olur. Vaziyet bu suretle aydınlandıktan sonra hareket için iki şeyden birine karar vermek lazımdır: Birincisi; İstanbul muhitinin, Ferit Paşa kabinesinin kabul ettiği şeyi kabul etmek, şerefimizi, hayatımızı, her şeyimizi bırakmak, yani İngilizlere esir olmaktır. O zaman yapılacak mesele yoktur. Yok, bu milleti millet olarak, insan olarak namus ve şerefiyle yaşatmak istiyorsak, kabul edeceğimiz nokta ve esas, mevcut bütün kuvvet ve vasıtalarımızı icabına göre kullanarak, bizi imhaya çalışan düşmanların düşmanca olan emellerini kırmaktır. Ve ben şahsen katiyen şüphe etmem ki, bütün arkadaşlarımız ancak böyle ulvî his ile buraya gelmişler ve yerine getirecekleri tarihî vazifenin azamet ve nezaket ve ehemmiyet derecesini bütün açıklığıyla idrak etmiş bulunuyorlar. Merkezle anlaşmak meselesi hakkında; merkez demek, yani saltanat ve hilafet merkezi olan İstanbul demektir. İstanbul, düşmanın resmen ve fiilen işgali altındadır. Bugün İstanbul demekle Londra demek arasında hiçbir fark yoktur. Yüksek nazarı dikkatinizi çekerim ki, Mukaddes Halifemiz Efendimiz Hazretleri namaz kılmak için camiye gittikleri zaman kendilerini muhafaza eden askerî kıta, İslam askeri değildir. İngiliz askeridir. Bu acı şartlara düşmüş olan padişahımızla özel temas dahi mümkün olamaz.”