02.09.2013 - 02:30 | Son Güncellenme:
DEFNE SAMYELİdefne.samyeli@milliyet.com.tr
Fotoğraflar: OZAN GÜZELCE
İslam Kalkınma Örgütü Genel Sekreteri Ekmeleddin İslamoğlu’na Türkiye’den yöneltilen, Mısır’daki olaylara karşı sessiz kaldığı eleştirilerine katılıyor musunuz?
Ekmeleddin Bey, yakinen tanıdığım bir meslektaşım. Çok yakın dostuz. Mısır’da doğmuş büyümüştür. Ama daima Türklüğünü bilir. Dolayısıyla onun İslam Konferansı Örgütü’ne genel sekreter olması bizim için bir kazanç olmuştur. Ekmeleddin’den bu son olaylarda çok ağır, belki de bazı arkadaşlarımız gibi hakaret dolu beyanat vermesini istediler.
Ekmeleddin’in genel sekreter olarak bu darbe hakkında tenkit edici beyanatı var. Onlar tatmin edici bulmadılar. Ondan şiddetli bir şey bekliyorlar. Bunu yapabilir mi? Tarzı şiddete ve mutaarrız olmaya müsait değil. Böyle bir insan değil, kibar, efendi. İkincisi, seviyeyi yükseltti.
‘İTİBAR KAZANDIRDI’
Neyin seviyesini yükseltti?
İslam Konferansı Teşkilatı’nın uluslararası itibarını yükseltti. Büyük devlet adamlarıyla görüşüyor. Bu büyük bir başarıdır. Bilgisiyle otorite kurabilen saygıdeğer bir adamın yapabileceği bir iş. Boş boş adamlarla sırf genel sekreter oldu diye insanlar ilişki kurmaz... İkinci başarısı da, örgütün birlik ve bütünlüğünü muhafaza etmesidir. Nasıl düştü Arap Birliği? Toplanamıyorlar biliyorsunuz. Genel Sekreterleri Amr Musa gitti. (Uluslararası Atom Enerjisi Birliği Başkanı) Muhammed el Baradey kaçtı. Birlik ve bütünlüğü muhafaza etti. Bunun ne kadar önemli olduğunu son hadiselerde gördük. Nasıl düştüler birbirlerine. Neredeyse biz de düşeceğiz. Bizi de düşürmeye çalışıyorlar. Suudi Arabistan para veriyor bilmem ne yapıyor. Asıl nokta şudur: Eğer toplanmak gerekiyorsa, İKÖ iki seviyede Mısır darbesinin görüşmesini yapabilir. Birinci seviye dışişleri bakanlar seviyesi. Ben açık söylüyorum. Eğer Türkiye istiyor idiyse İKÖ bu işin içerisinde ön planda rol oynasın, üye diğer ülkelerle müşterek seviyesinde müracaat yaparak edebilirdi. İki, zirveyi çağırabilirlerdi. Kaç kere oldu. Onu da yapmıyor devlet. ‘Ekmeleddin ağır laflar söylesin’ deniliyor.
Amaç üzüm yemek değil de bağcı dövmek mi hocam?
Tabii. Yani bu tuhaf bir şey. Bu oral siyaset. Buna literatüzm derler İslam düşünürleri. Meclis müzakere eder, teşebbüs eder, sen devlet olarak bunu üzerine almıyorsan, -biz eğer burada bir rol oynayacaksak oynayacağız diyoruz- İKÖ ile görüşürsün, o çağırır zirveyi. Ekmelledin bu bütünlüğü sağlamaya çalışıyor. Benimle konuştu. Tam da ayrılmasına 2-3 ay var. Kararı alındı. Gelecek adam da biliniyor. Bir adam giderken şu kadar sene idare ettiği bir müesseseyi çatlatarak patlatarak birbirlerine düşürerek gitmek ister mi?
‘HIZLI DAVRANMALIYDIK’
Mısır ve Suriye ile ilgili gelişmelerde daha öncü bir politikamız olabilir miydi?
Biz, İslam aleminde öncü olacaksak en azından şu söyleyeceğim noktalar var, can alıcı. Hemen harekete geçebilirdik arabuluculuk hareketleriyle, daha askeri darbe olmadan. Onların biliyorsun taraftarları başladı Tahrir Meydanı’nı doldurmaya. Tahrir, Arapça hürriyet demek. Hürriyet meydanı. Onların taraftarları başlayınca, Müslüman Kardeşler iktidarda. Adam da cumhurbaşkanı. Türkiye ile ilişkileri o kadar güzeldi ki, bizim yapacağımız rol, sonuna kadar bekleyip ondan sonra ağır kelimelerle, ağır hücumlarla harekete geçmek olmamalıydı. Biz o ülkeyi 400 yıl idare ettik. Bizim iyi bir arabuluculukla sulh sağlamamız lazımdı. Bunu yapamadık, tamam. O zaman meclisi, partileri harekete geçirebilirdik. Siz, bu tampon çalışmaları yapmıyorsunuz. Bari meclisinizde bu konuyu görüşün.
Suriye’ye barış getirmek için konuşulan formülleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu koalisyonla müdahale fikri, vesaire, yanlıştır. Açıkça söylüyorum, Bosna Hersek örneğiyle kıyaslanamaz. Bosna Hersek örneği şudur, bir mutaarrız, hasım bir ülke Sırplar, Bosna Hersek’in tamamen insan hak ve hürriyetlerini, katliamlar yaparak gasp etmiştir. Onun üzerine de hemen ABD başta olmak üzere NATO’nun bazı ülkeleri harekete geçmiştir. Şimdi burada Türkiye’nin koalisyon istemesi ne demek? ‘Biz kara hareketi yapamayız’. Gemiyi gönderiyor Amerika. Fransa, o da bu işe taraftar. Hadi arkadaş! Bu harbe girmektir affedersiniz. Bence yanlıştır.
‘DİNİ GİBİ GÖRÜNEN İHTİLAFLAR ASLINDA İDARİ VE SİYASİDİR’
Sosyal siyasetin başarısız olduğu yerde halkın, kitlelerin memnuniyetsizliklerini eylem yaparak ortaya koymalarının İslam’da bir yeri var mıdır?
Eylemin şekline ve hukuki olup olmayışına bağlı. Peygamber efendimiz Medine’de hutbeye çıkıp konuşmalar yapıp cuma namazı kıldığı zaman kadınların bir kısmı arkada bir iki defa konuşup, şikâyetlerini bildirdiler. Mescitte. Onların mevcudiyeti orada biliniyordu. Ve tabii inandıkları resule hitap ediş tarzlarıyla filan. Bu oldu. İkincisi, Zalim Haccac, zamanında valiydi, Şam’daki hükümdara ve halifeye bağlıydı. İnsanlar zulmünü kendisine söylemek, onu protesto etmek istiyordu. Fakat adam kaide koymuştu. Saraya 500 metre yaklaşanı hapse attırırdı, suikasttan çekindiği için. Şikâyetler üzerine Bağdat’ın 15-20 kişilik uleması toplandı. Haccac kervanla Şam’a giderken karşısına çıktılar. Haccac ‘ Siz ne yapıyorsunuz çölde?’ diye sordu. En yaşlı olan dedi ki, ‘Hz. Ömer’in kemiklerini arıyoruz.’. ‘O adil hükümdarın, halifenin kemikleriyle teselli bulacağız. Senin dirin karşımızda, onun kemikleri elimizde. O, senin diri olmandan daha hayırlıdır bizim için’. Haccac da, onlara ‘Kavimler layık oldukları şekilde yönetilirler’ deyip ayeti okuduktan sonra ‘Yanlış yapıyorsunuz. Bağdat halkı benim gibi zalim bir kimseye layık olmasa ben olmazdım. Sizin yapacağınız kemik aramak değil. Gidin Bağdatlıları yola getirin. Başkasının malına göz koymasın, yalan söylemesinler. Adam edin, Müslüman edin. Beni gönderen Allah beni alır’ dedi. Ulema gerçekten, Bağdat’a dönünce halka nasihate başladı. İslam’ın prensiplerini, iyi ahlakı yaymak için. Sonra bir haber geldi ki, Haccac-ı Zalim Şam’da hastalandı. Bir beyin hummasına tutuldu ve orada öldü. Dini gibi görünen ihtilafların çoğu idari ve siyasidir. Herkes dini zanneder. Halbuki çok hadise dini değildir.
‘EN FECİSİ LİBYA OLDU’
İslam dünyası üzerinde sosyal mühendislik, toplum mühendisliği yapıldığını düşünüyor musunuz?
Hem de nasıl. Birinci Dünya Harbi başlangıcı şeyinde iki tane vesika var. Balfour Deklarasyonu, yani daha harp bitmeden İngiliz hükümeti, Filistin topraklarında bir Musevi devleti kurulması için destek deklare ediyor. O toprakları Yahudilere vaat ediyor. Bir de İngilizlerin, Fransızların dışişleri bakanları bir araya geldiler, oturdular ve Ortadoğu’nun daha doğrusu Osmanlı’nın bölüşümünü imzaladılar. Sykes-Picot anlaşması var.
Osmanlı’nın Ortadoğu’daki topraklarının İngiltere ve Fransa arasında nasıl pay edileceğinin protokolüdür. Yakın tarihin mühendislik örneği ise Arap Baharı. Büyük Ortadoğu Planı’nı safha safha ortaya koymanın gereği anlaşıldı. En fecisi Libya oldu. BM’de Güvenlik Konseyi’nde alınan kararın mürekkebi kurumadan sabahleyin Fransız uçakları bombardımana başladı. Askeri uçaklar o kadar çabuk hareket edecek, bombalar yüklenecek, hedef tespit edilecek. Olacak iş mi?
Bu dizaynı yapan kimler?
Benim bir ülke ismi söylemem gerekmez. İkinci Dünya Harbi’nden sonra çatışma noktalarına bakın. Batı, ilgi kuracakları diğer bir saha ile ittifaklar kurdu ve hiçbir şeyi çatışma konusu yapmadı. Amerika, Kanada ve Meksika ile NAFTA’yı kurdu. Amerika, İngiltere’yle ilişki kurdu. AB toplandı. Dolayısıyla bu sahada 60 yıldır çatışma yoktur. Tek hedef İslam dünyasıdır. Belçikalı Maliye Bakanı Willy Claes, NATO genel sekreteriyken ‘Komünizm tehlikesi kalktı. Şimdi İslam’dır hedefimiz’ dedi.
İkinci önemli ifade de Bush’un terörizmle mücadele harekâtına ithafen kullandığı ‘Haçlı seferleri’ sözü. Sonradan yanlış anlaşıldı deseler de. Daha başka misal vermeyeyim çocuğum. Dolayısıyla bunlar kâfi.
Yalçıntaş, Mısır’a ilişkin gelişmelerde hükümet tarafından ağır eleştirilere maruz kalan İİT Genel Sekreteri Ekmeleddin İhsanoğlu için ise, ‘İslam Konferansı Teşkilatı’nın uluslararası itibarını yükseltti. Büyük devlet adamlarıyla görüşüyor. Bu büyük bir başarıdır. Bilgisiyle otorite kurabilen saygıdeğer bir adamın yapabileceği bir iş. Boş boş adamlarla sırf genel sekreter oldu diye insanlar ilişki kurmaz’ dedi.
ÖZAL BENİM İKÖ’YE GENEL SEKRETER OLMAMI İSTEDİ
İKÖ’de Genel sekreterlik sırası Türkiye’ye geldiğinde, bu göreve beni getirmek istediler. Turgut Özal, Başbakan, Vahit Halefoğlu Dışişleri Bakanı.
Ben de Cidde’deyim, İslami Kalkınma Bankası’nda Araştırma ve Eğitim’in başındayım. Ekrem Pakdemirli’den telefon geldi. “Turgut abiyle konuştuk. Genel sekreterlik sırası Türkiye’de. Senin olmanı istiyoruz”. Toplantı Yemen’de olacak. Dedim “Ekrem’ciğim. Prensibi söyleyeyim. Ben hizmetten kaçmam, sağlığım yerinde. İlişkilerim tamam. Fakat bu iş sizin istemenizle mi tam olur, yoksa Dışişleri Bakanlığı faktörü var mı yok mu? Önce o işi halledin, yoksa ben olurum” dedim. Zira Vahit Halefoğlu’nun, New York’da bir otelde benim için ‘Yalçıntaş ilerde Dışişleri bakanı olursa elveda. Canımıza okur” dediği kulağıma gelmişti. Garip bir ideolojik saplantı. Kendilerine göre ilericilik, Batılılaşma. Türk olmaktan gurur duyarım, Allah bizi Türk yaratmış. Çingene de yaratabilirdi. Neyse... Aradan bir hafta geçti. Vahit Halefoğlu, Moskova büyükelçisiyle Cidde’ye geldi, benimle görüşmek için. Adamla karşı karşıya geldik. Adam efendi, biz de nazik davrandık. Baktım geçinemeyiz, olmayacak. Yani ben genel sekreter olsam kimle çalışacağım? Kendi hükümetimle, dışişleri bakanıyla çalışacağım. O da dışişleri bakanı oluyor. Bu ilişkinin yürümeyeceği anlaşıldı. O nedenle geri çevirdim.