30.05.2019 - 01:30 | Son Güncellenme:
Nitekim Sâd suresinde; “(Ey Muhammed!) Kulumuz Eyyûb’u da an. Hani o, Rabbine, ‘Şeytan bana bir yorgunluk ve azap dokundurdu’ diye seslenmişti. Biz de ona, ‘Ayağını yere vur! İşte yıkanacak ve içecek soğuk bir su’ dedik. Biz ona tarafımızdan bir rahmet ve akıl sahiplerine bir öğüt olmak üzere ailesini ve onlarla birlikte bir o kadarını bahşettik. Şöyle dedik: ‘Eline bir demet sap al ve onunla vur, yeminini bozma.’ Gerçekten biz Eyyûb’u sabreden bir kimse olarak bulduk. O ne güzel bir kuldu! O, Allah’a çok yönelen bir kimse idi.” (Sâd, 38/41-44) buyrulmak suretiyle, Hz. Eyyûb’un ilahî yardıma mazhar oluşu anlatılmaktadır.
Bu ayette ifade edildiği üzere Hz. Eyyûb yakalandığı ağır hastalıktan kurtulmak için Allah’ın merhametine sığınarak O’ndan şifa dilemiştir. Yüce Allah duasını kabul etmiş; ayağını yere vurmasını, çıkacak su ile yıkandığında iyileşeceğini bildirerek ona sağlığını, kaybettiği mal ve mülkünü fazlasıyla vermiştir. Eyyûb (a.s), başına gelen bütün musibetlere rağmen şikâyet etmeyen sabır timsali olarak bilinen bir peygamberdir. Sabır, zorluklarla, sıkıntılarla mücadele edebilme yeteneğidir.
Metaneti korumalıyız
İnanmış bir insan “neden”, “niçin” oldu, “niye benim başıma geldi” diyerek isyan ve huzursuzluğa düşmek yerine, Allah’a iman etmenin ve sabırla O’nun desteğine, yardımına sığınmanın gönül huzurunu yaşar. Yaşadığımız her olayda, karşılaştığımız her musibette mutlaka bir hikmet vardır. Bizi üzen, sıkan, rahatsız eden bir durumla karşılaştığımızda hemen soğukkanlılığımızı yitirip, yılgınlık ve telaşa kapılmak yerine, bu olayın hakkımızda bizim bilemediğimiz hayırlar taşıyabileceğini düşünmeli, sabır ve metanetimizi koruyabilmeliyiz.
Başlangıçta feveran ve isyan ettiğimiz bir hadise, zaman içinde şükredeceğimiz bir sonuca dönüşebilir. Nitekim ayette: “...Olur ki, bir şey sizin için hayırlı iken, siz onu hoş görmezsiniz. Yine olur ki, bir şey sizin için kötü iken, siz onu seversiniz. Allah bilir, siz bilmezsiniz.” (Bakara, 2/216) buyrularak, bu hakikate dikkatimiz çekilmiştir.
Hayat bir imtihandır
Şunu bilmeliyiz ki, Rabbimizin kahır gibi görünen tecellilerinde lütuf, şer/kötülük gibi görünen tecellilerinde de nur gizli olabilir. Sabır timsali Hz. Eyyûb başta olmak üzere bütün peygamberler, yaşadıkları sürece çok çetin imtihanlardan geçirilmiş, sabrederek sonunda hem dünyada hem de ahirette kazançlı çıkmışlardır. Eğer Rabbimizin rızasını kazanan, sevdiği bir kul olmak istiyorsak, iman edip salih ameller işlemenin yanı sıra, ahlakî olgunluk sahibi olmaya çalışmalı, özellikle de takva elbisemizi mutlaka sabır ziynetiyle süslemeliyiz.
Hayat hepimiz için farklı biçimde tezahür eden bir imtihandır. Bu imtihanı kazanabilenler ancak iman ve sabır sahibi olabilenlerdir. Yüce Mevlamız; “Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla, bir de mallar, canlar ve ürünlerden eksilterek deneriz. Sabredenleri müjdele.” (Bakara, 2/155) buyurmaktadır. Sabırlı kullara Kuran’ın duyurduğu en büyük müjde; “Şüphe yok ki Allah sabredenlerle beraberdir.” (Bakara, 2/153; Enfâl, 8/46); “...Allah sabredenleri sever.” (Âl-i İmran, 3/146); “...Sabredenlere mükâfatları elbette hesapsız olarak verilir.” (Zümer, 39/10) ayetleriyle ifade edilmiştir.
İnanmış bir insan için, Rabbinin daima kendisiyle beraber olduğunu hissetmesi, Allah’ın sevgisine mazhar olduğunu bilmesi ve hesapsız mükâfat ile müjdelenmiş olması ne büyük mutluluktur. Sabır, musibetin ilk isabet ettiği anda gösterilen metanettir. Nitekim çocuğunun kabri başında ağlayan bir kadına, tavrı sebebiyle yaptıkları bir uyarıda Hz. Peygamber; “Sabır, musibetle karşılaştığın ilk anda tahammül edebilmektir.” (Buhârî, “Cenâiz”, 32) buyurmuştur.
Gönülden dua edelim
Hastalığı süresince yüce Resul’ün “Şüphesiz ki ben derde uğradım, sen ise merhametlilerin en merhametlisisin” (Enbiya, 21/83) virdi ile Rabbine yalvarıp, dua ettiğine işaret edilmektedir. Anlaşılıyor ki, dua ve Allah’ı hatırlamak da (zikir), güçlüklerle mücadele ve zorlukları yenmede bizim için en önemli moral ve manevi güç kaynağımızdır.
Ölüm, hastalık, rızık sıkıntısı ve daha ne tür bir imtihan yaşıyor olursak olalım, Allah’ın ismini anarak ve O’na gönülden dua edip yalvararak, derdimize derman, hastalığımıza şifa bulacağımıza dair ümidimizi ve moralimizi kuvvetli tutabiliriz.
Sonuç olarak şunu söylemeliyiz ki, halkımız tarafından adeta sabır, Hz. Eyyûb ile özdeş görülmektedir. Böylelikle Kuran-ı Kerim’de onun yaşadıkları üzerinden, buna benzer olayları yaşayan olanlara sabır ve dua ile selamete erişebileceğinin somut örneği verilmiştir (Kuran’dan Öğütler, Diyanet İşleri Başkanlığı yayınları)
Büyük Selimiye Camii
İstanbul Üsküdar’da bulunan Büyük Selimiye Camii, Selimiye Kışlası’nın bitişiğindedir. Sultan 3. Selim tarafından yaptırılan caminin inşaatına 1801’de başlanmış, 1805’te tamamlanmıştır. Sultan 3. Selim, kısa bir müddet sonra kazan kaldıran yeniçeriler tarafından öldürülmüştür.
Ahmed Nureddin Efendi’nin baş mimar olduğu dönemde kesme taştan yapılan caminin mimarının kim olduğu kesin olarak bilinmemektedir. Caminin beş pencere dizisine sahip 14 metre 60 santim çapındaki kubbesi, dört küçük kubbeyle desteklenmiştir. Mihrabı ve minberi somaki mermerden yapılan caminin mermer ve tahta işçiliği de birer ustalık eseridir.
Kadife imalathanesi
Büyük Selimiye Camii, geniş bir dikdörtgen avlunun içindedir. Avlunun dört ayrı yönünde birer giriş bulunmaktadır. Esas giriş batıda olup, buraya on basamaklı bir merdivenden çıkılmaktadır. Ana mekanın üzerini örten kubbe tuğlayla örülmüştür ve üzeri kurşun kaplıdır. Caminin batı cephesinde iki katlı hünkâr dairesi vardır. Mermer sütunlar üzerine oturan bu dairenin sağdaki kısmı padişahın namaz kılması, soldaki ise dinlenmesi ve ziyaretçilerin kabulü için ayrılmıştır. Süsleme bakımından oldukça zengin olan Büyük Selimiye Camii’nin kubbesi kalem işleriyle, kubbe göbeği ise ayetlerle bezelidir.
Büyük Selimiye Camii’yle beraber ayrıca mektep, muvakkithane, çeşme ve bir de sebil inşa edilmiştir. Deniz tarafında ise Selimiye Kışlası bulunmaktadır. Ayrıca Selimiye adıyla anılan kadife ve kumaş imalathaneleriyle bir de hamam yaptırılmıştır.
Cami, barok stilinde olup kare planlıdır ve tek kubbeyle örtülmüştür. Üç ulu çınarın gölgesinde güzel bir bahçe içinde yer alan Büyük Selimiye Camii bol pencereli olup, kemerler üzerinde yükselen bir kubbeye ve köşelerde zarif ağırlık kulelerine sahiptir. Yapının içi, dışarısı kadar göz alıcı değilse bile çok sayıda pencereleriyle bol ışıklı ve ferahtır. Kubbeyi tutan kemerler, aynı Stilde konsollarla kuvvetlendirilmiştir. Büyük Selimiye Camii’nin yanında mektep ile hünkâr dairesi yer almaktadır.
Zamanında caminin minaresi kalın görüldüğünden inceltilmiş, 1822 yılındaki bir fırtınada harap olunca da tamir edilmiştir. Cumhuriyet dönemine gelince, 1950’li yıllarda cami ve müştemilatı esaslı bir tamirden geçirilmiştir. Bu arada kumaş dokuma imalathanesinden günümüze bir iz kalmamıştır.
Hz. Peygamber’in eşsiz cömertliği
Ashabının anlatımıyla sevgili Peygamberimiz, esen rüzgârdan daha cömert idi. Kendisinden bir şey istendiği zaman, o şey elinde mevcut ise onu mutlaka verir, asla “yok” demezdi. Kısacası o, insanların en cömerdi idi. Yediğini, giydiğini, bildiğini paylaşır, iyiliğini esirgemez, asla bencillik yapmazdı. Mesela, bir hanım sahabi, bir gün kendi elleriyle ördüğü bir giysiyi getirip Hz. Peygamber’e vermiş ve “Bunu, giyesin diye ördüm” demişti.
Peygamber Efendimiz hediyeyi kabul etmiş ve onu giyinip ashabının yanına gitmişti. Allah Resulü’nün üzerindeki hırkayı gören bir sahabi, “Ne kadar da güzelmiş! Bunu bana verseniz” demişti. İnsanların en cömerdi olan Resul-i Ekrem, “Peki” deyip orada biraz oturduktan sonra evine dönmüş ve o giysiyi katlayarak, isteyen sahabiye göndermişti (İbn Mace, Libas, 1). Bir başka sefer onun cömertliği, hayatı dünya malından ibaret gören bir Yahudiyi hayrete düşürmüş, Yahudi, onun yaptığı cömertlikleri şaşkınlıkla terennüm etmekten kendini alamamıştı.
Bir ayet (Ayetü’l-kürsi)
“Allah, kendisinden başka hiçbir ilah olmayandır. Diridir, kayyumdur. O’nu ne bir uyuklama tutabilir, ne de bir uyku. Göklerdeki her şey, yerdeki her şey O’nundur. İzni olmaksızın O’nun katında şefaatte bulunacak kimdir? O, kulların önlerindekileri ve arkalarındakileri (yaptıklarını ve yapacaklarını) bilir. Onlar O’nun ilminden, kendisinin dilediği kadarından başka bir şey kavrayamazlar. O’nun kürsüsü, bütün gökleri ve yeri kaplayıp kuşatmıştır. (O, göklere, yere, bütün evrene hükmetmektedir.) Gökleri ve yeri koruyup gözetmek O’na güç gelmez. O, yücedir, büyüktür” (Bakara, 2/255).
Bir hadis
“Kuran’ın en faziletli ayeti Bakara suresindeki Ayetü’l-Kürsi’dir. Bu ayet bir evde okunduğu zaman şeytan oradan uzaklaşır” (Tirmizî, “Fedâilü’l-Kuran”, 2). Sevgili Peygamberimiz özellikle farz namazların arkasından, akşam, sabah ve yatağa yatınca bu ayetin okunmasını tavsiye etmiştir.