20.07.2017 - 02:30 | Son Güncellenme:
MUSA KESLER - HABER MERKEZİ
36 yılık meslek hatıralarını Librum Yayınları’ndan çıkan ‘Bir Savcının Anıları-Adaletin Gözyaşları’ adlı kitabında topladı. Kitapta Ayvaz’ın, Anadolu’daki ilk görev yıllarından Devlet Güvenlik Mahkemeleri ve Özel Yetkili Mahkemeler dönemindeki zorlu yıllara kadar birçok anısı var. DGM’lerin ünlü savcıları Aykut Cengiz Engin, Turan Çolakkadı, Nazmi Okumuş, Ali Cengiz Hacıosmanoğlu, Muzaffer Yalçın gibi isimlerin yanı sıra bir dönemin muktedir savcıları Zekeriya Öz, Fikret Seçen gibi isimlere dair de dikkat çeken detay ve gözlemler var.
‘Afili’ gençler kim?
‘2004 yılı yaz aylarında, adliyenin yemekhanesinde üç afili genç ile ilk kez karşılaştım. Bir arkadaşıma kim olduklarını
Nesine yalan söyleyim, onlar hakkındaki ilk intibam olumsuzdu. Sanki bu gençlerin hiçbirimizi adam yerine koymayan, kimseye saygı duymayan ve herkesi küçümseyen bir halleri vardı. Hani Göleli Ferman Baba’nın dediği gibi: ‘Gülleri var bizim güle benzemez, Şalları var bizim şala benzemez, Malları var bizim mala benzemez, Dilleri var bizim dile benzemez...’ Bu işte bir gariplik vardı ama neydi acaba?’
‘Gözü Zekeriya Öz’de’
‘Bunların içinde en deneyimli olan Süleyman Pehlivan’dı. Çünkü o diğer ikisinin aksine Erzurum Devlet Güvenlik Mahkemesi’nden geliyordu. Onunla aynı odada çalışmaya başladık ama onun gözü Fikret Seçen ile aynı odada oturan Zekeriya Öz’ün üzerindeydi. Sanki yaşına göre çok gün görmüş birikimli birine benziyordu. Havalıydı aynı zamanda: ‘Ben kurnazı severim, benden kurnaz olmadığı sürece!’ sözünü sık sık tekrarlıyordu. ‘Sizden kurnaz kim?’ diye soran bir arkadaşa ‘Zekeriya Öz’ dediğini duymuştum. Solcu olmadığı kesindi ama sağın hangi cenahındandı bilmiyordum doğrusu!’
‘Özese kapalı kutu’
‘Hasan Hüseyin Özese, 1 Temmuz 2004’te sessiz sedasız bir şekilde aramıza katıldığında kimse onun gerçekte kim olduğunu bilmiyordu. Kapalı bir kutu gibiydi ama dindar biri olduğu belli oluyordu. Yüzünde hep bir gülücük ve mahcubiyet ifadesi vardı. Bana kalırsa en büyük hatası adliye kapısından içeri girdiği andan itibaren inançlarını, ön yargılarını ve dünya görüşünü dışarıda bırakmaması ve adaleti sağlamaya soyunmasıydı. Bu meslektaşımızın gözü dönmüş zalim bir tarikatın mensubu olması için deli olması gerekirdi diyeceğim ama dünyada neler olmuyordu ki...’
‘Şengün ulu çınar’
‘Köksal Şengün, Hasan Hüseyin Özese’nin selefi ve üstadı idi ama Atatürk’ün dediği gibi ‘Fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür’ bir insandı. O tam anlamıyla bir hukuk adamıydı. Bunu anlamak için onun Ergenekon davalarındaki duruşunu hatırlamak yeter. Şimdi Köksal Bey’in ulu bir çınar kadar azametli ve Everest Dağı kadar yüksek bir konumda olması bundandır.