Betül Topaklı / Milliyet.com.tr - Kamil Hamidullah, 1974 yılında Ankara’da doğdu. Memur anne ve babanın en küçük çocuğu olan Kamil’in, bir ablası ve bir de abisi vardı. Çok başarılı bir öğrenci olan Kamil; ilk, orta ve lise eğitimini TED Ankara Koleji’nde tamamladı. Kamil’in kariyer hayatı için tercih ettiği okul ise Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi oldu. Hayat onun için çok güzel ilerliyordu, ta ki abisinin hastalandığı güne kadar… Çünkü bu hastalık sadece abisini etkilemekle kalmayacak onun da hayatını da kısa bir süre içinde altüst edecekti. Kamil’in abisi Şamil Hamidullah, üsteğmendi. 1991 yılında sıfır rakımlı İzmir'den 2 bin rakımlı Sarıkamış'a tayini çıktı. İşte tam da hastalık o zaman ortaya çıktı. Çünkü ilçeye gittikten kısa bir süre sonra abi Şamil hastalandı. Kamil o günleri şöyle anlattı:
“Abimin ağzından ve burnundan kan gelmeye başladı. Yapılan tetkikler sonucunda mide kanaması olmadığını öğrendik. Ancak hastalığına bir tanı da konulamadı. Bedenen birçok eleme sınavını geçerek subay olan abim için başvurduğumuz doktorlar, genel sağlığının iyi olduğunu, sorunun psikolojik olabileceğini söylediler. Tabii üzüldük ama bu duruma çok şükür dedik. Çünkü genel sağlığı iyiydi. Ancak şikâyetleri devam edince başka doktorları gitmeye başladık. Konan tanılar ve tanılar için verilen tedavilerden alınamayan yanıtlar nedeniyle gittiğimiz doktora olan güvenimiz sarsılıyor ve yeni bir doktora gidiyorduk. Her seferinde tüm tanı ve tedavi süreci sıfırdan yeniden başlıyordu. Ve bunların hepsi zaman alan süreçlerdi.”
‘HİPERTANSİYONMUŞ, DEDENDE DE VAR’
Ancak şikâyetler artarak devam ediyordu. Nihayetinde abi Şamil, Pulmoner Hipertansiyon (PH) tanısını aldığında, Kamil ve ailesi çok sevindi. Aile Şamil’e, “Hipertansiyonmuş. Bak dedende de var. Dedene bak, kaç yaşında maşallahı var. Ya kanser gibi kötü bir hastalık olsaydı?” dedi. Şükredip, rahat bir nefes aldılar. Ancak tedavi edilmediğinde Pulmoner Hipertansiyon’un kanserin en ciddi türlerinden daha kötü bir seyre sahip olduğunu bilmiyorlardı.
'AKCİĞERLERİ KANADI’
İlk 6 ay hastalıkla bir balayı gibi geçmişti. Kamil ve ailesi, Şamil’in hastalıkla ilgili şikâyetlerinin psikolojik nedenlerle olabileceğini düşünüyordu. Bu nedenle onun anlattıklarına değil de kendi yargılarıyla hareket ediyorlardı. Çünkü gayet sağlıklı görünüyordu. Şamil, merdiven ve rampa çıkamıyor, an geliyor 100 metre yürüyemiyordu. Nefesi hemen tıkanıyordu. Ailesi ise ona, “Sorunlarının üzerine gitmelisin, zorlamalısın kendini. Bunların seni engellemesine imkan vermemen lazım” diye çözümler öneriyordu. Ta ki Şamil’in akciğerleri kanayana kadar… O zaman hipertansiyonun bildiğimiz hipertansiyon olmadığını anladılar.
‘ABİM 2 YIL İÇİNDE HAYATINI KAYBETTİ’
Kamil ve ailesi, o yıllarda hastalıkla ilgili bir literatür daha geliştirilmediği için her şeyi yaşayarak öğrendi. Raporları yabancı dillere çevirterek yabancı hastanelere gönderdiler. Ancak Şamil'in durumu çok hızlı bir şekilde kötüleşti. Geçirdiği bir akciğer kanaması sonucunda hastalandıktan iki yıl sonra 28 yaşında hayatını kaybetti. Ancak bu hastalık sadece Şamil’in canını almakla kalmadı.
'AYNI HASTALIK BANA DA SİRAYET ETTİ'
Gazi Üniversitesi İdari Bilim Fakültesi'nden 1995 yılında mezun olan Kamil, aynı yılın ekim ayında iş hayatına atıldı. Ancak iş yerinde bir gün ağzından ve burnundan kan geldi. Tabii o ve ailesi bu manzarayı çok iyi biliyordu. Bu nedenle Kamil’in abisine göre tanı alma süreci biraz daha hızlı oldu. Akciğerlerinin kanaması sonucunda Kamil de üç ay sonra Pulmoner Hipertansiyon teşhisi aldı. Kamil o günleri, şu sözlerle anlattı:
"Tanı aldıktan sonra hastalığı yönetmek büyük önem taşıyordu. Biz de doktor doktor gezmeye başladık. Abim için ulaştığımız yerlere ulaşıp, sonuçları merkezlere gönderdik. Bu süreçte doğru doktora eriştik. Prof. Dr. Mehmet Akbulut hastalığı literütürde takip ediyormuş. Amerika’daki çalışmalardan bahsetti, raporladı. Bir de o dönemde dünyada Pulmoner Hipertansiyon hasta arayışı vardı. Nadir görülen hastalık, bir milyonda bir tanı alıyordu. Dolayısıyla yurt dışının da ilgisini çektim. Beni çağırdılar. İlaç denemelerine katıldım. Sonrasında ilacım FDI’den onay aldı. Onay alınca da bu tedavinin işe yaradığını ispatladık. 1997 yılında ise ABD'ye tedaviye gittim."
Kamil’e bu süreçte damar içinden yapılan bir tedavi uygulandı. Bu tedavi bir pompa aracılığıyla kalpten göğse bir hortum düzeneğiyle uygulanıyordu. O düzeneğe de bir pompa bağlıydı. Bu düzenek vasıtasıyla kalpteki damarlar genişliyor, Kamil de daha çok oksijen almaya başlıyordu. Kamil, 12 yıl boyunca bu tedavi yöntemine kullanmıştı ancak artık fayda göremiyordu. Elden ayaktan düşmüş, tuvalete gitmek için birilerinin yardımına ihtiyaç duyar olmuştu.
Doktorlar Kamil’in akciğer nakli olmasına karar verdi. 2006 yılında Kamil’i nakle yönlendirdiklerinde Türkiye’de akciğer nakli yapılmıyordu. Kamil ve Pulmoner Hipertansiyon hastaları kurdukları dayanışma grubuyla dernekleşti ve yurt dışındaki nakil merkezlerine ulaştı. Avusturya’daki merkez kapılarını onlara açtı. Böylece Türkiye’deki hastalar yurt dışı sevk alarak Avusturya’da akciğer nakli olmaya başladı.
'ARTIK TÜRKİYE’DE DE AKCİĞER NAKLİ YAPILIYOR'
“Pulmoner Hipertansiyon çok acımasız, çok sert ve çok hızlı ilerleyen bir hastalık” diyen Kamil, “Ancak şuna da şahit oldum. Tıp her 10 yılda bir devrim yapıyor. Abimde olmayan imkanlara abimin ölümünden 3 yıl sonra eriştim, bu hastalığın tedavisi çıktı. Bir nevi o hastalıkla ilgili bütün gelişmeler gözümün önünde cereyan etti, tanık oldum ve bir şekilde hepsinin içinde bulundum. O dönemde Türkiye’de akciğer nakli yapılamıyordu. Artık Türkiye’de de akciğer nakli yapılmaya başlandı” diyerek hastaların umutsuzluğa kapılmaması gerektiğine vurgu yaptı.
'YAŞ, CİNSİYET, ETNİK KÖKEN AYIRMIYOR'
Kamil Hamidullah’ın genetik mirastan kaynaklanan Pulmoner Hipertansiyon hastalığına sahip olduğunu söyleyen Türk Kardiyoloji Derneği Pulmoner Vasküler ve Erişkin Doğumsal Kalp Hastalıkları Çalışma Grubu Başkanı Prof. Dr. Mehmet Akbulut, “Pulmoner Hipertansiyon’u, akciğer damarlarında meydana gelen kan basıncı yüksekliği şeklinde tarif edilebiliriz. Biraz daha detaylandıracak olursak, sağ kalp boşluklarından akciğerlere ya da akciğerlerden sol kalp boşluklarına kan akışını sağlayan damar sisteminde meydana gelen basınç yüksekliği şeklinde ifade edilebiliriz. Hastalık yaş, cinsiyet, ırk, sosyal veya etnik köken ayırmıyor. Her insanda görülebiliyor. Doğası gereği son derece hızlı seyredebiliyor. Buna bağlı olarak da maalesef kötü seyirli bir hastalık. Genel nüfusun yüzde 1’ini etkilemesine rağmen 65 yaş sonrası bu yüzde 10’lara kadar çıkabiliyor. Özellikle kadınlarda ve 1500 metreden daha yüksek rakımda yaşayan insanlarda görülme sıklığı daha fazla” açıklamasını yaptı.
Pulmoner Hipertansiyon'un, birçok durumun sonucunda ortaya çıkan bir hastalık olduğunu belirten Prof. Dr. Akbulut, “Doğuştan ya da sonradan gelişen birçok kalp, damar ve solunum hastalığının yanı sıra hastalık kişiye genetik olarak miras da kalabilir. Özellikle bazı ilaç ve toksinler gelişimine katkıda bulanabilir. Bunlar kilo verme amacıyla kullanılan ilaçlar ya da kanser tedavisinde kullanılan ilaçlar olabilir. Ayrıca bağ dokusu hastalıkları, doğuştan kalp hastalıkları, karaciğer hastalıkları, bazı viral ya da paraziter enfeksiyonlar Pulmoner Hipertansiyon’un nedenleri olarak gösteriliyor” dedi.
'YÜZDE 56'SI ÖLÜMLE SONUÇLANIYOR'
Pulmoner Hipertansiyon’un kadınlarda erkeklere oranla 2 kat daha fazla görüldüğüne dikkat çeken Akbulut, şunları da ekledi:
“Bu hastalık, gebelik sürecinde anne kadar bebeğin de yaşamını tehlikeye atıyor. Gebeliklerin yaklaşık yüzde 56’sı anne ve bebeğin ölümüyle sonuçlanıyor. Pulmoner Hipertansiyon hastası gebeler, hamilelik sürecinin büyük bölümünü zorlu ve dayanılmaz yoğun bakım şartlarında geçiriyor. Dünyada ve Türkiye’de Pulmoner Hipertansiyonlu kadınların kesinlikle gebe kalmamaları, mevcut gebeliklerin ise sonlandırılması öneriliyor."
'KANSERİN EN TEHLİKELİ TÜRLERİYLE YARIŞIYOR'
Pulmoner Hipertansiyon’un sıkça karşılaşılan yüksek tansiyon ya da sistemik kan basıncı artışıyla karıştırılabildiğini değinen Prof. Dr. Mehmet Akbulut, “Pulmoner Hipertansiyon, kanserin en tehlikeli türleriyle yarışıyor. Tedavi edilmeyen vakalarda kanserin en kötü tipinden daha hızlı seyrediyor. Ölüme daha hızla götürebiliyor. Bu hastalık başka hastalıklarla da karıştığı için çoğunlukla tanı geç konuyor. Bu nedenle 1, 2, 3, 4 diye evrelere ayırıyoruz. Evre 4’deki hastanın yaşam beklentisi maalesef 6 aydan daha kısadır. Tedavi edilmeyen hastalarda en kötü huylu kanser tipinden daha kötü seyredebiliyor” diye konuştu.
'NORMAL YAŞAMINA KAVUŞTU'
Ancak Kamil Hamidullah’a ilaç tedavisi uygulandıktan sonraki dördüncü evrede yurt dışında akciğer nakli gerçekleştiğini aktaran Prof. Dr. Akbulut, “Kendisi Türkiye’nin de bu konuda akciğer nakli yapan ilk hastalarından biri. Akciğer nakli yapıldıktan sonra normal yaşamına kavuştu. Halbuki ilaçsız kalan ya da tedavide geciken hastaları evrelerine göre farklı zaman dilimlerinde kaybediyorduk. Bu hasta yıllardır yaşıyor. Hayatını da çok güzel bir şekilde idam ettiriyor” diyerek hastanın kendileri için gurur kaynağı olduğunu dile getirdi.
Benim de bir hikâyem var’ diyorsan, en önemli konuğumuz olarak seni de bekliyoruz: milliyetplus@milliyet.com.tr