23.04.2014 - 02:30 | Son Güncellenme:
HAZIRLAYAN: AYDIN HASAN
23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nın ansiklopedik tanımı şöyle: “Türkiye Cumhuriyeti’nin ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin resmî tatil günlerinden ve ulusal bayramlarından biridir. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ve ilk cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk tarafından dünya çocuklarına armağan edilmiştir.
Bu bayram, TBMM’nin açılışının birinci yılında kutlanmaya başlanan 23 Nisan Mill1î Bayram1ı ve 1 Kasım 1922’de saltanatın kaldırılmasıyla, önce 1 Kasım olarak kabul edilen, sonra 1935’te 23 Nisan Millî Bayramı’yla birleştirilen Hakimiyet-i Milliye Bayramı ile Himaye-i Etfal Cemiyeti’nin 1927’de ilan ettiği ve ilki Atatürk’ün himayesinde düzenlenen 23 Nisan Çocuk Bayramı’nın kendiliğinden birleşmesiyle oluştu. 1980 darbesi döneminde Milli Güvenlik Konseyi, bu bayrama resmî olarak “23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’ adını verdi.”
Bu ansiklopedik tanımın anlatamadığı bir şey var. O da 23 Nisan’ın ruhu. Bu ruhu anlayabilmek için 1920 yıllarının Ankara’sında yaşananlara bir göz atmak gerekiyor.
SİZLERİ OKUTACAĞIM...
Mustafa Kemal, 27 Aralık 1919’da Ankara’ya geldi. Karargahını, Ziraat Mektebi’nde kurdu. O zor günlerin birinde, Ankara Erkek Lisesi’nin öğrencileri, cepheye gitmek için Mustafa Kemal’den toplu olarak talepte bulundu. Mustafa Kemal, öğrencilere şunları söyledi:
“Şimdi benim sizlere ihtiyacım yok. Teşekkür ederim. Siz şimdi mekteplerinize dönünüz. Derslerinize iyi çalısınız, iyi yetişiniz. Okulunuzu bitiriniz. Zaferden sonra sizleri, hepinizi Avrupa’ya tahsile gönderecegim. Avrupa’da okutup döndükten sonradır ki, sizlere ihtiyacım olacaktır.”
EYVAH, MÜFTÜ ŞEKERLİ KAHVE İSTERSE YANDIK
Mustafa Kemal’in Ankara’daki ilk günlerinde direnişi örgütleyen kadronun kaynak sıkıntısı başlamıştı. Mazhar Müfit Kansu’nun bir gün ziyaretine, Ankara Müfütüsü Rifat (Börekçi) Efendi geldi. Kansu telaşlandı, “Eyvah simdi Müftü Efendi’ye kahve ısmarlamak lazım, kahve var ama şeker yok, benim iki parça şekerim var; onu da masanın gözüne saklamıstım. Ya şekerli kahve isterse? Ya sigara da vermek lazım gelirse? Çünkü seker çok pahalı idi.” diye içinden geçirdi.
Müftü Efendi, “Sizin biraz sıkıntıda oldugunuzu ögrendik, az olsa da yardımda bulunmayı vazife bildik” diye söze girdi. Kansu, odanın içindeki kasayı göstererek, “Paramız var” dedi. Oysa içinde topu topu 48 kuruş vardı. Müfü Efendi, o gün Ankara eşrafının topladığı bin lirayı milli mücadelede kullanılması için Kansu’ya verdi. Kendisine kahve ikramında bulunmayan Kansu’ya da, “Şeker pahalı, hesap lazım, size de gelen giden çok, başa çıkmaz, degil mi?” diye şaka yollu takıldı.
MECLİS ZABITLARI BAKKAL DEFTERİNDE TUTULDU
Meclis; 23 Nisan 1920’de, Ankara’da bu şartlar içinde ilk toplantısını yaptı. Meclis binası olarak Ulus’ta, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin kulüp binası olarak inşa edilen bina tercih edilmişti.
Ancak binanın inşaatı tamamlanmamıştı. Ankara halkının çabaları ile eksik bina tamamlanarak; Kurtuluş Savaşı’nı yönetecek ilk Meclis’in toplantılarının yapılabileceği bir mekan oluşturuldu. Milletvekillerinin oturacağı sıralar, okullardan alındı. Evlerden, dükkanlardan teneke sobalar getirilerek kuruldu. Mobilya devlet dairelerinden, gaz lambaları kahvenehanelerden sağlandı. Ankara halkı evinden halılarını verdi. Halk evinin çatısından kiremit söktü, Meclis’in çatısı ancak öyle tamamlanabildi. Bu yardımda en büyük katkıyı da Koçzade Vehbi yaptı. Daha sonra Vehbi Koç ismini alacak ve Türkiye’nin en büyük işadamı olacaktı. İlk zabıtlar, bakkal defterlerine tutuldu. Milletvekilleri, yer darlığından yanyana dizilmiş küçücük sıralarda görev yaptı. İlk toplantı, sıkıntılı ve tehlikeli yolculukların ardından Ankara’ya ulaşmış olan 127 milletvekili ile yapıldı.
SİVAS’TAN ANKARA’YA GİDECEK PARA YOKTU
Sivas Kongresi’nin ardından Mustafa Kemal’in hedefi, Ankara’da ulusal direnişi örgütlemek ve Meclis’i toplamaktı. Sivas’tan Ankara’ya gidiş hazırlıkları başlamıştı. Kurmay heyetinde para işlerinden sorumlu Mazhar Müfit Kansu sıkıntı içinde idi. Mustafa Kemal ve kurmay kadrosunun Ankara’ya gidecek paraları yoktu. Kansu’nun “Erzurum’dan Ölümüne Kadar, Atatürk’le Beraber” adlı kitabına göre Paşa ile aralarında şu diyalog yaşandı:
Günler yaklaştı hazırlık nasıl?
-Ne hazırlığı, para nerede?
Marifet onu bulmakta...
-Bulduğum çareleri kabul etmiyorsunuz.
Bankalardan, rejiden filan para almak mı?
-Baska çare bulamadım; varsa söyleyiniz?
Bankadan olmaz, düşmana yeni bir propaganda ucu veremeyiz. Bankaları soyuyorlar diye söylemedikleri kalmaz. Baska bir çare düsünelim.
-Heyeti Temsiliye namına degil, şahsım adına bankadan borç alamazmıyım, borçlanma yapamaz mıyım?”
Anlamadım. Ne suretle ve hangi bankadan?
-Osmanlı Bankası direktörü Mösyö Oskar Smit eski bir ahbabımdır. Babası Mösyö Smit Edirne’de doktor idi. Oğlu da biz yaşta olduğundan ecnebi kulüplerde görüşürdük, Hatta geçende evinde beni yemeğe bile davet etti. Türk dostu bir zattır.
Peki ama, şahsım namına ne demek, ne imza atacaksın?
-Bitlis eski valisi Mazhar Müfit imzasiyle.
Böyle olabilir; fakat Kuvayı Milliye, Heyeti Temsiliye isimleri senette kesinlikle her ne suretle olursa olsun yazılmamalı.
-Tabii.
Bu suretler aklıma uygun geliyor; bırak ki yine bankadan Mazhar Müfit para almış demeyecekler, Heyeti Temsiliye almış diyecekler ya, artık bu kadarı da fazla bir vehim olur.
Ayakta Dr. Binbaşı Refik Saydam, sağında oturan Erzurum Valisi Münir Akkaya, solda İbrahim Süreyya Bozyiğit ve Mazhar Müfit Kansu.
MUSTAFA KEMAL’İN AŞIRI TİTİZLİĞİ
Para bulundu ama benzin ve lastik sorunu vardı. Bir an önce Ankara’da olmak isteyen Mustafa Kemal “Yahu! Bunca mühim meseleler, isyanlar, şunlar bunlarla uğraştık, emin olunuz bu kadar sıkıldığım olmadı. Ankara’ya gideceğiz; bu kışta, karda binilmesi dogru olmayan otomobillere razı oluyoruz, fakat benzin, lâstik, para bulamıyoruz. Fakat elbette bunlara da çare bulacagız” diye yakındı.
Benzin ve lastik Sivas’taki Amerikan Mektebi’nden sağlandı. Ulusal direnişe leke düşmesini istemeyen Mustafa Kemal, o günün şartları içinde bile aşırı titizdi. Kansu’ya şu talimatı verdi:
“Para almıyorlar ama, Amerika’ya, Türkler zorla aldılar, diye bir döneklik yaparlar mı? Buna mahal kalmamak üzere sen Müdireye; ‘Lâstikler ve benzin geldi, teşekkür ederiz. Fakat bunların kaç kuruş tuttuğunu acele cevap verilmesini’ bildiren bir yazı yaz, tabii o yazısıyla para almayacagını bildir. Bunu belge olarak sakla. Parasız istemiyoruz onlar almıyor, ileride ne olur ne olmaz, para almadığına dair elimizde belge bulunsun.”
ÇAMAŞIRCI KADININ BÜYÜK FEDAKÂRLIĞI
Kurtuluş Savaşı’na katılarak çavuş rütbesi alan Türk edebiyatının ünlü isimlerinden Halide Edip Adıvar, milli mücadelenin zor günlerinde Kızılay Başkanı olarak kadınlarla bir toplantı yapar. Adıvar, bir anısını şöyle anlatır:
“Ben konustuktan sonra, basma entarili bir kadın yanıma geldi. ‘Nerde? Nerde?’ diye sordu. Anlaşılan gözleri pek göremiyordu. Yanına gidince, kollarını boynuma doladı:
-‘Senin ne dedigini anlamadığımı söylemek istiyorum. Benim Öğretmen Okulu’nda okuyan bir kızım var. Ben fakir bir çamaşırcı kadınım. Onu okutmak için her gün çalısıyorum. O da bir gün öğretmen olacak. Senin konuştuğun gibi konuşacak’ dedi. Kadın konuşmasına devam ederek;
-‘Benim oğlan Çanakkale’de öldü, ağlamıyorum, işimi bırakmıyorum, çünkü kızıma öğrenim veremem. Fakat hep yeni savaşlardan bahsediyorsun. Çanakkale’de ölenleri hiç söylemedin’ dedi ve göğsünden bin lira çıkararak; ‘Kızılay’ın yaralılarına’ diye uzattı. O ana kadar davaya bu kadar kuvvetle iman ettiğimi hatırlamıyorum. Boynuna sarıldım. İki yanaklarından öptüm ve gözlerimden yaşlar boşandı. Zehra Hanım yanıma geldi ve dedi ki: ‘İnanılmayacak bir şey, Ankara kadınları bin lira verdiler.’ Gerçekten, inanılmayacak bir şeydi. Çünkü bütün Ankara’da Kızılay’a erkekler tarafından verilen para bin liradan ibaretti.”