11.08.2016 - 15:02 | Son Güncellenme:
AA
Bakırköy Cumhuriyet Başsavcıvekili Ömer Faruk Aydıner tarafından, FETÖ/PDY'nin 17 Aralık soruşturmasında usulsüzlük yapmasına ilişkin, eski savcılar Zekeriya Öz, Celal Kara ve Mehmet Yüzgeç hakkında yürütülen soruşturma tamamlandı. Soruşturma sonunda hazırlanan 557 sayfalık iddianamede, şüpheli Zekeriya Öz'ün ''Cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs'' suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile ''Silahlı terör örgütü kurma ve yönetme'', ''Görevi kötüye kullanma'', ''Resmi evrakta sahtecilik'', ''Haberleşmenin gizliliğini ihlal etme'', ''Kişiler arasındaki konuşmaların dinlenilmesi ve kayda alınması'', ''Özel hayatın gizliliğini ihlal'', ''İftira'', ''Suç uydurma'', ''Nitelikli dolandırıcılık'', ''Nitelikli tehdit'', ''Kişiyi hürriyetinden yoksun kılma'' suçlarına azmettirmeden 27,5 yıldan 72 yıla kadar hapis cezasına çarptırılması istendi.
İddianamede, şüpheli Celal Kara hakkında ''Cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs'' suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis ile ''Silahlı terör örgütüne üye olma'', ''Görevi kötüye kullanma'', ''Resmi belgede sahtecilik'', ''Haberleşmenin gizliliğini ihlal'', ''Kişiler arasındaki konuşmaların dinlenmesi ve kayda alınması'', ''Özel hayatın gizliliğini ihlal'', ''İftira'', ''Suç uydurma'', ''Nitelikli dolandırıcılık'' ve ''Kişiyi hürriyetinden yoksun kılma'' suçlarından 20,5 yıldan 62 yıla kadar hapis cezası talep edildi.
Şüpheli Mehmet Yüzgeç'in ise ''Cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs etme'' suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis ile ''Silahlı terör örgütüne üye olmak'', ''Görevi kötüye kullanma'', ''Resmi evrakta sahtecilik'', ''Haberleşmenin gizliliğini ihlal'', ''Kişiler arasındaki konuşmaların dinlenilmesi ve kayda alınması'', ''Özel hayatın gizliliğini ihlal'' ve ''Kişi hürriyetinden yoksun kılma'' suçlarından 12,5 yıldan 38 yıla kadar hapis cezasına çarptırılması istendi. İddianamede, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Başbakan Binali Yıldırım, Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek, Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, Milli Eğitim Bakanı İsmet Yılmaz, Sağlık Bakanı Recep Akdağ, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Faruk Çelik, Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu ve eski Başbakanlardan Ahmet Davutoğlu ile Beşir Atalay, Bülent Arınç, Ali Babacan, Taner Yıldız, Sadullah Ergin, Hayati Yazıcı, Mehdi Eker, Cevdet Yılmaz, Fatma Şahin, Egemen Bağış, Nihat Ergün, Erdoğan Bayraktar, Mehmet Zafer Çağlayan, Suat Kılıç, İdris Naim Şahin, Ertuğrul Günay, Ömer Dinçer, Muammer Güler, Haydar Keskin, Barış Güler, Süleyman Aslan, İbrahim Bilgehan Taşdelen, Uğur Horata, Ahmet Özköse, Fatih Aysan, Müşir Deliduman ve İçişleri Bakanlığı Mülkiye Teftiş Kurulu müşteki olarak yer aldı.
Şüpheliler Öz, Kara ve Yüzgeç hakkında Bakırköy 2. Ağır Ceza Mahkemesi'nden 18 Ağustos 2015'te tutuklama amaçlı yakalama kararı çıkartıldığı ve şüphelilerin yakalanamadığı belirtilen iddianamede, ''Gündüz'', ''Korkut'', ''Ayçiçeği'', ''Fatih'' ve ''Yavuz'' isimli gizli tanıkların beyanları ile aralarında İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcısı Turan Çolakkadı'nın da bulunduğu 9 kişinin tanık ifadeleri bulunuyor. İddianame, değerlendirme için Bakırköy 2. Ağır Ceza Mahkemesi'ne gönderildi.
557 SAYFA İDDİANAME
Bakırköy Cumhuriyet Başsavcıvekili Ömer Faruk Aydıner tarafından hazırlanan 557 sayfalık iddianamede, cumhuriyet savcısı Celal Kara'nın yürüttüğü ve cumhuriyet savcısı Mehmet Yüzgeç'in devraldığı soruşturma dosyasında, çok sayıda şüphelinin 1 ile 3'er ay süreyle telefonlarının iletişimin tespit ve kayda alınması yönünde mahkemeden alınmış kararlar bulunduğu, dinlemelerin devam ettiği, gözaltı işleminden sonra soruşturmanın tamamlanmasına yönelik yapılan işlemler de dikkate alındığında, söz konusu soruşturmaların geldiği aşama itibarıyla operasyon yapmaya müsait olmadığının tespitinin yapıldığı ifade edildi.İddianamede, yürütülen soruşturmalarda, İçişleri Bakanı Muammer Güler, Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan, AB Bakanı Egemen Bağış ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan hakkında verilmiş bir dinleme ve teknik araçla izleme kararı bulunmadığı halde, Çağlayan'ın 27, Bağış'ın 30, Güler'in 42, dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan'ın 1 kere telefon görüşmesinin çözümünü yaptırarak soruşturma evrakına dahil ettirildiği ve soruşturmaların birinci dalga ya da 17 Aralık operasyonu olarak da adlandırıldığı, İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Turan Çolakkadı'nın, yapılan operasyonlardan haberinin olmadığı, konuyu televizyonların haber bülteninden öğrendiği yönünde beyanda bulunduğu aktarıldı.
Cumhuriyet Savcıları Celal Kara ve Mehmet Yüzgeç tarafından yürütülen soruşturma dosyaları arasında hukuki ve fiili bir bağlantı bulunmamasına rağmen telefon dinlemeleri ile fiziki takip işlemleri devam ederken, tüm deliller henüz toplanmadan yasal bir gereklilik de olmamasına rağmen aynı gün birden fazla şüphelinin gözaltına alındığı bildirilen iddianamede, ''Kamuoyunu yakından ilgilendiren bu mahiyetteki soruşturmaların hiçbir aşamasında Cumhuriyet Başsavcısına bilgi verilmemesi, işlemlerin UYAP sistemi dışında yapılmak suretiyle bilgi saklanması hususları birlikte değerlendirildiğinde soruşturmaların hükümete yönelik yapıldığı yönündeki genel kanıyı güçlendirmektedir.'' değerlendirmesine yer verildi.
Yakalama müzekkeresi tanzim edilmeden önce Zekeriya Öz ve Celal Kara'nın yurt dışına kaçtıkları, Öz'ün sınır kapısına götüren avukat Yusuf Danyal Kılıçalp'ın usulsüz şekilde tahliye edilmeye çalışılan Samanyolu Yayın Grubu Başkanlığı görevini yürütürken tutuklanan şüpheli Hidayet Karaca'nın da avukatlığını yaptığının tespit edildiği belirtilen iddianamede, Zekeriya Öz'ün Twitter adlı sosyal paylaşım sitesinden terör örgütünün propagandasını yaptığı, hükümet ve hükümet üyelerini hedef alan siyasi içerikli paylaşımlarda bulunduğunun belirlendiği aktarıldı.
''CELAL KARA, FETÖ/PDY ÜYESİ''
İddianamede, şüpheli Cumhuriyet Savcısı Celal Kara'nın Fetullah Gülen'in liderliğini yaptığı Paralel Devlet Yapılanması (PDY) adlı örgüte üye olduğu, anılan örgütün hükümet politikasından duyduğu rahatsızlık nedeniyle de Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Hükümetini, gerek yurt içinde gerekse uluslararası platformda zor durumda bırakmak ve itibarsızlaştırmak için İstanbul Emniyet Müdürlüğünde görevli bir kısım polis amir ve memurlarıyla fikir ve eylem birliği içerisinde hareket ettiği kaydedilerek, şu ifadelere yer verildi:
''Bu yapının kontrolündeki basın ve yayın kuruluşlarının da desteğini alarak, yapının gayesi doğrultusunda planlı ve sistematik bir şekilde yürütülen bir organizasyonun parçası olarak, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırarak görevlerini yapmasını engellemeye teşebbüs etmek suretiyle, mesleğin şeref ve onurunu bozan veya mesleğe olan genel saygı ve güveni gideren nitelikte hükümlülüğü gerektirir suçlar işlemiştir. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı çalışma talimatına aykırı davranmak suretiyle, Türkiye Cumhuriyeti bakanlarına suç isnadını içeren soruşturma evrakını uhdesinde tuttuğu, cumhuriyet başsavcısı ya da başsavcıvekili tarafından yürütülmesi için özel soruşturma bürosuna devretmemiştir.''
Şüpheli Celal Kara'nın hedef şahıslar olmadıkları, dolayısıyla haklarında verilmiş bir mahkeme kararı da bulunmadığı halde yasama dokunulmazlığı bulunan 61. Hükümetin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan ile bakanların görüşmelerini kayıt altına aldırıp tape haline getirttiği, CMK'nın 138. maddesinde belirtilen hükümler çerçevesinde işlem yapmadığı ve aykırı davrandığı kaydedilen iddianamede, hükme aykırı surette Türkiye Cumhuriyeti 61. Hükümetinin kabine üyeleri Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan, İçişleri Bakanı Muammer Güler ve AB Bakanı Egemen Bağış ile ilgili soruşturmayı yürüterek suç isnadında bulunduğu, kolluğa hazırlattığı fezlekede adı geçenlere ait çok sayıdaki telefon görüşmelerine yer verdirttiği kaydedildi.İddianamede, şüpheli Kara'nın birbiri ile bağlantılı olmayan soruşturma dosyalarında, 60'a yakın şüpheliyi aynı zamanda gözaltına aldırıp, haklarında tedbir talebinde bulunarak, oluşturulan algının etkisi ile ekonominin bozulmasına ve Halk Bankasının zarara uğramasına neden olduğu, haklarında soruşturma yürüttükleri memurlar bakımından durumu atamaya yetkili amirlerine, Bakanlar Kurulu Üyeleri yönünden ise durumu Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına bildirmediği, ayrıca Halk Bankası çalışanları yönünden ise Türkiye Halk Bankası Yönetim Kuruluna haber vermediği belirtildi.
Anılan her iki soruşturma evrakının da kovuşturmaya yer olmadığına dair kararla sonuçlanmasına karşın kamuoyunu provoke etmek, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanını ve idarecileri itibarsızlaştırmak amacıyla şüpheli Kara'nın müşteki Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanına karşı suçlama kastıyla ağır ithamlarda bulunarak, basın yoluyla hakaret ve iftira ederek, müştekinin kişilik haklarına açıkça saldırı gerçekleştirdiği ifade edilen iddianamede, gazetelerde çıkan yayımlarda Türkiye Cumhuriyeti Başbakanının örgüt lideri olduğu izlenimi oluşturmaya çalıştığı, eski Başbakan halen halk oylamasıyla seçilen Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ı yolsuzluk, rüşvet, para aklama, nüfuzunu kullanarak çıkar sağlama amacıyla kurulmuş bir suç örgütünün lideri ve yöneticisi olduğu isnadında bulunduğu, toplum nezdinde haksız algı oluşturmaya çalıştığı, 17 Aralık soruşturmasının amacını anlatırken hedefinin özellikle Başbakan olduğunu ortaya koyduğu gibi hakkında takipsizlik kararı verilen bahse konu soruşturma dosyasıyla ilişiği kesilmiş olmasına rağmen, görevini kötüye kullanarak TCK'da hüküm altına alınan hakaret ve iftira suçlarını oluşturan, müştekiyi örgüt lideri olmakla itham eden ifadeler kullandığı bildirildi.
'17 ARALIK HÜKÜMETİ DEVİRMEYE YÖNELİKTİ''
İddianamede, şüpheli Kara'nın yaptığı röportajda, müşteki Recep Tayyip Erdoğan ve müştekinin oğlu Bilal Erdoğan hakkında dosyada suç teşkil eden bir delilin olmadığını, fezlekelerde de yer almadığını itiraf ettiği, soruşturma sonunda kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilerek müştekiyi zan altında bırakan tüm iddiaların çürütülmüş olmasına rağmen, herhangi bir dayanağı bulunmayan şekilde, müşteki hakkında ortaya attığı gerçek dışı iddialarla müştekiyi suçlayıp yeniden zan altında bırakmaya çalıştığı belirtildi.
Kara'nın röportajındaki açıklamalarıyla, delillerin olaylar ve kişilerle ilişkilendirilmesi esnasında elde kuvvetli ve makul şüpheler olması gerekmesine ve bir savcının bu bağlantıyı kurmadan kendi öngörüsüyle "1 numara" oluşturmasının mümkün olmamasına rağmen, görevini kötüye kullanarak alenen iftira suçunu işlediği tespitlerine yer verilen iddianamede, şunlar kaydedildi: ''17 Aralık operasyonunun, suçla mücadeleden öte hükümeti devirmeye yönelik bir girişim olduğunu ispatlayan anılan yazıda, müştekiye hitaben, "Doğrudan ismi olmasaydı, tapelerde bilgi olmasaydı da iddianamede ismi geçecekti" şeklindeki, sadece kendi kanaati ve yorumuyla sanığı belirlemeye çalıştığını ispat eden ifadesiyle, ceza muhakemesine aykırı ifşaatta bulunarak, 17 Aralık'ın bir yolsuzluk soruşturması olmayıp, sivil şahıslar üzerinden bakanlara, oradan da müşteki Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanına ulaşarak hükümeti devirme operasyonunun bir parçası olduğunu gösterdiği anlaşılmıştır.''
İddianamede Kara'nın soruşturmaları kolluk görevlilerinden aldığı şifahi bilgi doğrultusunda yürüttüğü, aralarında bağlantı bulunmayan soruşturma dosyalarında şüpheliler hakkında aynı gün gözaltı kararı vermesi ve çok sayıda şüphelinin adliyeye mevcutlu getirilmesi nedeniyle şüphelilerin lehine olan delilleri toplamadığı gibi ifadelerinin tespiti sırasında savunma haklarını kısıtladığı bildirildi. Şüpheli Kara'nın soruşturma dosyasında, ifadesini aldığı Fatih Belediye Başkanı şüpheli Mustafa Demir’e yönelik davranışlarına da yer verilen iddianamede, şu tespitler yer aldı:
‘2 DAKİKAN VAR ANLAT…’
"Şüpheli Kara, ifadesini aldığı Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir'e, 'İki dakikan var, anlat ve çık' dediği, şüpheli ayrıntılı ifade verme konusunda ısrar edince 'Derdini mahkemede anlatırsın' dediği, sunduğu delilleri almadığı, Süleyman Aslan'ın emniyetteki ifadesini okumayıp, ayrıntılı olarak ifade almadığı, Barış Güler'in ifadesinin alınması sırasında da '5 dakika, 3 cümle hakkınız var' şeklinde belirterek ayrıntılı savunma yapmalarına imkan tanımadığı, sundukları delil ve belgeleri de incelemediği' tespit edilmiş, soruşturma dosyasındaki şüpheli Rıza Sarraf'ın 16 saat 10 dakika süren kolluk ifadesine yorgunluk nedeniyle ara verilmesine rağmen, kendisine yüklenen suçlar bütünüyle anlatılıp eksik kalan ifadesi tamamlanıp delilleri toplanmadan adı geçeni tutuklama talebiyle sorguya sevk etmiştir.''
Bakırköy Cumhuriyet Başsavcıvekili Ömer Faruk Aydıner tarafından hazırlanan 557 sayfalık iddianamede, şüpheliler Öz, Kara ve Yüzgeç'in olay tarihinde cumhuriyet savcısı olarak görev yaptıkları, iddiaya konu eylemleri tek başlarına yapmalarının mümkün olmadığı aktarıldı.
İddianamede, ''Şüpheliler, eylemlerini Fetullah Gülen'in liderliğini yaptığı, FETÖ Terör Örgütü ve emrindeki kolluk birimleri ile eylem ve fikir birliği içerisinde gerçekleştirmişlerdir. Emniyet görevlileri, emniyet teşkilatının hiyerarşik yapısı, görev ve yetki sınırları içerisinde kaldıkları sürece, anayasal ve yasal çerçevede kendilerine tevdi edilen iç güvenlik görevleri doğrultusunda meşru bir cebri kullanabilecek olan kimselerdir. Şüpheliler, emniyet teşkilatının hiyerarşik yapısı dışında ve mensubu olmakla sahip oldukları silahlı güce ve kaynağını anayasadan ve yasalardan almayan hukuka aykırı bir yetkiye dayanmak suretiyle meydana getirdikleri oluşumla, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti'ni ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs etmişlerdir. Esasen asayiş ile görevli olan, sahip olduğu teşkilat, teçhizat ve personeliyle yeterli gücü bulunan, devlet düzeni dışındaki suç örgütlerinden gelecek saldırılara karşı iç güvenlik kapsamında emniyet ve asayişi teminle görevlendirilen emniyet teşkilatına mensup şüphelilerin kullanabilecekleri cebre karşı, icra organının mukavemet edebilme imkan ve kabiliyeti bulunmamaktadır.'' denildi.
Şüphelilerin anayasa ve kanunlar gereği kullanmaları gereken silah, cebir ve baskı unsurunu, eylemlerini meşru hale getiren gerekçeler dışında kullandıklarında, adi bir silahlı örgüte nazaran çok daha etkili bir terör örgütüne dönüşebilecekleri vurgulanan iddianamede, FETÖ'nün bizatihi devletin tüm silahlı, silahsız kamusal güçlerini ele geçirerek devletin sahibi olmaya teşebbüs ettiği kaydedildi.
Toplumda "17 Aralık soruşturma dosyası" olarak adlandırılan ve şüphelilerin yargılama konusunu oluşturan dosyada, usulsüzlüklerin, amaçlanan gayenin, işlenen suçların ve kolluk birimlerinin eylem ve fikir ortaklığının anlaşılabilir olması gerektiğine işaret edilen iddianamede, suça konu tarihte şüpheli Öz'ün Koordinatör Başsavcıvekilliği yaptığı, şüpheli Kara ile Yüzgeç tarafından da soruşturmaların yürütüldüğü bildirildi.
"SOMUT VAKAYA DAYANMAYAN TESPİTLER İLE İSİMSİZ İHBARLAR ESAS ALINDI"
İddianamede, şüpheliler tarafından başlatılan soruşturmada, İstanbul Emniyet Müdürlüğü Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü'ne 7 Mayıs 2010 tarihinde e-posta ile ihbarda bulunulduğu, 16 Ekim 2014'te aralarında Rıza Sarraf ve Süleyman Aslan'ın da bulunduğu dosyadaki şüpheliler hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiği ifade edildi. Şüpheliler tarafından soruşturmaya Rıza Sarraf ve diğer 32 kişiyle ilgili olarak "haksız ekonomik çıkar sağlamak amacıyla örgüt kurmak ve yönetmek, örgüte üye olmak, örgüte yardım etmek, rüşvet almak ve vermek, rüşvete aracılık etmek, kaçakçılık, resmi belgede sahtecilik, suçtan kaynaklanan mal varlığı değerlerini aklama ve fuhşa aracılık etme" suçlarının işlendiği şüphesiyle başlanıldığı belirtilen iddianamede, soruşturmanın başlamasıyla ilgili net bir olayın bulunmadığı, soruşturmaya gerekçe olarak, çeşitli kurumların rapor ve yazılarında somut bir vakaya dayanmayan tespitler ile isimsiz ihbarların esas alındığının anlaşıldığı kaydedildi.
İsimsiz "uyuşturucu ve karapara aklama" gibi iddiaları içeren ihbarlar, somut vakaya dayanmayan iddialar, Rusya'ya kanunların izin verdiği çerçevede para transfer edilmesi gibi suç oluşturmayan işlemler ve bu işlemlerle ilgili yerel basındaki yayınlar gibi araçların hiçbirisinin telekomünikasyonun denetlenmesi gibi kuvvetli şüphe nedenlerinin arandığı bir koruma tedbirinin uygulanması için yeterli olmadığı aktarılan iddianamede, şu ifadelere yer verildi:
''2008-2012 yılları arasında bu soruşturmaya konu olan şüpheliler hakkında, doğrudan doğruya herhangi bir araştırma faaliyeti yapılmamıştır. Diğer bir deyişle, bu soruşturmaya başlandığı anda gerek MASAK tarafından hazırlanan söz konusu raporda, gerekse ihbar mail ve faksları öncesindeki durumda, bizzat soruşturma makamlarının faaliyetiyle Rıza Sarraf hakkında somut fiil isnadını gerektirecek bir bilgiye ulaşılmamıştır. Buna rağmen doğrudan CMK'nın 135. maddesine göre telekomünikasyonun denetlenmesine başlanmıştır. İlk telekomünikasyonun denetlenmesi kararı verildiği anda, dosya içeriğinde kuvvetli suç şüphesini gösteren bir delil olmadığı gibi, başka şekilde delil elde etme imkanı olmasına rağmen, diğer yollardan hiçbir araştırma yapılmamış olması, telekomünikasyonun denetlenmesi kararını hukuka aykırı hale getirmektedir.''
''İHBARDA, TELEFON NUMARASINA KADAR HER TÜRLÜ DETAY BİLDİRİLMİŞ''
''En önemli detay, soruşturma başlangıcında yapılan e-mail ve faks ihbarlarında Rıza Sarraf ve diğer şüphelilerle ilgili olarak kullandıkları telefon numaralarına kadar her türlü detayın bildirilmesidir. Bu durum, kolluk tarafından istihbari dinlemeden elde edilen bilgilerin veya hukuka aykırı yollarla elde edilen delillerin isimsiz ihbarlar yoluyla adli soruşturmada kullanıldığını göstermektedir. İstihbari dinleme veya izleme ya da hukuka aykırı yollardan elde edilen verilerin, isimsiz ihbarlarla soruşturmaya başlanması için delil olarak kullanılması hukuka aykırıdır.'' tespitlerine yer verilen iddianamede, ''Görüldüğü üzere istihbari dinlemeden elde edilen bilgilerin adli soruşturmada kullanılması yasaklanmıştır. Soruşturmanın başlangıcında kullanılan ihbarın kaynağının araştırılmamış olması, kullanılan ifadelerin benzer soruşturmalardaki isimsiz ihbarlarla aynı mahiyette olması, sıradan bir ihbara nazaran çok daha geniş bilgi ve detayları havi olması, istihbari dinlemeden elde edilen verilerin adli soruşturmada kullanıldığı şeklindeki kanaati güçlendirmektedir. Bu noktada ihbarın hukuka aykırı olduğu iddiası, bir delil olarak ihbar faksının, doğruluğunu ve hukuka uygunluğunu şüpheli hale getirmektedir.'' denildi.
"12 KEZ İHBAR YAPILAN IP ADRESİ ARAŞTIRILMAMIŞ"
İddianamede, dikkati çeken diğer bir husus olarak kolluğun soruşturmaya başlamak için cumhuriyet savcısına haber vermesi gerekirken bunu yapmayıp tespit edilemeyen bir süreden sonra durumu cumhuriyet başsavcılığına bildirdiği anlatılarak, 18 Temmuz 2012 tarihli isimsiz ihbardan, soruşturmanın başlangıç tarihi olarak belirtilen 13 Eylül 2012'ye kadar neden beklendiği, ne yapıldığının belirsiz olduğu ve ihbar faksından sonra iki ay süre ile hiçbir işlemin yapılmamış olduğu, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nın durumdan haberdar edilmediği tespitlerine yer verildi.
Söz konusu ihbarların adli bir soruşturma bakımından doğruluğunun denetlenmesinin zorunlu olduğuna dikkat çekilen iddianamede, soruşturma dosyasında yer alan 1 Ağustos 2013 tarihli ihbarın içeriğinin bir önem arz etmemekle birlikte, ihbarın yapıldığı IP adresinden 12 kez daha ihbar yollandığı ve bu şekilde çok sayıda ihbar yollanan bir IP adresi hakkında hiçbir araştırma yapılmadığının altı çizildi.
Ceza yargılamasının amacının keyfi kararlar verilmesi değil maddi gerçeğe ulaşılması olduğu vurgulanan iddianamede, şunlar kaydedildi: ''Ceza yargılamasında maddi gerçeğe ulaşmak amacıyla, sınırsız, hukuk kurallarına aykırı ve sanık haklarını hiçe sayan yöntemler izlenemez. Dolayısıyla ceza yargılamasına ters düşülerek elde edilen delillerin, yargılama makamı tarafından değerlendirmeye alınmaması gerekir. Çünkü bu deliller 'hukuka aykırı delil' olarak nitelendirilirler ve yargı makamının 'vicdani delil sistemi'ndeki hareket sahasının sınırını teşkil ederler. Hukuka aykırı olarak elde edilen deliller, hukuka uygunluğun baştan sona süreceği ceza yargılamasında kullanılamazlar ve hükme esas alınamazlar. Delillerin toplanması ile ilgili kurallardaki eksiklik veya hatalı uygulama, hukuka aykırılıklara ödün verilmesi amacıyla kullanılamaz. Cezalandırabilme yetkisine sahip olan ve adli makamlar vasıtasıyla yargı kuvveti kullanan devlet, bir başka erk olan yasama kuvvetini kullanan kanun koyucudan kaynaklanan eksik veya hatalı düzenlemeden veya idari makamların yanlış uygulamalarından yararlandırılmamalıdır. Hukuka aykırı delil kavramı, sadece hukuka aykırı elde edilen ilk delili değil, bu delil vasıtasıyla elde edilen diğer delileri de kapsar. İnsan haklarını ihlal eden-etmeyen, önemli-önemsiz, büyük-küçük hukuka aykırılıklar gibi ayırımlar yapmak ve bu sayede bazı delilleri yargılamada kullanılabilir hale getirmek, yanlış olup hukukla bağdaşmaz. Ceza yargılaması hukukunda, ihlal edilen hak ile bu yolla elde edilen yararın mukayesesi suretiyle kamu yararının gözetilmesi ve kamu düzeninin korunmasının ön plana çıkarılması anlayışı, sonuçta hukuk devleti ilkesini ihlal edeceği gibi, her olaya göre değişen, keyfi uygulanacak ve hukuka aykırı delillerin yargılamada kullanılamayacağı esasını ihlal eden bir sonuca kendiliğinden varacaktır.''
25 DAKİKA ARAYLA KAÇTILAR
Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığınca, Fetullahçı Terör örgütü/Paralel Devlet Yapılanması'nın (FETÖ/PDY) 17 Aralık soruşturması kapsamında usulsüzlükler yapmasına ilişkin hazırlanan iddianamede, "Her üç Cumhuriyet savcısı da gelen bilgi ve talimat doğrultusunda ve organize şeklinde aynı anda ikametlerini terk etti. Yakalama müzekkeresinin tanziminden saatler önce Celal Kara ve Zekeriya Öz’ün, Artvin ilinde bulunan sınır kapısından Gürcistan ülkesine 25 dakika ara ile kaçışları sağlandı." denildi.
Bakırköy Cumhuriyet Başsavcıvekili Ömer Faruk Aydıner tarafından hazırlanan 557 sayfalık iddianamede, FETÖ’nün darbe girişiminin hatırlatıldığı ve şüpheliler Zekeriya Öz, Celal Kara, Mehmet Yüzgeç'in emniyet teşkilatının hiyerarşik yapısı, görev ve yetki sınırları içerisinde kaldıkları sürece, anayasal düzeni cebir ve şiddet kullanarak ortadan kaldıracakları değerlendirmesinde bulunuldu.FETÖ'nün darbe girişiminin hatırlatıldığı iddianamede, "15 Temmuz 2016 tarihinde Silahlı Kuvvetler içerisinde yapılanan Fethullah Silahlı Terör Örgütü'ne mensup görevlilerin (şüphelilerin de dahil olduğu) Türkiye'de yüzlerce insanı öldürüp, binlerce insanı yaralaması, Türkiye Cumhuriyet Hükümetini yıkma teşebbüsünde bulunması, anayasal düzeni ihlal etmesi, yüzlerce masum insanı öldürmesi, adam öldürme, silahlı terör örgütü kurdukları tüm halkımızın şahitliğince ispatlanmakla birlikte, şüpheliler emniyet teşkilatının hiyerarşik yapısı dışında ve mensubu olmakla sahip oldukları silahlı güce ve kaynağını Anayasa'dan ve yasalardan almayan hukuka aykırı bir yetkiye dayanmak suretiyle meydana getirdikleri oluşumla, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’ni ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs etmişlerdir" denildi.
İddianamede, şüpheli savcıların, Türkiye Cumhuriyeti ve Hükümetinin yatırımlarını etkilemek, ekonomik açıdan hükümeti zora sokmak için bazı şirketlere operasyon yaptıkları anımsatıldı. Şüpheli Kara hakkında iddianamede, "Fetullah Gülen’in liderliğini yaptığı PDY adlı örgüte üye olduğu, anılan örgütün hükümet politikasından duyduğu rahatsızlık nedeniyle de Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Hükümetini, gerek yurt içinde gerekse uluslararası platformda zor durumda bırakmak ve itibarsızlaştırmak için İstanbul Emniyet Müdürlüğünde görevli bir kısım polis amir ve memurlarıyla fikir ve eylem birliği içerisinde hareket ettiği, eski Ekonomi Bakanı, İçişleri Bakanı ve AB Bakanı hakkında soruşturma yürütecek suç isnadında bulunduğu ve bu şekilde özel hayatın gizliliğini ihlal ettiği, Türkiye Cumhuriyeti idarecilerini itibarsızlaştırmak amacıyla basın mensupları ile röportaj yaptığı, mensup olduğu Fethullah Gülen Terör Örgütü ile aynı kapsamda çalışan emniyet görevlilerinin kendi aralarındaki yazışmalarında resmi olmayan özel programlar kullandığı, devlet hiyerarşisine aykırı olarak farklı birimlerde çalışan devlet görevlileri ile mesai içi ve sonrasında bir araya gelerek örgüt amacı doğrultusunda ortak hareket ettiği" tespitine yer verildi.
"ÖZ, HÜKÜMET POLİTİKASINDAN RAHATSIZ"
FETÖ/PDY adlı örgüte üye olduğu vurgulanan iddianamede Yüzgeç'in, İstanbul Emniyet Müdürlüğünde görevli bir kısım polis amir ve memurlarıyla fikir ve eylem birliği içerisinde hareket ettiği savunuldu. İddianamede, şüpheli Kara hakkında, "İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı çalışma talimatına aykırı davranmak suretiyle Türkiye Cumhuriyeti'ne, bakanlarına suç isnadında bulunulan soruşturma evrakını uhdesinde tuttuğu, hukuk dışı şekilde Halkbank çalışanı ve yöneticilerinden 60'a yakın kişiyi aynı zamanda gözaltına aldırıp, haklarında tedbir talebinde bulunarak, oluşturulan algının etkisi ile ekonominin bozulmasına ve bankayı zarara uğratıp spekülatörlerin haksız para kazanmasına sebebiyet vermeye çalıştığı, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanını ve idarecileri itibarsızlaştırmak amacıyla basın mensubu ile yaptığı röportajda Türkiye Cumhuriyeti Başbakanını örgüt lideri gibi lanse ettiği, hedef aldıkları şahısları sahte isimlerle dinleyip elde edilen verileri suç oluşturacak şekilde kes-kopyala şeklinde bir araya getirip örgüt amaçları doğrultusunda kullandığı belirlenmiştir" değerlendirmesinde bulundu.
İddianamede, şüpheli Öz’ün FETÖ yöneticilerinden olduğuna anlatılarak, "Hükümet politikasından rahatsızlık duyduğu, İstanbul Emniyet Müdürlüğünde görevli bir kısım polis amir ve memurlarıyla fikir ve eylem birliği içerisinde hareket ettiği, şahsi twitter hesabından yaptığı paylaşımlarda hükümeti yıkma kastını ortaya koyduğu, FETÖ üyeleri ve aynı kapsamda çalışan emniyet görevlilerin kendi aralarındaki yazışmalarında resmi olmayan özel bir program kullandığı, hedef aldığı şahısları sahte isimlerle dinleyip, elde edilen verileri suç oluşturacak şekilde bir araya getirdiği, yasama dokunulmazlığı bulunan 61. Hükümet Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan ile bazı kabine üyeleri hakkında soruşturma yürüterek usülsüz şekilde dinlemeye aldığı, istihbari dinleme kapsamında iletişim bilgileri tespit edilen hükümet üyeleri hakkında isimsiz ihbar ve mail dilekçelerine istinaden suç soruşturmalarını başlattığı anlaşılmıştır" denildi.
ÖRGÜT EMARESİ “KAÇIŞ PLANI”
İddianamede, şüpheli savcılar Öz ile Kara’nın haklarında tutuklama kararı çıkarılmadan önce bu bilgiye ulaştıkları öne sürüldü.Şüpheli savcılar hakkında Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) Başmüfettişliğince HSYK 3. Dairesinden soruşturma izni talebinde bulunması sonrasında şüpheli savcıların yurt dışına kaçtıkları belirtilen iddianamede, şu bilgilere yer verildi: Her üç cumhuriyet savcısı da gelen bilgi ve talimat doğrultusunda ve organize şeklinde aynı anda ikametlerini terk etti. Yakalama müzekkeresinin tanziminden saatler önce Celal Kara ve Zekeriya Öz’ün, Artvin ilinde bulunan sınır kapısından Gürcistan ülkesine 25 dakika ara ile kaçışları sağlandı. Şüphelileri karşılayacak kişilerce tanınmalarını kolaylaştırmak için her ikisinin de aynı renk ve şekilde kıyafetler giydikleri, kendilerini karşılayan örgüt elemanlarının yardımı ile değişik devletler üzerinden Almanya’ya geçiş yaptıkları, halen yurt dışında bulundukları, örgütlü bir yapının ekonomik ve siyasi yardımı ile koruması olmadan yurt dışına çıkış ve yaşamlarını idameleri mümkün bulunmazken, Mehmet Yüzgeç’in de aynı örgütün üyeleri tarafından saklanmak suretiyle korunduğu anlaşılmıştır.
YURTDIŞI BAĞLANTILARI
Kara, Öz ve Yüzgeç’in, ABD, İspanya, İngiltere, Güney Kore, Bosna Hersek, Birleşik Krallık, Ukrayna ve Avusturya'dan bazı kişilerle görüştüğü ve aynı telefon numaralarından ortak irtibatları bulunduğu belirtilen iddianamede, şu bilgiler yer aldı: "Şüpheli şahıs ve irtibatlarının haberleşme trafiğinin, gerek açık kaynaklarda gerekse yürütülen soruşturmalar kapsamında alınan ifadelerde, örgütün 'yargı imamı', 'yargı imam yardımcısı', 'tayin heyeti üyesi', 'ana kadro', 'üst düzey sorumlu' olarak nitelendirilen şahıslarla yoğunlaşmıştır. Örgüt içerisindeki hiyerarşik yapılanmanın gereği olarak talimatların yukarıdan aşağıya ve aşağıdan yukarıya doğru silsile yoluyla iletildiği, örgüt jargonunda 'mahrem hizmetler' olarak adlandırılan Mülkiye, Adliye, Askeriye ve Emniyet birimlerinde bulunan örgüt üyeleriyle haberleşmede 'kurye' yönteminin kullanıldığı, FETÖ/PDY kapsamında örgütlü şekilde hareket ettiklerine ve örgütle bağlantılı olduklarına dair iz ve emareler görülmüştür. Şüphelilerin terör örgütü mensupları ile doğrudan irtibat kurduğu ya da 1. derece irtibat kurdukları kuryelerin FETÖ/PDY mensubu şahıslar ile yoğun irtibatlı oldukları, yapılan HTS analiz çalışmasında açıkça görülmektedir."
"SUÇLA MÜCADELEDEN ZİYADE GİZLİ BİR AMAÇ DOĞRULTUSUNDA YAPILDI"
Şüpheliler Kara, Öz ve Yüzgeç’in, ortak birtakım soruşturmalarda yer aldığı ifade edilen iddianamede, "Cumhuriyet savcılarının, kolluk görevlileriyle birlikte örgütsel bir yapı içinde, Türkiye Cumhuriyeti'nin 61. Hükümetini yıkmak, hükümeti gerek ulusal gerekse de uluslararası platformda zor durumda bırakmak için 17 Aralık soruşturmaları ile eşzamanlı olarak bir dizi tahkikat yürüttükleri / yer aldıkları belirlenmiştir.” denildi.
Şüphelilerin kamuoyunu yanıltmak ve algı oluşturmak için bir dizi operasyon yaptığı vurgulanan iddianamede, "17 Aralık soruşturmasından hemen sonra 25 Aralık ve Selam Tevhid adlı soruşturmalarıyla da ikinci ve üçüncü dalga şeklinde operasyonlar yaparak, kamuoyunda oluşan algının devamının sağlanması amaçlandığı, zira halen telefon dinlemelerinin devam ettiği, delillerin tam olarak toplanmadığı bir aşamada 25 Aralık olarak adlandırılan tahkikata konu kolluk fezlekesinin 17 Aralık soruşturması ile yakın tarihlerde hazırlanmış, Selam ve Tevhid soruşturmasının da henüz fezlekesi tamamlanmadan yapılacak bir operasyon için apar topar cumhuriyet savcılığına teslim edildiği görülmüştür." ifadeleri yer aldı. Hakim ve savcıların görev ve yetkilerinin detaylı olarak anlatıldığı iddianamede, şüphelilerin görevlerini kötüye kullanmak maksadıyla anayasaya aykırı olarak hareket ettikleri aktarılarak, şunlar kaydedildi: "Zekeriya Öz ile Celal Kara’nın aynı büroda yani Kaçakçılık ve Narkotik Suçlar Bürosu'nda görev yapmalarına karşın Mehmet Yüzgeç’in ise Memur Suçları Bürosu'nda görev yaptığı, dolayısıyla farklı bürolarda görev yapan cumhuriyet savcılarının aynı anda operasyon talimatı vermelerinin suç ve suçlularla mücadeleden ziyade gizli bir amaç doğrultusunda yapıldığı anlaşılırken… Cumhuriyet savcıları Celal Kara, Mehmet Yüzgeç ve Zekeriya Öz’ün; Fetullah Gülen’in liderliğini yaptığı Paralel Devlet Yapılanması’na yönelik hükümet politikasından duyulan rahatsızlık nedeniyle (dershanelerin kapatılması, MİT’in ele geçirilmesi ve devlet hiyerarşisi içinde tek güç olma çabası) İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nde görevli bir kısım polis amir ve memurlarıyla fikir ve eylem birliği içerisinde hareket ederek, ayrıca bu yapının kontrolündeki basın ve yayın kuruluşlarının da desteğini alarak, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırarak görevlerini yapmasını engellemeye teşebbüs ettikleri' anlaşılmıştır."
ÖRGÜTE ÜYELER
Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığınca, Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması'nın (FETÖ/PDY) 17 Aralık soruşturması kapsamında usulsüzlükler yapmasına ilişkin hazırlanan iddianamede, ''Şüpheli Zekeriya Öz'ün Fetullah Gülen'in liderliğini yaptığı PDY adlı örgüte üye olduğu, anılan örgütün hükümet politikasından duyduğu rahatsızlık nedeniyle de; cumhuriyet savcıları Celal Kara, Mehmet Yüzgeç ve kolluk görevlileriyle eylem, fikir birliği içerisinde hareket ederek Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırarak görevlerini yapmasını engellemeye teşebbüs etmiştir'' denildi.
Bakırköy Cumhuriyet Başsavcıvekili Ömer Faruk Aydıner tarafından hazırlanan iddianamede, şüpheli Mehmet Yüzgeç'in, Fetullah Gülen'in liderliğini yaptığı PDY adlı örgüte üye olduğu, anılan örgütün hükümet politikasından duyduğu rahatsızlık nedeniyle de Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Hükümetini, gerek yurt içinde gerekse uluslararası platformda zor durumda bırakmak ve itibarsızlaştırmak için İstanbul Emniyet Müdürlüğünde görevli bir kısım polis amir ve memurlarıyla fikir ve eylem birliği içerisinde hareket ederek, ayrıca bu yapının kontrolündeki basın ve yayın kuruluşlarının da desteğini alarak, yapının gayesi doğrultusunda planlı ve sistematik bir şekilde yürütülen bir organizasyonun parçası olarak, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırarak görevlerini yapmasını engellemeye teşebbüs etmek suretiyle, mesleğin şeref ve onurunu bozan veya mesleğe olan genel saygı ve güveni gideren nitelikte hükümlülüğü gerektirir suçlarını işlediği kaydedildi.
Şüpheli Yüzgeç'in, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı çalışma talimatına aykırı davranmak suretiyle, Türkiye Cumhuriyeti Bakanına suç isnadında bulunulan soruşturma evrakını uhdesinde tuttuğu, Cumhuriyet Başsavcısı ya da Başsavcıvekili tarafından yürütülmesi için özel soruşturma bürosuna devretmediği belirtilen iddianamede, yasama dokunulmazlığı bulunan Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar hakkında verilmiş bir mahkeme kararı bulunmadığı halde, arasında hedef şahıslar üzerinden dolaylı şekilde dinlenmek suretiyle 77 adet görüşmesini kayıt altına aldırıp tape haline getirttiği ve ilgili kanun hükmüne aykırı davrandığı tespit edildi. Kamuoyunda algı oluşturmak gayesiyle uhdesinde bulunan İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının soruşturmasında, Cumhuriyet Savcısı Celal Kara'nın yürüttüğü ilgili soruşturmalarla aynı gün operasyon talimatı vererek 24'e yakın şüpheliyi aynı zamanda gözaltına aldırıp, haklarında tedbir talebinde bulunarak, oluşturulan algının etkisi ile ekonominin bozulmasına neden olduğu bildirilen iddianamede, haklarında soruşturma yürüttükleri memurlar bakımından durumu atamaya yetkili amirlerine, Bakanlar Kurulu Üyeleri yönünden ise durumu Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına bildirmediği anlatıldı.İddianamede, şüpheli Yüzgeç'in, dönemin bakanı Erdoğan Bayraktar hakkında verilmiş bir mahkeme kararı bulunmadığı halde oğlu Abdullah Oğuz Bayraktar arasında geçen 17 Aralık 2013 günü konuşması ile bir kısım şüphelilerin tanıklıktan çekinme hakkı olan yakınları arasındaki telefon görüşmelerini dinlenip kayda alınmasına ve tape yapılmasına müsaade ettiği gibi bu görüşmeleri yok ettirmeyip soruşturma dosyasında muhafaza ettiği kaydedildi. Şüpheli Zekeriya Öz'ün, Fetullah Gülen'in liderliğini yaptığı PDY adlı örgüte üye olduğu, anılan örgütün hükümet politikasından duyduğu rahatsızlık nedeniyle de; cumhuriyet savcıları Celal Kara, Mehmet Yüzgeç ve kolluk görevlileriyle eylem, fikir birliği içerisinde hareket ederek Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırarak görevlerini yapmasını engellemeye teşebbüs ettiği ve bu kapsamda Cumhuriyet Savcıları Celal Kara ve Mehmet Yüzgeç tarafından yürütülen soruşturmalarda koordinatör başsavcıvekili olarak görev alarak adı geçen cumhuriyet savcılarını yönlendirdiği, şahsi twitter hesabından yaptığı paylaşımlarda hükümeti yıkma kastını ortaya koyduğu bildirildi.
İddianamede yer alan tanık Yusuf Teker'in ifadesinde, yatırım uzmanı olduğunu, 17 Aralık öncesi SPK içerisinde Asya Bank, İpek ve Koza gibi şirketlere ayrımcılık yapıldığını gördüğünü, hisse senetlerinde yükselmemesi gereken fiyata yükseltildiğini, SPK'nın buna göz yumduğunu, Koza şirketinin normalde İpek Matbaacılık Koza Davetiye şeklinde iken hızlı bir şekilde altın şirketine dönüşüp bire bir milyon performans gösterdiğini, böyle bir büyümede SPK'nın istismarı olmasa yapılamayacağını, Gezi olaylarında ve 17 Aralık döneminde borsanın düşmemesi gerektiği kadar düştüğünü, bu nedenle ülkeden de çıkmaması gerektiği kadar para çıktığını, özellikle hükümeti yıkmak için düşüşün hızlı ve olduğundan fazla gösterildiğini, bu sanal düşüşleri yapanların paralel yapıya mensup olupborsa içinde görev yapan kişiler olduğunu, bu kişilerin basın ve yayın organlarında yer alan haberlerin etkisini değiştirmek, kamuoyunu etkilemek ve bunun sonucu hükümete darbe vurmak gayesi ile yapıldığını düşündüğünü söylediği kaydedildi.
''ÜLKE EKONOMİSİNDEKİ KAYIP 15-16 MİLYAR DOLAR''
Tanık Teker'in ifadesine iddianamede şu şekilde yer verildi: ''17 Aralık öncesinde borsanın 8 Ekim 2013 tarihinden başlayarak bir yükseliş trendi içerisine girdiğini, bu trendin 28 Kasım 2013 tarihinde en yüksek seviyesine ulaştığını, fakat 28 Kasım 2013 tarihinden 16 Aralık 2013 tarihine kadar borsada olağanüstü fiyat hareketleri oluşmaya başladığını ve 16 Aralık günü hiç düşmemesi gerektiği kadar düştüğünü yani bu haberi elinde bulunduranların, ne zaman servis edeceklerini bildiklerini ve önceden bunun hazırlığını yapmaları gerektiğini söylemiştir. Ülke ekonomisindeki kaybın 15-16 milyar dolar olarak hesaplandığını, fakat hükümete verdiği zararın yabancı yatırımcının güven kaybı istikrar ve büyümeye verdiği zararın hesaplanması mümkün olmayacak kadar büyük olduğunu, çünkü bu tip olayların yansıması reel ekonomide hesaplanamadığını, bunun bir marka değeri gibi olduğunu ve yansımaları vadeler içerisinde gerçekleşeceğini, yani eğer hükümeti yıkmayı planlayan örgüt ya da grup nasıl bunu devletin diğer kademelerinde yapılanarak yaptılarsa aynı şekilde BİST ve SPK içerisinde de yapılanmış olması gerektiğini, aksi takdirde bu olayı bertaraf etmenin SPK ve BİST'in 1 saatte yapacağı bir iş olduğunu, yani borsadaki kişiler iyi niyetli olsa idi, açığa satışı durdurup piyasayı sakinleştirebilmelerinin mümkün olacağını söylemiştir.'' İddianamede tanık Teker'in ''2012 yılında BİST'de kapalı göz uygulaması başlatıldığını, uygulamanın amacının anlaşılamadığını, bu uygulama olmasaydı 17 Aralık sürecinde ekonomik kaybın bu kadar yüklü olmayacağını, kapalı göz uygulamasının paralelciler tarafından getirildiğini düşündüğünü" ifade ettiği belirtildi.