11.06.2020 - 10:15 | Son Güncellenme:
milliyet.com.tr
ABD'de George Floyd'un öldürülmesinden sonra başlayan protestoların yanı sıra önce ABD'yi sonra da dünyayı kasıp kavuran tartışmalar da dinmek bilmiyor.
Trump'ın polisin iterek düşürdüğü yaşlı gösterici Martin Gugino için önceki gün 'provokatör' ifadesini kullanması büyük eleştiri ve tepkilere neden olurken, Beyaz Saray Sözcüsü Kayleigh McEnany, ABD Başkanı Donald Trump'ı savundu.
McEnany, Beyaz Saray'da düzenlediği basın toplantısında, Trump'ın Buffalo kentinde 75 yaşındaki bir adamın polis şiddetine maruz kaldığı görüntülere ilişkin "kurgu" demesini savundu.
Olaylar araştırılırken konunun çok yönlü sorgulanması gerektiğini vurgulayan McEnany, Buffalo'daki olayın "şüphe uyandırıcı" olduğunu ve Trump'ın sorulması gereken soruları sorduğunu söyledi.
ABD lideri, New York eyaletinin Buffalo kentinde polis tarafından itilerek yere düşen 75 yaşındaki Martin Gugino hakkında bir komplo teorisini Twitter hesabından paylaşmıştı.
Trump, One America News televizyonunun bir haberine atıf yaparak, göstericinin faşizm karşıtı Antifa hareketinin provokatörlerinden olabileceğini ve 75 yaşındaki erkeğin polise tezgah kuruyor olabileceğini öne sürdü.
Trump, Gugino ve örgüt arasında bağlantı olduğuna dair herhangi bir delil sunmamıştı.
Trump, "Polisin ittiği Buffalo’daki protestocu ANTIFA provokatörü olabilir. 75 yaşındaki Martin Gugino polisin ekipmanını işlevsiz hale getirmeyi amaçlıyordu. İtildiğinden daha sert yere düştü. Bu bu bir tezgah olabilir mi?" demişti. ABD'li televizyon yorumcusu ve haber sunucusu Brian Stelter da CNN yayınına katılarak Trump'ın attığı dayanaksız tweet'i eleştirdi.
One America News'un yaptığı haberin doğru olmadığını ve bir dayanağı bulunmadığını söyleyen Stelter, haberde kesin bir yargıya varılmadığının ve her cümlenin sonunda bir soru işareti bulunduğunun altını çizdi.
Kaynağının bilinmediği bi komplo teorisinin isimsiz bir şekilde sosyal medyada ortaya atıldığını söyleyen CNN yorumcusu, bu iddianın önce haberlere sonra, ABD Başkanı'nın tweet'ine ve oradan da tüm dünyaya yayılmış olmasının saçma ve inanılmaz olduğunu söyledi.
Brian Stelter, Trump'ı da aldığı bu yanlış ve ssılsız bilgiyi tüm dünyayla paylaşarak kafaları karıştırmaya çalıştığı gerekçesiyle eleştirdi.
Bu iddiaları Rus trollere bağlayanların da olduğu sorusu üzerine Brian Stelter, One America News'da bu haberi yapan muhabirin geçmişte Moskova merkezli uluslararası medya kuruluşu Sputnik International'da çalışmış olduğunu söyledi.
Brian Stelter, ayrıca söz konusu muhabirin corona virüs ilk ortaya çıktığında da çeşitli komplo teorilerini haberleştirdiğini ve bunların "deli saçması" olduğunu söyledi.
Cumhuriyetçi senatörlerin tweet'i görmemiş ve duymamış gibi yaptıklarını ve başlarını öteki tarafa çevirdiklerini söyleyen Stelter, yaşananları "utanç verici" olarka nitelendirdi.
Öte yandan Başkan Trump, Katolik başpiskoposu Carlo Maria Viganò tarafından kendisine yazılmış bir mektubu tweet'leyerek paylaştı.
Uzun soluklu mektupta Viganò, mevcut iklimi iyilik ve kötülüğe karşı bir savaş olarak tanımlıyor. Viganò ayrıca corona virüs pandemisinin ve dünyayı saaran George Floyd protestolarının Trump'ın yeniden seçilmesine zarar veren 'derin devlet' planının bir parçası olduğunu ileri sürdü.
Viganò,, geçen hafta Trump'ın Papa John Paul II heykelinin önünde poz vermesi ve elinde İncil'le St. John's Kilisesi'ne yürümesi için protestocuların göz yaşartıcı bomba ve biber gazıyla dağıtılmasını eleştiren Katolik kilisesi üyelerini de topa tuttu.
Katolik başpiskoposu Carlo Maria Viganò, bu kişilerin derin devlete, küreselleşmeye, Tanrı'yı mahkemelerden, okullardan, ailelerden ve hatta belki de kiliselerden çıkararak dünyaya hükmetmek için Masonik ideallerini harekete geçiren Yeni Dünya Düzeni'ne bağlı olduklarını ileri sürdü.
Carlo Maria Viganò, ayrıca medyanın 'gerçeğin duyulmasını engellemek' istediğini ileri sürdü.
Viganò mektubu, daha geniş kapsamlı bir komploya atıfta bulunarak, başkanın corona virüs için kullandığı "Görünmez Düşman"a ifadesini kullanarak onun için dua ettiğini söyleyerek bitirdi.
Öte yandan Seattle'da düzenlenen gösterilerde, bir grup göstericinin belediye binasını işgal etmesi ve meclis binasına "Seattle Otonom Bölgesi" tabelası asmasının ardından, ABD Başkanı Donald Trump olaylara Twitter'dan tepki gösterdi.
Washington Valisi Demokrat Jay Inslee ve Seattle Belediye Başkanı Demokrat Jenny Durkan'a tepki gösteren Trump, "Şehrinizi geri alın. Almazsanız, ben alırım. Bu bir oyun değil. Bu çirkin anarşistler acilen durdurulmalı. Hızlı hareket edin." çağrısında bulundu.
Trump, "Radikal solcu Demokratlar tarafından yönetilen Seattle, iç teröristlerin egemenliğine geçti. Kanun ve nizam!" ifadesini kullandı.
Öte yandan ABD'de şoke eden bir gelişme daha yaşandı. Floyd'un ölümünde yardım ve yataklık etmekten yargılanan eski polis Thomas Lane, mahkemenin belirlediği 750 bin dolar kefalet bedelini ödeyerek dışarı çıktı.
Lane, Floyd'un ensesine dizini basarak ölümüne neden olan Derek Chauvin ile olayın üzerinden 24 saat geçmeden meslekten ihraç edilmişti.
Minneapolis'te 46 yaşındaki Floyd, 25 Mayıs'ta, gözaltına alındığı esnada bir polisin boynuna 8 dakika 46 saniye boyunca basması sonucu yaşamını yitirmiş ve bu olayın görüntülerinin sosyal medyada yayılması, ülkedeki polis şiddetini bir kez daha gündeme getirmişti.
"Polis reformu" ve "ırkçılığa son" talebiyle başlayan gösterilerde, başkent Washington DC de dahil olmak üzere birçok büyük şehirde şiddet ve yağma olayları olmuş, şehirlere Ulusal Muhafızlar görevlendirilmişti.
Trump ise olayların ardında, "Antifa ve radikal sol grupların" olduğunu öne sürmüş ve bu grupları "iç teröristler" olarak nitelemişti.
Peki, George Floyd'un ölümü ABD'de neden bu kadar büyük bir tepki yarattı? Washington'dan yazan BBC muhabiri Helier Cheung'un analizi, "Binlerce Amerikalı, bazıları hayatlarında belki de ilk defa ırkçılık karşıtı protestolar için sokaklara çıktı. Peki bu trajedi neden özellikle böyle etki yarattı?" cümlesiyle başlıyor:
"George Floyd, polis tarafından öldürülmesiyle protestolara yol açan ilk siyah Amerikalı değil. Tamir Rice, Michael Brown ve Eric Garner da polis tarafından öldürüldükten sonra değişim çağrıları ve eylemler yapılmıştı. Ancak tepkilerin daha yaygın ve sürekli olduğu bu sefer, durum farklı görünüyor. ABD genelinde 50 eyalet ve başkent Washington DC'de ve nüfusun ağırlıklı olarak beyaz olduğu şehirler ve kırsal kesimde de gösteriler yapıldı.
Yerel yönetimler, spor ve iş dünyası bu kez tavır almaya hazır görünüyor. En kaydadeğer etki de Minneapolis Belediye Meclisi'nin polis teşkilatını dağıtma sözü vermesi oldu. Black Lives Matter (Siyahların Hayatları Değerlidir) protestolarına bu sefer diğer ırklardan da eylemciler katılıyor. Giderek daha çok sayıda beyaz ve diğer etnik kökenliler siyahlarla birlikte.
New York Üniversitesi'nde Black Lives Matter hareketi üzerine ders veren aktivist Frank Leon Roberts BBC'ye yaptığı açıklamada, "George Floyd'un ölümü üzerine pek çok farklı faktör bir araya gelip, 'isyan için mükemmel bir fırtına' oluşturdu" diyor. Beyaz polis memuru Derek Chauvin, "Nefes alamıyorum" dediği halde, sonunda tepki vermez hale gelene kadar dizini George Floyd'un boynu üzerinde yaklaşık 9 dakika boyunca tuttu. Olay, net bir şekilde videoya çekildi.
Roberts,''Polis şiddetinin önceki birçok örneğinde belirsiz bir anlatım ihtimali vardı, ne olduğuna dair kısıtlı görüntü veya polis memurunun hayatından endişe ettiği için anlık bir karar aldığı söylemleri vardı'' diyor: "Bu olay ise tamamen açık bir adaletsizlik eylemiydi, insanlar Floyd'un silahsız ve aciz durumda olduğunu görebiliyordu."
Son günlerdeki protestolara katılanların çoğu ilk kez eyleme katıldığını söylüyor; George Floyd'un ölümünü görmek onlara daha fazla evde kalamayacaklarını hissettirmiş. Maryland eyaletinden protestocu Sarina LeCroy BBC'ye, "Videoya çekilmeyen yüzlerce ölüm var ancak sanırım bu videodaki dehşet ve açık nefret insanları uyandırdı'' yorumunu yaptı.
Aynı şekilde Wengfay Ho da Black Lives Matter hareketini desteklediğini, fakat George Floyd'un onu ilk defa sokağa çıkmaya ittiğini söylüyor: "Çok fazla his uyandırdı ve değişim çağrısı şu an her zamankiden daha acil."
Roberts, "Tarih beklenmedik güçler yakınlaştığında değişir" diyor. Floyd'un ölümü, koronavirüs pandemisi sırasında Amerikalılara evde kalmalarının söylendiği ve 1930'lardaki Büyük Buhran'dan bu yana en yüksek işsizlik oranlarının yaşandığı bir dönemde gerçekleşti. Roberts bu durumu şöyle anlatıyor: "Tüm ülkenin kısıtlamalar altında olduğu bir durum var ve daha çok sayıda insan evlerinde televizyon izliyor. Başka bir yere bakıp dikkatlerini dağıtamadıkları için, buna odaklanmaya zorlanıyorlar."
Roberts ayrıca, pandeminin çoktan çalışma ve yaşama alışkanlıklarımızı değiştirdiğini ve ve pek çok Amerikalıyı da kendilerine "normalin hangi kısımlarının artık kabul edilemez olduğunu sormaya yönelttiğini" ekliyor. Ayrıca, ABD'deki yüzde13'lük işssizlik oranı, normalden çok daha fazla insanın işteki sorumluluklarını düşünmeden protestolara katılabilmesi anlamına geliyor.
Floyd'un ölümü, Ahmaud Arbery ve Breonna Taylor ölümlerinden kısa süre sonra geldi. 25 yaşındaki Arbery, 23 Şubat günü Georgia'da koşarken bir hırsıza benzettiklerini söyleyen komşuları tarafından vurulmuştu. 26 yaşındaki Breonna Taylor ise polisin Kentucky'deki evine girip 8 el ateş etmesi sonucu hayatını kaybeden bir sağlık çalışanıydı.
İkisinin de ismi son Black Lives Matters protestolarındaki pankartlarda yer edindi, protestoculara Taylor'ın ismini de haykırmaları çağrıları yapıldı. Roberts, George Floyd'un ölümünü 'topluluklar için bardağı taşıran son damla' olarak tanımlıyor ve olayın yaz aylarında, insanların dışarı çıkmak istedikleri bir dönemde gerçekleştiğini hatırlatıyor. Bu yıl başkanlık seçimi yapılacak olması da siyasetçilerin daha fazla yoğunlaşıp bu olaylara tepki verme ihtimalini arttırıyor.
ABC'nin yaptırdığı ankete göre Amerikalıların yüzde 74'ü Floyd'un öldürülmesinin polisin siyah Amerikalılara karşı muamelesindeki daha yaygın bir sorunun bir parçası olduğunu düşünüyor. ABC, bu durumun Michael Brown ve Eric Garner'ın ölümünden sonra 2014 yılında yapılan benzer bir ankete kıyasla, büyük bir artış gösterdiğini söyledi. Bu anketteki oran yüzde 43'tü.
Roberts, Black Lives Matter hareketinin daima çok çeşitli unsurlar barındırdığını, ABD'deki beyazların ırk sorunlarından bahsetmeye yedecek kelime hazineleri olmadığını söylüyor: "Bu onlar için rahatsız edici; ırkçılıkla ilgili herhangi bir konuşmayı kendi varlıklarına saldırı olarak görüyorlar veya birilerini gücendirebilirler diye konuşmaya haklarının olmadığını düşünüyorlar." Ancak Roberts, şimdi daha çok sayıda beyaz destekçinin bu duruma karşı çıktığını ve 'rahatsız olurken rahat ettiklerini' söylüyor.
Büyük şehirlerdeki büyük gösterilere ek olarak, aralarında Illinois eyaletinin en ırkçı yeri olarak tanımlanan Anna ve Teksas'taki Vidor gibi küçük yerleşimlerde de protestolar yapıldı. Vidor bir zamanlar Ku Klux Klan hareketinin kalesiydi. Floyd'un öldüğü koşulların net olarak görülmesi, insanların birleşmesini de kolaylaştırmış olabilir.
Gazeteci Judy Mueller, ''Benim küçük, beyaz kasabam bir protesto eylemi yaptı. Yalnız değiliz.'' başlıklı köşe yazısında Norwood, Colorado'daki bir anma töreninde 40 kişiyi gördüğünde 'şoke olduğunu' söyledi. Anma törenini organize edenler 'polis ve Black Lives Matter hareketine destek vermenin birbiriyle çelişmediğini' söylerken, Cumhuriyetçi Partili yerel siyasetçi Candy Meehan, "Bunun siyasi bir mesele olduğunu düşünmüyorum, yanlış yanlıştır" dedi.
Siyah eylemciler, büyüyen desteği memnuniyetle karşılıyor. Başkent Washington DC'de yaşayan Eric Wood, 2012 yılında Trayvon Martin'in ölümünden sonraki ve bu yıl başlarında Breonna Taylor'ın ölümünden sonra yapılan eylemlere katıldığını söylüyor. Fakat Wood'a göre, son günlerdeki protesto eylemleri, şu ana kadarki en büyükleri: "Siyah Amerikalılar ve azınlıklar ırkçılığı yıllardır protesto ediyor. Beyazların yardımı olmadığında, bizim sesimizin, bu kadar çok duyulmadığı açık." Roberts ise, "Tarih açıkça gösteriyor. Sular barajı yıkıp geçmeden önce önce değişmesi gerekenler, mevcut sistemlerden faydalanan insanlar" diyor.
Ben Longwell ve Justine Summers, polisin aşırı güç kullanımı nedeniyle, sosyal mesafe kuralına uymanın zor olmasına karşın başkentteki eylemlere katılan iki sağlık çalışanı. Summers eylemlere katılmayı planlamadığını fakat 'polisin ne kadar vahşileştiğini duyduğunda bunun yapması gereken bir şey olduğunu hissettiğini" söyledi.
CNN için yapılan bir ankette, Amerikalıların yüzde 84'ü siyah Amerikalılara yönelik polis şiddetine karşı barışçıl eylemleri meşru gördüklerini ifade etti. Katılımcıların yüzde 27'si de protestocuların şiddet eylemlerini meşru gördüklerini söyledi. Roberts, ''Gerçek şu ki kimsenin incinmesini istemiyoruz. Fakat siyaset ve medya stratejisi olarak, iyisiyle kötüsüyle isyan çıkarmanın kameraların konuya odaklanmasını bir yöntemi olduğunu fark etmemiz lazım" diyor.
Çoğu gösterici belirli değişimler istiyor. Polislerin vücutlarında kamera bulundurmasının zorunlu olması, bütçelerinin azaltılması gibi. Roberts, mevcut protestoların kalıcı bir değişiklik getirip getirmeyeceğini görmek için çok erken olduğunu söylüyor ve ''1950-60'ların sivil haklar hareketinin 10 yıldan fazla sürdüğünü hatırlayın. Ama yine de umutluyuz. Yalnızca Rosa Parks gibi bir kişinin işlerin değişmesine yettiği bir ülkede yaşıyoruz.''
ABD genelinde protestolar oldukça barışçıldı ve bazı yerlerde polisler de destek verdi. Yine de protestocular ve polis arasında bazı çatışmalar yaşandı. Geçen hafta yetkililer barışçıl göstericileri zorla Beyaz Saray önündeki meydandan dışarı çıkardı. Kısa süre sonra Başkan Donald Trump, kilisenin önünde fotoğraf çektirmek için sokağın karşısına geçti. Protestoları haber yapan onlarca gazeteci, güvenlik güçlerinin biber gazı, plastik mermi ve göz yaşartıcı gaz kullandıklarını bildirdi. Bazı göstericiler polisin aşırı güç kullanımını protesto için sokaklara çıktı.
Rosa Parks 1955 yılında beyaz bir adama yerini vermeyi reddettiği için tutuklanmış ve ardından gelen boykot ve geniş çaplı hareket, 1964'te medeni haklar kanunuyla sonuçlanan sürecin kıvılcımını tutuşturmuştu.
Başkentteki pek çok protestocu hafta sonu tarihi bir anın eşiğinde hissettiklerini söylüyor. "İşlerin gerçekten değişebileceği bir noktadayız" diyen Laura Hopman, dokuz yaşındaki iki oğlunu beraberinde getirdiğini anlatıyor: "Onların da, kendilerinin ve başkalarının hayatını değiştiren bu olayın bir parçası olmalarını istiyorum." 10 yaşındaki Dylan Pegram da ilk yürüyüşünde babasıyla birlikte oradaydı: ''Biraz stresli buldum ama aynı zamanda iyiydi de, çünkü değişime ihtiyacımız var.''