24.09.2024 - 14:22 | Son Güncellenme:
Harflerin olmadığı bir dünya, yazılı kültürün hiç var olmadığı, bilginin sadece sözlü yollarla taşındığı bir yer olurdu. Her şey hafızalara dayanır, bilgi aktarımı güvenilmez ve sınırlı olurdu. Kitaplar, şiirler, bilimsel çalışmalar veya günlük yazışmalar olmadan insanlar, bilgi ve kültürlerini harfler olmadan gelecek nesillere nasıl aktarırdı? Harfler olmadan, iletişimin büyük bir kısmı sadece sözlü kalırdı. Bu da insanların dilden dile geçerken hikâyeleri değiştirdiği, bilginin dağılmasının zorlaştığı ve toplumların gelişim hızının yavaşladığı bir dünyayı ortaya çıkarırdı değil mi?
Harfler olmadan, insanlar sadece seslerle, görsellerle veya işaretlerle anlaşmak zorunda kalırlardı. Bu da karmaşık fikirleri, duyguları veya bilgileri anlatmayı zorlaştırırdı. İletişim, yüz yüze olmadan neredeyse imkânsız hâle gelirdi. İnsanlar arasındaki anlayış boşlukları artar, yanlış anlaşılmalar sıklaşırdı. Dilden dile aktarımlar, zamanla değişime uğrar ve basit olay ya da durumlar dahi garip bir hal alabilirdi.
Yazının olmadığı bir dünyada, insanlar bilgi ve hikâyeleri nesilden nesle sözlü olarak aktarırdı. Ancak, bu yöntem zamanla bilgilerin değişmesine ve unutulmasına yol açardı. Her bir anlatıcı, hikâyeye kendi yorumunu katar, zamanla gerçek ile efsane birbirine karışırdı. Mağara duvarlarına çizilen resimler ve semboller ise yazıdan yoksun bu dünyanın tek iletişim aracı olurdu.
Bilimsel keşiflerin yazılı olarak kaydedilmesi, bilgi birikiminin temel taşlarından biridir. Harflerin yokluğunda, bilimsel çalışmaların paylaşılması ve ilerlemesi son derece zor olurdu. Formüller, teoriler ve araştırmalar sadece sözlü anlatımla sınırlandırıldığı için hatalar ve yanlış anlaşılmalar artardı. Görsellik üzerine dayalı aktarım her bilimsel keşfi kapsamazdı.
Teknoloji, yazı olmadan ilerleyemezdi. Bilgisayarlar, programlama dilleri ve kodlama sistemleri tamamen harf ve sayılara dayanır. Harflerin olmadığı bir dünyada dijital devrim hiç başlamaz, teknoloji yerinde sayardı. Bu da modern dünyanın bugünkü haline ulaşmasını engellerdi.
Romanlar, şiirler, tiyatro oyunları… Hiçbiri yazıya dökülemezdi. Tüm edebiyat sözlü kültüre bağlı olurdu ve birçok hikâye, zamanla kaybolur ya da unutulurdu. Edebi eserler sadece anlatıcının belleğinde saklanır, sanatsal yaratıcılık büyük ölçüde sınırlandırılırdı. İnsanlar kendilerini ifade etmek ve iletişim kurmak için resimlere ve sembollere başvurmak zorunda kalırdı. Herkes birer ressam gibi düşüncelerini, duygularını ve anlatmak istediklerini çizimlerle aktarmaya çalışırdı. Mağara resimlerine benzeyen şekiller, günlük hayatın bir parçası haline gelirdi. Ancak, çizimler karmaşık ve soyut düşünceleri aktarmakta yetersiz kalabilir, yanlış anlaşılmalara yol açabilirdi.
Okullar, kitaplardan yoksun olur, eğitim tamamen konuşmaya dayanırdı. Öğrenciler her şeyi sadece dinleyerek öğrenir, not almak ya da ders kitabına başvurmak imkânsız olurdu. Bu, öğrenme sürecini çok daha zor ve etkisiz kılardı. Bilgiyi saklamak ve öğretmek zorlaşır, eğitim sistemi büyük bir kaosa sürüklenirdi.