28.12.2003 - 00:00 | Son Güncellenme:
Yirminci yüzyıl edebiyatının en çok tartışılan konularından birisi
'fiction - non - fiction', yani hayal ürünü eserlerle, gerçek yaşamdan yola çıkan çalışmalar arasındaki rekabetti. Bir yazarın kendi düş gücüyle yarattığı dünyanın, objektif gerçeklikten kopuk olduğu ve inandırıcılığı olmadığı görüşü giderek daha çok benimsendi. Hatta, gerçek yaşamın gizemi ve kontrol edilemeyen değişiminin, beyinlerde yaratılan öykülere galip geleceği ve roman yazarlığının giderek biyografi anlatımına döneceği savunuldu. Aynı şekilde, televizyonun müthiş gücü karşısında sinema sanatının da düşüşe geçtiği ve sonu geldiği öne sürüldü. Neyse ki, edebiyat da, sinema da kendilerini ciddi bir biçimde tehdit eden gerçek öyküler karşısında değişti, dönüştü ama kehanetler tutmadı. Hatta, hayal gücü daha da az bulunur ve çok kıymetli bir değer haline geldi.
İçinde bulunduğumuz yüzyıl, teknolojinin bilgiyi herkese ilettiği, gerçek yaşamın tüm dehşetini, acılarını ve mucizelerini milyarlarca insanın aynı anda izlediği bir dönem. İnsanlar artık daha görmüş geçirmiş, daha eleştirel ve hayal ürünü olan çalışmalar karşısında daha acımasız. Hayal gücü üzerine inşa edilen çalışmalardan, öncelikle yaşamın ezici dramatikliğini kabul etmesini bekliyorlar. Sanatçılardan yaşamı anlatıyormuş gibi yapmak yerine samimi olmalarını istiyorlar. Çünkü, hiçbir
Hollywood filmi İkiz Kuleler'in yıkılışındaki dramatik etkiye sahip olamayacak, hiçbir kurgubilim, Mars'tan gelecek görüntüler kadar heyecanlandıramayı başaramayacak.
İnandırıcılık önemli değil
Bu yüzden, bilgisayar oyunlarının sanal evreninde, 'bu zaten benim yarattığım dünya' yaklaşımıyla gerçekçi olma çabası içine girilmiyor. Yüzüklerin Efendisi, Matrix gibi filmler yeni bir 'fiction' anlayışı sunuyor. Hayaller inandırıcı olmaya değil, duygu ve düşünceleri kışkırtmaya çalışıyor.
Buna alternatif olarak, diğer uçta tümüyle gerçek olma iddiası yer alıyor. Hayatı biraz kendi haline bırakalım, bazı gerginlikler yaratalım, sonra da tepkileri birlikte izleyelim tavrı tırmanış yaşıyor. Biri Biz Gözetliyor'la başlayan yaklaşım, birileri bizi gözetlerken evlenelim, şarkı söyleyelim, aile dertlerimizi herkesin önünde tartışalım, kirli çarşaflarımızı 70 milyona izletelim şekline dönüşüyor. Yasemin Bozkurt'un Kadının Sesi programı, sessiz ve derinden rating patlaması yaşıyor. Bozkurt, bir tür yeni zaman 'mor çatı sığınma evi' işlevi içinde kadınlarla bir kabul günü ortamında dertleşiyor, bağlantılar yapılıyor, ziyaretçiler geliyor, ağlamalar, kavgalar, acılar ve gönülden pek çok duygu gözyaşlarıyla izleniyor.
Herkes işin içinde
Popstar yarışmasıysa, tüm ülkenin gündemini belirleyen gerçek bir çılgınlık haline geliyor. Son dönemin üstünde çok konuşulan ve analiz edilen bu başarı öykülerinin aslında üzerinde durulmayan bir ortak noktası var: 'İnteraktivite' - katılımcılık. Bir başka deyişle, tıpkı bilgisayar programlarında olduğu gibi izleyici de oyunun bir parçası. Programa müdahale edebiliyor, demokratik haklarının keyfini aday seçimi için oy kullanarak çıkarıyor. Bir şarkıcı seçme yarışması, iyi ses, nota bilgisi ve sahne hakimiyeti vb gibi unsurların çok ötesinde, bir tür borsa hassasiyetiyle, o akşam 'Allah ne verdiyse' kısmetine bağlı olarak değerlendiriliyor. Jüriyle adayların ilişkisi, adayların izleyiciyle olan diyaloğunun cevabı hemen durumu belirliyor.
Bir modern zaman Belgin Doruk'u
Popstar oylaması, jüriyle adayların diyaloğu, salondakilerin alkışları veya yuhlamaları, gazetelerde çıkan haberleriyle sürekli bir devinim yaşıyor. Beklenmedik olaylar ortaya çıkıyor. Acı, gözyaşı, tartışma, otomobil kurşunlaması, terk etmeler hatta cinayetler işin içine karışıyor. Batılı, seksi güzel kadının protestosu bir süre konuşuluyor, ulvi görevini yerine getirsin mi, gitsin mi, kalsın mı soruları bile hemen bayatlıyor. Elenenlerin isimleri ve yüzleri gibi dekolte elbiseli, bir modern zaman Belgin Doruk'u havasındaki asil genç kadın Deniz Seki bir haftada unutuluveriyor.
Yeni gelen kadın figür Zerrin Özer, gerçek bir müzik otoritesi ve bir gönül kişisi. Herkesi seviyor, şefkatli bir ana yaklaşımıyla gerginliği azaltıyor, anaerkil toplumuzun dengelerini yerine oturtuyor. Aile içi kavga gürültü sona erince, müzik ön plana çıkmaya başlıyor. Hemen 'tepki oyları' desteklerini çekiyor ve yıldızlaşan isimlerden biri eleniyor, diğeri klasmandaki yerini yitiriyor.
'En efendi'nin seçimi ilgiyi azaltır
1001 Gece Masalları'nın son haftalarına girilirken, izleyici önümüzdeki günlerde daha da büyük sürprizler bekliyor. Eurovision'da bile kazanarak yılların intikamını batıdan almayı başarmış Türk halkının, gözyaşı, ihtiras ve drama kaybolursa, yarışmaya olan ilgisinin azalacağı öngörülebilir. Dramatik efekt biraz uyuşturucu alışkanlığı halinde olduğu için, 'ne gerginlikler yaşamış bir yarışma'nın huzur ve güven ortamı içinde, en iyi ve en efendiyi seçmesi ilgiyi zayıflatacaktır. O zaman da Armağan'ın eleştirileri, hatta Zerrin Özer'in ağlaması bile izleyiciyi başka oyunlara yönelmekten alıkoyamayacaktır.
Öncelik 'rekabetçi fayda'daydı
Bu noktada, bakılması gereken bir başka boyut, ki bu daha ziyade pazarlama endüstrisini ilgilendiriyor, izleyicinin katılımını sağlamanın önemidir. Yaşam bu kadar hareketli, şaşırtıcı ve güçlü imgelerle karşılarındayken, reklam ajanslarının buldukları 'yaratıcı reklam fikirleri' ne kadar dikkat çekici olabilecektir? Daha da önemlisi izleyiciler bu çalışmaları inandırıcı ve ikna edici bularak o markaya yönelebilecekler midir?
Reklamcılığın ilk yüzyılında reklamın formülü bir ürünün rekabetçi faydasını tüketiciye anlatmak üzerine kuruluydu. Sonra duygusal faydalar işin içine girdi ve çalışmalarda bu ürünü kullanırsan kendini bu insanlar gibi hisseder, dış dünyaya da o mesajları verirsin vaadi öne çıktı. Ne yazık ki, artık, ürünler ve hizmetlerin birbirine çok benzediği bir dünyada, reklamlar da çoğu kez farklılaşamıyor ve izleyiciyi yeterince etkileyemiyor.
Tüketici pazarlamacıyı zorluyor
Tarih içinde yaşanırken değil, uzaktan bakıldığında daha net görünebiliyor şüphesiz. Ancak, son yıllardaki ciddi kırılma noktalarını da görmezlikten gelmemek lazım. Pazarlama dünyası aslında ciddi bir tarihi dönümün eşiğinde. Yeni tüketici tipi herşeyi görmüş geçirmiş haliyle pazarlamacıları zorluyor, yaptıklarını görmeyi, iştmeyi, etkilenmeyi ve reklamlar aracılığıyla karar vermeyi istemiyor. Kendisine birşey pazarlanmasını istemiyor. Anlaşılmayı, zekasına, değerlerine ve beklentilerine önem verilmesini talep ediyor. Sadakat giderek azalıyor. Bu yüzden, reklam dünyası hayal gücü kullanımı, inandırıcılık, etkileme gücü ve katılımcılık kavramlarını açıkça tartışmak ve yeni bir iletişim platformu yaratmak zorunda.
Sigorta reklamları farklılaşmayı başaramıyor
Sigorta reklam yapmanın zor olduğu bir alandır, çünkü, satın alınan poliçedeki hizmet ancak bir kötü durum olduğunda devreye girecektir. Bu yüzden insanların korkularının üzerine gitmemeyi ve sorunlara uzaktan bakmayı tercih eden bir üslup tercih edilir. Axa Oyak reklamları bu yaklaşımın uç uygulamalarından birisi: çevrede kaza, su baskını gibi nahoş durumlar olsa da, bizim kahramanlarımız gülüyor. Bunun dikkat çekmek için hazırlanan bir reklam tekniği olduğunu var saysak bile, korkumuzu ve kaygımızı gerçekten giderebilecek mi, emin olamıyoruz.
Commercial Union'ın zıt kardeşleri renkli giysilerle dans edip, şarkı söylerken hayat ve emeklilik gibi aslında insanların çok ciddiye aldığı konuları eski bir Hollywood müzikali parodisiyle kullanması gönüllere ulaşacak samimiyeti taşımıyor.
Anadolu Hayat Emeklilik reklamlarındaki tüm anlaşılamayan rastlantılar ve zorlama senaryo büyük bütçelerle yapımı gerçekleştirildiği izlenimi veren filmi inandırıcılıktan uzak kılıyor.
Sigorta reklamlarının doğal olmayan, insanların gönüllerine hatta akıllarına da çok fazla erişemeyen yaklaşımlarını yeniden gözden geçirmelerine ihtiyaç var. Yapılan reklam yatırımlarının marka ismi bilinirliği ve hatırlanma oranlarına etkisi olduğu tespitleri yeterli veri olarak kabul edilmemelidir. Sigorta son derece ciddi bir iştir, her şeyden önce ciddiyetinden utanmaması gerekir. Şarkılar, türküler veya aşırı soyut tekniklerle yaratılmaya çalışılan yabancılaştırma efekti reklamların gücünü azaltacak ve yatırımların geri dönüşünü olumsuz bir biçimde etkileyecektir. Yaşamın kaçınılmaz gerçeklerinin gerginliğini anlayan ve insanların ihtiyaçlarını bilen bir kuruluş yaklaşımı uzun vadeli marka yatırımı olarak daha iyi sonuçlar elde edecektir
Koçbank reklamı uzak ve yabancı duruyor
'Sizin bir hayatınız var' söylemiyle yaratılan reklam filmi, kullanılan karakterleri ve diliyle yabancı bir bankanın dublajla yayınlanan bir çalışması izlenimi yaratıyor. Özellikle ana karakter, tipi, davranışları ve hayalleriyle bir Türk'ten ziyade bir İsviçreli görüntüsü veriyor. Banka ajansa verdiği briefte 'kaliteli ve saygın bir banka konumundan' seslenmek istediğini belirtmiş olabilir. Oysa zaten güvenilir ve saygın bir kuruluş olarak algılanan Koçbank'ın insanlarla daha yakın ve sıcak bir ilişki kurması rekabet gücünü artırabilecektir.
Toys 'R' Us kampanyası sevimli ve inandırıcı
Mütevazı bir yapım bütçesiyle gerçekleştirildiği tahmin edilebilen çalışma çocuklara oyuncak alma fikrini sevimli afacanlar aracılığıyla anımsatıyor. Uzun süredir ağırlıklı olarak ürün tanıtımlarına yönelik gazete ekleri aracılığıyla iletişim yapmayı seçen kuruluş bu kez daha bütünsel bir yaklaşım içinde. Kısa dönemli bir yılbaşı kampanyası yapıp, susmaması ve marka değerleri yaratmaya yönelik eğilimini sürdürmesi yararlı olacak.
Marka Konferansı'na katılan ünlü tasarımcı Karim Rashid marka - reklam - tüketici konusunda radikal yaklaşıma sahip kişiler arasında yer alıyor. Rashid, marka sadakatinin kaybolmakta olduğunu, lüks tüketim malzemelerinin giderek yok olacağını ve reklamlardaki baştan çıkarıcı görüntülerin markaya faydadan çok zarar verdiğini savunuyor. Rashid'e göre seçeneğin ve bilginin bol olduğu yeni dünya düzeninde artık hiçbirşey sabit değil. Modern teknoloji güzel ve akıllı tasarımları uygun fiyatlarla sunabiliyor ve güzelliği her sınıfın hakkı haline getiriyor. Bu yüzden insanlar logoların sağlayacağı prestij için daha fazla ödemeye artık razı olmayacaklar. Yeni dönemde artı değer oluşturmanın tek yolu yaratıcı çözümlerde olacak. Tasarımcıların belli trendleri takip etmemesi, tavırları kendilerinin belirlemesi gerektiğini düşünün Karim Rashid kendi ufkunu açık tutabilmek için de kendi yaşamında beş yıldan daha eski hiçbir nesneyi bırakmamak gibi radikal bir kararı uyguluyor.
BUSINESS
'İstanbul, New York'tan daha güvenli'
Genetik kodumu patronuma vermek istemiyorum
Mad - Max ülkesindeki Türkler
New York'ta eğitimi değiştirdi Nobelliler derneğine seçildi
'Baba, sanki varmışsın gibi'
Hey gidi 'Es es es ki ki ki' hey!
Popstar'a Zerrin Özer'le anaerkil denge ayarı
Bademler Kaliforniya'dan cin mısırı Arjantin'den
TBMM etik konusuna özen göstermelidir
Pazarı önce havan topuyla dövüyor, sonra giriyor...
Yılbaşı eşantiyon harcamaları 'gider' yazılabilir
Sermaye ihracına geçen Çinliler, şirket topluyor
Yılın adamı
Komedi dizisi Seinfeld'de 'ciddi' anlaşmazlık
Başbakan'a eski arkadaşından mesaj var
'600 milyon dolarlık paketiniz geldi!'
2004'ün armağanları Net Baba'dan
Gurur duymak isteyen bir ıslık çalsın...