11.01.2022 - 07:00 | Son Güncellenme:
Eğer İzmit depremini, New York’taki ikiz kulelere saldırıyı ya da Galatasaray’ın UEFA kupasını alışını hatırlayamıyorsanız muhtemelen Z kuşağındansınızdır. Bu kuşak elinde “mouse” ile doğmuş; cep telefonsuz bir hayat düşünememiştir. Z kuşağı Y’den sonra ve Alfa kuşağından önce gelir; 1997-98 ve 2010’ların başları arasındaki dönemde doğanlar için kullanılır.
Benim yaşıtlarım ilk cep telefonunu ellerine 29-30 yaşlarında aldılar ama onlar internet ve mobil teknoloji ile büyüyen ilk jenerasyondur. Dijital çağda doğmuş olmanın etkisiyle bu kuşak bilgiye kolay ulaşabilir. Önceki kuşaklar bilgiyi kütüphane raflarında ya da dev ansiklopedilerde ararken, aradıkları şey onlar için bir “tık” uzaktaydı. Bir “mouse” hareketi ile birkaç saniyede önceki kuşakların belki de ömürleri boyunca ulaşamayacağı kadar bir bilgi hazinesine ulaşabildiler.
Z kuşağını öncekilerden ayıran önemli bir fark çevre konularındaki duyarlılıklarıdır. Geçen yıl yapılan bir Pew araştırmasına göre Z için en büyük toplumsal sorun iklim değişikliği. Çevre konusunda sadece kaygılı ve duyarlı değiller aynı zamanda tutkuludurlar. Sürdürülebilirlik uygulamalarını ve kavramlarını günlük yaşamlarının bir parçası yapmak istiyorlar.
Z’ler çok yakında yaşayan en kalabalık kuşak olacak. Hatta bazı tahminlere göre 2019’da yüzde 32 ile yeryüzünde en kalabalık onlardı. Ve tabii ki alım gücünü de yavaş yavaş onlar temsil edecekler. Bu kuşağın özelliği alış verişi sadece cüzdanları ile değil aynı zamanda vicdanları ile yapmaları. Onlar alım gücünü oluşturduklarında sürdürülebilir markaları tercih edecekler; hatta sürdürülebilir ürünler için daha fazla ödemeyi göze alacaklar. “Çevre dostu, organik, geri dönüştürülmüş ve doğal” gibi sıfatların bu kuşak için bir karşılığı var. Bunlar onların alım kararlarında etkili olacak. Z kuşağı için çevre sorunları sadece iklim ve çevre değil toplumsal sorunları da kapsıyor. Yine çalışmalar gösteriyor ki, Z’lerin yüzde 75’i çalışanlarının ve tüketicilerinin güvenliklerini önemseyen firmaları tercih ediyorlar.
Cesur ve eylemciler
Protesto kültürüne açıklar. Bir markayı ya da ayrımcı bir uygulamayı protesto etmek için teknolojinin de yardımıyla hızla bir araya gelebiliyorlar. ABD’de “Black Lives Matter” ya da Türkçesiyle “Siyahların Yaşamları Değerlidir” hareketini canlandıran Z’lerdi. Bu cesur kuşak iklim değişikliğine karşı kararlı bir şekilde harekete geçmek için itici güç olacak. Bu kuşağın liderlerinden Greta Thunberg’i bizler ilk defa iklim konusunda farkındalık yaratmak için iki hafta okula gitmeyip İsveç Parlamentosu’nun önünde oturma eylemi yaptığında tanımıştık. Sonra değişik platformlarda liderlere ve karar vericilere konuşurken, hatta “fırça” atarken gördük.
Bu yıl, dünyanın her yerinden 40 bine yakın genci temsilen COP26’ya katılan iklim liderleri, seslerini duyurmak ve geleceklerini korumak için hükümetlere eylem çağrısında bulundu ve iklim değişikliği ile mücadele için küresel düzeyde farkındalığın artırılmasında önemli bir rol üstlenebileceklerini hatırlattılar. Aynı zamanda küresel ve yerel düzeyde iklim politikalarına ilişkin karar alma süreçlerine daha fazla dahil edilmeyi talep ettiler.
Kısacası daha duyarlılar, harekete geçme ve geçirme konusunda çok daha hızlı ve istekliler. İklim değişikliğinden en çok endişelenen dolasıyla da çözümü için bireysel olarak daha fazla mücadele eden kesim onlar.
Şirketler ne yapmalı?
Bireysel çabalarının yanı sıra toplumdaki tüm paydaşları da aynı endişe ile hareket etmeye ve somut çözümler getirerek dünyaya karşı sorumlu davranmaya zorluyorlar. Gençler markaları yarattığı çevresel ve sosyal değerle ölçüyor; sorumlu davranmayanları satın almayarak cezalandırıyor, çevresel ve sosyal riskleri göz ardı eden şirketlerde çalışmak istemiyor. Yeni nesil çalıştıkları ya da ürünlerini aldıkları şirketlerin çevre ve iklim konularına karşı duyarlı olmasını ve çözüm arayışı içinde bulunmasını istiyor. Şirketlerin taahhütlerinde ne kadar samimi olduklarını sorgulama istiyorlar. Şirketlerin ve hükümetlerin “mış gibi” yapmalarını istemiyorlar.
Bu nedenle, iklim konusunda harekete geçen şirketler hedef belirlemekle yetinmeyip, hedeflerin ne ölçüde, hangi zaman aralığında ve nasıl tutturulacağına dair süreci de tasarlamak ve sonuçlarını şeffaflıkla raporlamak zorundalar.