26.04.2023 - 13:16 | Son Güncellenme:
Fatma Gülçin Kabasakallı
Pandeminin ardından Rusya-Ukrayna savaşı, küresel enerji politikalarının sorgulanmasına, ülkelerin uzun dönemli enerji politikalarını yeniden değerlendirip, önemli değişiklikler yapmasına neden oldu. Avrupa, enerji krizinden, LNG diplomasisi, büyük oranda sübvansiyon, şirketlere destekler, aynı zamanda büyük kar yazan petrol ve gaz şirketlerinden ek vergiler gibi “acil” yöntemlerle bugüne kadar krizi yönetebildi.
Enerji arz krizinin aşıldığı ümitleri yeşerirken, ikinci yıla giren savaşın devam etmesinin enerji güvenliği ve dolayısıyla enerji politikalarında sapılan “yeni yolların” üzerinde nasıl etkisi olacağı hala belirsizliğini koruyor. Ancak konferanslarda, yönetim kurullarında, bakanlıklardaki strateji toplantılarında, bir başka deyişle tüm dünyada küresel enerji dinamiklerinin ne yöne kayacağı konusunda tartışma henüz sonuca bağlanamadan sürüyor. Bu tartışmanın tek ortak noktası ise, “eski günler geride kaldı”. Tüm bu tartışmaların ortasında, iki yıl önce Paris İklim Anlaşması’nı onaylayan, büyük oranda fosil yakıtlarda dışa bağımlı, yenilenebilir enerjide dinamik ve savaşla birlikte incelikli ve zorlu bir yolda yürütmeye çalışan bir Türkiye var.
Karbon taksonomisi yolda
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, Ocak ayında Türkiye’nin Ulusal Enerji Planı’nı açıkladı. Bu ayın başındaysa, Çevre, Şehircilik ve İklim Bakanlığı, geçen yıl Birleşmiş Milletler İklim Zirvesi’nde (COP27) ilan ettiği güncellenmiş Ulusal Katkı Beyanı’nı ve ülke çapında bu hedefe ulaşmak için uygulanacak stratejileri BM’ye iletti. Oldukça detaylı bir şekilde sunulan çalışmada, her sektörün 2053 karbon nötr bir Türkiye yolunda atması gereken çok önemli adımların yanı sıra dikkat çeken iki nokta da vardı. Bunlardan biri karbon taksonomisine dair düzenlemenin hazırlandığının teyit edilmesi. Bir diğeri de Türkiye’nin “kalkınmakta olan” bir ülke olduğunun vurgulanarak, BM’nin ilgili kuruluşları aracılığıyla, “diğer taraflardan farklı bir durumda olduğunun kabul edilmiş” olması.
Krizlere hazırlıklı olma çabası
Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın çalışmasında, Türkiye’nin Ulusal Enerji Planı’ndaki hedefleri de önemli bir yer edinirken, Enerji Planı’nda da karbonsuzlaşmaya doğru önemli bir yol haritası çizilmiş durumda. Çizilen rotada halihazırda küresel ölçekte yaşanan “krizin” etkisi de net bir şekilde hissediliyor. Ulusal Enerji Planı’nın ruhuna baktığımızda, genel olarak, tam da bugünün küresel enerji dinamiklerindeki belirsizliğe karşı adımlar dikkat çekiyor. Plan, enerji arz güvenliğini baz alarak, kriz dönemlerine hazırlıklı, alternatifli, yedekli ancak karbon-sıfır ümidini de taşıyan bir yaklaşımı yansıtıyor. Bir başka deyişle, enerji sepetinin karması, önce fosil yakıtlarla arzı garanti altına aldığı gibi, yenilenebilir enerjiyle de karbon emisyonlarını düşürmeyi önceliklendiren, buna odaklanan bir teraziye yerleştirilmiş görünüyor.
Yunanistan’ın hedefinin üzerinde
Planda, 2035’e kadar yenilenebilir enerji kaynaklarının birincil enerji tüketimi içinde yüzde 17’lerdeki payının, yüzde 23’ün üzerine çıkarılması hedefleniyor. Yenilenebilir içinde en parlak hedef, güneş enerjisi iken, rüzgar enerjisinde temkinli bir gelişim planlanmış durumda. Ancak hem Milliyet Enerji’nin hem de rüzgar enerjisi aktörlerinin çokça dile getirdiği ve beklediği en önemli adım, deniz üstü rüzgar santralleri planda önemli bir yer ediniyor. Her ne kadar beklenen hedef, plandaki 5 GW’ın üstünde olsa da, Yunanistan’ın 2030 için 2 GW deniz üstü rüzgar enerjisi hedefi açıkladığını, Ankara’nın 5 GW’lık hedefinde ise öncelikle Marmara Denizi’ne odaklandığını hatırlatmakta fayda var.
Koşullu hedefler
Kömürden bir çıkış stratejisinin zaten planda yer alması beklenmiyordu, ancak Planda bir nevi koşullu bir çıkış aralığı da bırakılmış durumda. Bu noktadaki anahtar ise, bataryalı temiz enerji sistemleri.
Bu konuda Ankara’nın son aylarda mevzuat çalışmalarına hız verdiğini görüyoruz, özellikle de depolamalı GES’ler için bu önemli. Fakat görünen o ki, kamu, yenilenebilir enerjide elektrik depolama teknolojilerinin sektördeki adaptasyonunu ve uygulamalarını önce görmek istiyor. Enerji arzının en kritik ve riskli olduğu bu dönemde, ancak burada bir fark yaratılırsa kömür santrallerinin durumunun yeniden değerlendirilmesi ise olası görünüyor.
Nükleerde SMR’ın sesleri
Avrupa’nın enerjide Rusya’ya olan bağımlılığının sonucunda yaşadığı zorlukların ülkemizdeki yansımasını, nükleer enerji tercihleriyle görüyoruz. Küçük ve orta modüler nükleer santrallerin (SMR) tercih edileceğinin sinyallerini zaten bir süredir Ankara’nın yeni nükleer santraller için yürüttüğü görüşmelerden alıyorduk. Öte yandan, planda kömürdeki “temiz” olarak adlandırılan yeni teknolojilerin de zaman içinde değerlendirilecek olacağının belirtilmesi, iklim hedefleri konusunda endişelere neden oluyor. Diğer pek çok ülke gibi karbon yakalama teknolojilerine de atıfta bulunulurken, bu teknolojilerin ne kadar verimli ve maliyet açısından uygulanabilir olduğu sorusu dünyada da hala cevaplanabilmiş değil.
Şebeke altyapıları öncelikli ihtiyaç
Şebeke Ulusal Enerji Planı’nda karbonsuzlaşma hedefi, yenilenebilir enerjiyle önceliklendirmiş görünürken, sadece yenilenebilir için 60-100 milyar TL’lik yatırım ihtiyacı öngörülüyor. Bununla birlikte, başta yenilenebilir enerji olmak üzere, bu hedefleri gerçekleştirebilmek için beklenen iki önemli adım var. Bunlardan biri, şebeke altyapılarının modernize edilmesi ve kapasitelerinin geliştirilmesi, ikincisi ise, çıkarılan mevzuatlarla uyumlu bir süreç uygulama hızı, bir başka deyişle prosedürlerin özellikle gerekli izinlerin, şeffaf ve hızlı bir şekilde yürütülmesi. Bu yüksek hedeflere ulaşabilmek için, özellikle kamu elektrik kurumlarından beklenen hız da oldukça yüksek.
Hidrojen rotası ümit vadediyor
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, Ulusal Enerji Planı’yla birlikte bir de “Türkiye Hidrojen Teknolojileri Stratejisi ve Yol Haritası”nı açıkladı. Hidrojen enerjisi, hala tartışmalı da olsa ABD ve Asya ülkeleri başta olmak üzere pek çok ülke tarafından günümüzün “yeni kurtarıcı” kaynağı olarak görülüyor. Avrupa Birliği en son 3 milyar Euro sermayeye sahip Avrupa Hidrojen Bankası’nı açıkladı ve bu alandaki yatırımları ciddiyetle teşvik ediyor. Küresel hidrojen yatırımları geçtiğimiz yıla kadar 1 milyar doların üzerine çıktı. Tüm dünyada 70’e yakın ülke hidrojen stratejisi açıkladı.
Türkiye de bunlardan biri oldu. Bu konuda kapsamlı bir araştırma yapan SHURA Enerji Dönüşümü Merkezi, 45 milyar dolarlık yatırımlar, ülkemizin 12 GW’lık elektrolizör kurulumu yapabileceği ve 2050 yılında 3.4 milyon ton yeşil hidrojen üretimi potansiyeline dikkat çekmişti. Bakanlık ise, elektrolizör kurulu güç kapasitesinin 2030 yılında 2 GW, 2035 yılında 5 GW ve 2053 yılında 70 GW’a ulaşmasını hedefliyor. Farklı kaynaklar ve işlemlerle üretilen rengarenk hidrojen paletinden, doğalgaz ve kömürle başlayacağımızın dillendirilmesinin, temiz enerji rotası için hayal kırıklığı yarattığını da belirtelim. Bununla birlikte, Türkiye’nin Avrupa ile doğal gaz boru hattı bağlantıları, hidrojenin ihracat kapasitesi ve gelişen bir teknoloji olarak hidrojen enerjisinde attığımız her adımın ihracat potansiyeli büyük umutlar vadediyor. Kaynaklarına göre pek çok renge ayrılmış hidrojen teknolojilerinden hangisini seçersek seçelim, hidrojen altyapısını geliştirme yolculuğunun henüz başındayız. Bu yoldaki en önemli adım, uluslararası know-how ve ortaklıklarla büyüyerek ilerlemek olduğunu ise aşikar görünüyor.