29.08.2023 - 11:01 | Son Güncellenme:
Fatma G. Kabasakallı
Veri ile analizlerinizi yapıyorsunuz. Güncel verilerinize göre, Türkiye’nin Akdeniz ve Karadeniz’deki deniz üstü rüzgar enerji potansiyeli nasıl?
Bahsettiğimiz teknik potansiyel yalnızca rüzgar hızına ve su derinliğine dayalı olduğu için gemi trafiği, balıkçılık, korunan alanlar vb. gibi kullanımların dışında maksimum potansiyelin ne olduğu konusunda bir üst kriter verir. Bu nedenle diğer denizcilik kullanımlarını ve ekonomik uygulanabilirliği düşündüğünüzde, deniz rüzgar için gerçek ticari potansiyel önemli ölçüde düşük olur.
Dört bölgede 9,5 GW potansiyel
Türk hükümeti tarafından ilan edilen dört potansiyel bölge, bölgelerin tümünün kullanıldığı varsayıldığında toplam 9,5 GW potansiyele sahip. Bununla birlikte, bu bölgeler kıyıya çok yakın ve diğer ülkelerden edinilen deneyimler, görüş alanı sorunlarının ve yerel itirazların deniz üstü rüzgar projeleri için önemli engeller oluşturabileceğini gösteriyor. Bu nedenle Aegir Insights’ta, kıyıdan uzaklığı artırmak için bu bölgelerin sınırlandırılmasını bekliyoruz, bu da deniz üstü rüzgar kapasitesini azaltacaktır.
En iyi Ege Denizi, ardından Marmara
Türkiye’deki en iyi deniz üstü rüzgar kaynakları, rüzgar hızları 9,5 m/s’ye varan Ege Denizi’nde bulunuyor. Ardından ise, 8 m/s’ye varan rüzgar hızıyla Marmara Denizi geliyor. Karadeniz’de rüzgar hızı 7 m/s’ye ulaşır, ancak su, çok hızlı bir şekilde çok fazla derinleşir ve halihazırda test edilmiş ve kurulmuş yüzen santral teknolojilerine göre, 1300 metreden fazla su derinliğine sahip alanlar genellikle ekonomik değildir. Saha koşullarına bağlı olarak, Karadeniz’de deniz üstü rüzgar gelişimi en çok nispeten sığ suların kıyıdan 20- 50 km kadar uzandığı ve rüzgar hızının 7 m/s olduğu Kırklareli ya da İstanbul açıklarında meydana gelecektir. Bu alanlardaki birçok deniz üstü rüzgar sahası, suyun 60 metreden daha derin olduğu yerlerde yüzen santraller gerektirecektir, ki buradaki gemi trafiği denizüstü rüzgar santrallerini sınırlayacaktır.
Peki, Akdeniz ve Karadeniz’deki bölge ülkelerinde deniz üstü rüzgar planları ne durumda?
Akdeniz, farklı geliştirme aşamalarındaki önemli proje planlarına rağmen, ilk ticari ölçekli deniz üstü rüzgar türbinlerinin kurulmasını hala bekliyor. Fransa, devam eden ve gelecek ihaleler için bir plan ve programıyla bölgedeki en olgun pazarlardan biri durumunda. İspanya ve İtalya, ciddi projeler açıklayan uluslararası deniz üstü rüzgar geliştiricilerinden önemli ilgi gördü, ancak Yunanistan ile birlikte bu pazarlar henüz hayata geçmeye başlamadı. Karadeniz’de henüz herhangi bir deniz üstü rüzgar projesi kurulu değil ve bu bölgedeki pazarlar Akdeniz’dekinden çok daha az olgun durumda. Hem Bulgaristan hem de Romanya tarafından deniz üstü rüzgarı için niyetler ve ilk planlar açıklandı. Romanya hükümeti kısa bir süre önce 3 GW’lık bir deniz üstü rüzgar enerjisi geliştirmeyi amaçlayan bir düzenlemesi teklif etti. Bununla birlikte geçen yıl Ekim ayında bir geliştirici Bulgaristan’da 3 GW’lık bir deniz üstü rüzgar projesi inşa etme niyetini açıkladı.
Gerginliğe neden olabilir
Deniz üstü rüzgar enerjisi projelerinin komşu ülkeler arasında bir çatışma yaratma olasılığını nasıl değerlendiriyorsunuz? Örneğin, Ege veya Akdeniz’deki olası “deniz rüzgar adacıkları” sizce Yunanistan ile Türkiye arasında bir çatışmaya neden olabilir mi, veya diğer ülkelerde bu tür olası gerginlikler konusunda nasıl adımlar atılıyor?
Deniz üstü rüzgar enerjisi, çevresel etkiler, görüş alanı sorunları veya birbirinin yakınında bulunan deniz üstü rüzgar çiftliklerinin “iz etkisi” gibi nedenlerle elektrik üretimini etkileyebilir ve bu yüzden potansiyel olarak komşu ülkeler arasında gerginliğe neden olabilir. Avrupa Birliği’nde (AB), deniz üstü rüzgar projeleri nedeniyle ciddi olumsuz ve sınır ötesi çevresel etkiler muhtemel olduğunda, komşu ülkelere danışmak uygulaması bulunuyor. Bu, AB üye devletlerinin yanı sıra Karadeniz ve Hazar Denizi çevresindeki birçok ülke tarafından imzalanan Espoo Sözleşmesine (Sınır Ötesi Bağlamda Çevresel Etki Değerlendirmesi Sözleşmesi) dayanıyor. Birden fazla ülke tarafından ihtilaflı olan veya diğer jeopolitik kaygıların bulunduğu alanlarda deniz üstü rüzgar projesi planlanırsa veya inşa edilirse, çatışma olasılığı da var elbette. Ulusal ihtilafların olduğu denizcilik alanları, genel olarak deniz üstü rüzgar projeleri için ek risk içerir ve bu da proje geliştiricilerinin maliyetini artırır. Jeopolitik risk, proje geliştiricileri için hafifletilmesi zor veya imkansızdır, ki bu da genellikle bu tür alanları deniz üstü rüzgar gelişimi için cazip hale getirmez.
Sektörde kayma var
Peki küresel deniz üstü rüzgar endüstrisine baktığımızda, son dönemde bu alandaki maliyetlerin büyük oranda arttığını görüyoruz. Örneğin İsveç merkezli enerji şirketi Vattenfall İngiltere’deki 1.4 GW’lık deniz üstü rüzgar santralini durdurma kararı aldı. Bu endüstrinin yakın geleceğini nasıl görüyorsunuz?
Aegir Insights olarak, deniz üstü rüzgar sektöründe bir kayma görüyoruz. Son birkaç yıldır, bazen ne pahasına olursa olsun deniz üstü rüzgar sahalarını güvence altına almak birkaç yıldır sektörün kilit bir odak noktası olmuştu. Ancak şimdi, bu odak noktası proje ekonomisine ve karlılığa kayıyor. Şimdiden offshore rüzgar geliştiricilerinin çabalarını ve bütçelerini nereye yönlendirecekleri konusunda daha seçici olduklarını görüyoruz. Örneğin, Haziran 2023’te Ørsted, belirli bir seçim sürecinden geçerek teklif vereceğini ve yeterli değere sahip olmayan fırsatları bırakacağını duyurdu. Bu odaklanma, Ørsted’i Massachusetts (ABD) ve Tayvan’daki bazı ihalelerden vaz geçmeye, Fransa ve Vietnam gibi pazarlardaki çalışmalarını duraklatmaya yöneltti.
Yatırımcılar artık daha seçici
Şu anda deniz üstü rüzgar projelerine yönelik, geçerli iş senaryoları oluşturmak için ciddi bir mücadele veren birkaç proje geliştirici şirket örneği de var. Bu projelerin çoğu, yıllar önce, düşük enflasyon ve emtia fiyatlarıyla sübvansiyon anlaşması imzalamıştı fakat bugünkü durum iş planları ve senaryolarını sıkıştırıyor. Ayrıca, tedarik zincirindeki darboğazlar, projelerin hedeflenen zaman çizelgelerine uyulmasını zorlaştırabiliyor. Vattenfall’ın İngiltere’deki 1,4 GW’lık Norfolk Boreas projesinde maliyet artışları ve tedarik zinciri gecikmeleri nedeniyle durdurması ilginç bir örnek. Çünkü Vattenfall geçen yıl, sübvansiyon düzeyinde bir fark sözleşmesine başvurmuş ve almıştı. Bazı proje geliştiricileri, maliyet artışları nedeniyle projeleri durdururken, hükümetler sübvansiyonları aşamalı olarak kaldırmayı sürdürüyor. Almanya, Hollanda ve Danimarka gibi en olgun pazarlardan bazıları, sıfır sübvansiyonlu ihaleler yaptı. Aynı zamanda, olgunlaşan birkaç diğer pazar da sübvansiyon sunmadan bu süreçlere başlıyor.
Büyüme yavaşlıyor
Bu gelişmeler, en cazip pazarlar ve yüksek rüzgar hızları, kısa şebeke ve çıkış mesafeleri, pazara giden açık yollar noktalarında rekabeti yoğunlaştıracaktır. Deniz üstü rüzgar endüstrisi büyümeye devam edecek, fakat bu büyümenin hızı muhtemelen yavaşlayacak ve bazı pazarlardaki gelişme ise ertelenecek. Artan maliyetler ve tedarik zinciri darboğazları ile ilgili yaşanan son dönemdeki zorluklar, bazı pazarlarda siyasi taahhüt ihtiyacına işaret edebilir.
Son olarak Türkiye’nin deniz üstü rüzgar enerjisi sektöründe dikkat etmesi gereken en önemli noktalar nedir?
Deniz üstü rüzgar sektörünün gelişmekte olan pazarlarda başarılı olması için siyasi kararlılık gerekli. Bu, özellikle Türkiye’nin teknik potansiyelinin çoğunu oluşturan deniz üstü yüzen santraller için geçerli. Yüzen santrallerdeki deniz üstü rüzgar endüstrisi, üretim süreçleri hala olgunlaşma aşamasında olduğundan ve bu noktada bir Avrupa tedarik zinciri hala hayata geçmediğinden, daha geleneksel olan kazık temelli türbinlerden daha pahalı. Türkiye halihazırda kurulu 12 GW ve yerleşik tedarik zinciri sayesinde, köklü bir karasal rüzgar pazarı durumunda. 2030’a kadar hem karasal hem de deniz üstünde 18,1 GW ve 2035’e kadar 29,6 GW’lık rüzgar enerjisi hedefi, Türkiye’yi Avrupa’nın en iddialı 10 ülkesi arasına sokuyor. Karasal rüzgar piyasası, proje hacminin ve devam eden inşaatın yerel bir tedarik zincirinin kurulması ve sürdürülmesi için kilit faktörler olduğunu gösterdi. Deniz üstü rüzgarına yönelik bir tedarik zincirinin ekonomik olarak uygulanabilir hale gelmesi için önemli bir ölçeğe ihtiyacı bulunur. Bununla birlikte, yerel içerik gereklilikleri, özellikle temel bileşenlerin yurt içinde üretilmesini şart koşuyorsa, deniz üstü rüzgar maliyetlerini artırmaya neden olur ve uluslararası geliştiricilerin pazara girmesini engelleyebilir. 2018 yılında Türkiye deniz üstü rüzgar ihalesinde de muhtemelen böyle oldu ve bu, gelecekteki ihale tasarımı için dikkat edilmesi gereken önemli bir nokta.