30.05.2023 - 13:44 | Son Güncellenme:
Mithat Rende Emekli Büyükelçi
Mithat Rende, çok önemli görevlerde bulunmış bir büyükelçi olmasının yanında, enerji konusundaki uzmanlığı, görevdeyken kendisinin çoğu zaman Enerji Bakanlığı’nda çalışıyormuş algısı yaratan da bir isim. Avrupa’daki enerji krizinden Türkiye’nin fırsatlarına kadar Mithat Rende ile soluksuz ve keyifli bir röportaj gerçekleştirdik.
Avrupa Birliği’nde (AB) enerji krizi sizce atlatıldı mı yoksa önümüzdeki kış risk faktörü de var mı?
Risk faktörüne değinmeden önce küçük bir hatırlatma yapayım. Avrupa enerji krizi aslında bazılarının sunmak istediği gibi Ukrayna savaşıyla başlamadı. Avrupa’da enerji krizi daha evvel başladı. Avrupalıların çeşitli hataları oldu. Bu hatalar yüzünden enerji krizi yaşadılar.
Ne gibi hatalar?
Pandemi sonrasında ekonomik canlanmayla birlikte stoklarını çok erken tükettiler. Almanya örneğinde olduğu gibi, aynı anda hem nükleer hem kömürden vazgeçmek istediler. Almanya, Rusya’ya o kadar bağımlıydı ki, diğer Orta Avrupa ülkeleri de öyle, tek ülkeye bağımlılığı pek önemsemediler. Ukrayna savaşına kadar. Ucuza boru gazı alırız, böyle zaten karşılıklı bağımlılık yaratıyoruz, doğalgazı kömürü Rusya’dan alırız, onlara da teknoloji, makine, aksam satarız, hizmet sağlarız diye düşündüler. Kısacası çok bağımlı olmaktan rahatsız değillerdi. Ucuz enerji sağlamak, özellikle doğalgaza dayalı Alman endüstrisini canlı ve rekabetçi tutmak için bu gaza ihtiyaçları vardı. Fakat sonra büyük bir hayal kırıklığı yaşandı. Bu nedenle, enerji krizi daha erken başlamıştı. Ayrıca bir şanssızlık daha yaşandı, krizin nedenlerinden biri de, bir aşamada ne rüzgar esti ne hidro-enerji imkanlarından tam olarak yararlanabildiler. Hem Tuna hem de Ren nehrindeki su seviyesi çok düştü, hatırlarsınız. Tabi Ukrayna savaşıyla birlikte enerji krizi ciddi boyutlara ulaştı, bir bakıma güvenlik sorunu haline geldi. Doğalgaza bağlı, yani elektrikle işlemeyen endüstriler var, örneğin, cam, seramik, petrokimya, çimento, demirçelik elektrikle yürütülemiyor. Ekonomik kriz depreşti, bir taraftan enerji fiyatları yükseldi, böyle olunca ister istemez doğrudan Avrupa’nın enflasyon rakamlarını ve gıda fiyatlarını olumsuz etkiledi. Böylece Avrupa aynı anda hem iklim kriziyle, hem de enerji ve gıda kriziyle uğraşmak durumunda kaldı. En büyük tesellileri geçen kışın ılık geçmesi. Depoları da doldurulmuştu. Bu arada Kuzey Akım 2 bombalandı ve şu anda Rusya’dan LNG aldıklarını öğreniyoruz Avrupalıların.
Önümüzdeki sene belirsiz
Peki enerji krizinde şu an ne aşamadayız?
Avrupa, pek çok önlem almaya kalktı. Avrupa Komisyonu’nun aldığı RePowerEU kararı, 2030 yılına kadar AB’nin Rusya’nın petrol, doğalgaz ve kömür yani fosil yakıtlarından bağımsız kılınması hedefi. Bu tabi iddialı bir proje. Bir taraftan Rusya’dan bağımsız olunması ama Amerika’ya da bağımlı kılınması anlamına geliyor. Çünkü boru hattından muazzam bir altyapı oluşturulmuş, senelerce çalışıyor ve büyük bir hayal kırıklığı yaşanıyor. Bu arada Avrupa’nın güvenlik mimarisini doğrudan etkileyen korkunç bir savaş var, Avrupa’nın ortasında meydana geliyor ve önlenemiyor… Bundan sonra gelecek sene daha kötü geçebilir. Kış nasıl geçer boyutu da var. Gerçekten LNG yeteri kadar ulaşır mı Avrupa’ya, hangi fiyatlarla ulaşır? Bu savaş, Rusya’dan doğalgaz sevkiyatının tamamen bitirilmesi sonucuna mı yol açar? Bununla birlikte, hava koşulları, gerçekten depolama kapasitesi eylül veya ekim itibariyle yüzde 95’lere ulaşabilecek mi de önemli. Bütün bunları düşündüğümüzde ortada tahmin edilemeyecek bir durumla karşı karşıya Avrupa. Önümüzdeki sene de belirsizliğini koruyor.
Yenilenebilirde de sorun var
Bir taraftan Avrupalılar Mısır, Fas, Cezayir’le sözleşmeler imzalıyorlar, Afrika’nın yenilenebilir enerjisiyle de ilgileniyorlar. Buna rağmen, bu vekalet savaşı devam ettiği sürece, Avrupa’nın enerji güvenliğinin sağlanamayacağının, sorunlarla karşılaşabileceğini düşünüyorum. Diğer yandan da yenilenebilir enerjide ciddi sorunlarla karşılaşılıyor. Bir yenilenebilir enerji projesinin projelendirilmesi ve uygulamaya geçilmesi için 7-8 sene geçtiği söyleniyor. Türkiye’deki gibi hemen kamulaştırma yok, hatta İngiltere’de bu daha da uzayabiliyor. Bir de tabi kobalt, nikel, lityum gibi değerli metallerin yüzde 70’i, güneş panellerinin yüzde 90’ı Çin’den geliyor. Bütün bunlar aslında enerji güvenliği açısından Avrupa’nın kırılganlığını gösteriyor.
Avrupa’daki bu kriz Türkiye’yi nasıl etkiler peki?
AB ile mevcut ticari ilişkilerimiz ve müzakere eden ülke olmamız nedeniyle, en önemlisi de dış ticaretimizin yoğunluğu nedeniyle, AB’nin çıkardığı yasaları, Avrupa Komisyonu’nun izlediği politikayı kendi menfaatlerimiz için yakından takip etmemiz lazım. Bugün örneğin Yeşil Mutabakat kapsamında 2026’dan itibaren belirli sektörlere sınırda karbon vergisi konusunda sanayicimizin çok ciddi endişesi var. Bu konuyu yakından izlememiz ve gerekli önlemleri almamız gerekiyor… Biz sürekli doğalgaz, kömür yakacak olursak bu enerjiyle de sanayi ürünleri üretip bunu AB’ye satmak istiyorsak, o zaman karşılaşacağımız tablo malum. Sınırda vergi milyarlarca euro’ya tekabül edecek. İkincisi, bizim bir enerji altyapımız var ve bu AB enerji altyapısıyla kısmen entegre olmuş durumda. Yani Bulgaristan üzerinden doğalgaz gidiyor, TürkAkım üzerinden, ayrıca BOTAŞ’ın, yani kendi milli şebekemiz var, bir taraftan da TANAP üzerinden Avrupa’ya enerji gidiyor.
AB, Azerbaycan’la anlaşmalar yaparken, Ankara’yla Bakü TANAP’ın kapasitesini iki katına çıkarma konusunda anlaştı…
Avrupa’ya daha çok enerji gitmesi için bazı sözleşmeler İlham Aliyev’le Ursula von der Leyen arasında sonuçlandırılıyor. Azerbaycan’da Çırak, Güneşli, Babek, Abşeron sahalarından ilave gaz temin etme çabaları var. Bütün bunlar Türkiye’nin Avrupa ile ilişkilerde sadece altyapısını kullandıran bir transit ülke değil, aynı zamanda sağlayıcı ülke olmasını da öngörüyor. Türkiye üzerinden ilave doğalgaz, böyle bir ortamda Avrupa’ya gidebiliyorsa, o zaman Türkiye, Avrupa enerji arz güvenliğine katkı yapar bir ülke haline geliyor. Zaten 90’ların sonları, 2000’lerin başlarından itibaren iki boyutlu enerji stratejimiz vardı. Bir taraftan Türkiye’nin kendi enerji güvenliğini sağlamak, bunun için güzergah ve kaynak çeşitlendirmesine gitmek, öbür taraftan da AB’nin enerji arz güvenliğine katkı sağlayan bir ülke konumuna gelmek. Benim Enerji Genel Müdürlüğüm zamanında da Enerji Bakanlığıyla çok yoğun iş birliği yaparak bu stratejiyi oluşturmuştuk. Şimdi halen aynı durum söz konusu. Bir başka deyişle, Türkiye ticaret merkezi konumuna gelebilirse, doğudan gelecek enerji kaynaklarının batıya aktarılması konusunda daha söz sahibi bir ülke konumuna gelir. Örneğin şu anda çok ciddi şekilde Türkiye üzerinden doğalgaz almak isteyen Macaristan, Slovakya, Çekya, Sırbistan gibi Balkanlarda ve Orta Avrupa’da ülkeler var. En azından bu ülkelere yönelik Türkiye üzerinden ek sevkiyat yapılabilir.
Türkiye’nin senelerdir peşinde koştuğu bir hedef bu. Ticaret merkezi ve gerçekten hacim yaratan ve fiyat belirleyen bir hub olmak. Gelişmelere bağlı olarak Irak, İran gibi opsiyonlar da düşünülebilir belki ileride…
Türkmenistan gazının Çin ve Rusya’ya rağmen Hazar geçişli boru hattıyla Türkiye üzerinden bir şekilde batıya taşınması şimdi gerçekleşmesi zor proje gibi görünüyorsa da, orta vadede yapılabilse.. Bunu gündemimizde tutmamız lazım. Sizin belirttiğiniz gibi, Irak gazı nasıl gündemimizde tutulmalıysa, hatta uzun vadede koşullar değişir İran gazı bile ticari hale gelebilir. Tüm bunları Türkiye’nin gündeminde tutması gerekiyor. Çünkü Avrupa’nın kısa vadede doğalgazdan kurtulmasına imkan yok. Doğalgaz sadece ısınma aracı değil, doğalgaz gübre üretimi demektir, doğalgaz gıda demektir.
Yani temiz enerji dönüşümü hedefi olsa da doğalgaz boru hatları olduğu sürece oradan gaz mı gelecek?
Çok uzun süre daha gelecek. Bir kere iklim kriziyle de mücadele ederken hem Türkiye hem de Avrupa kömürden vazgeçmek zorunda. İklim krizi çok büyük felaketlere yol açmaya başladı. Biden, bunu varoluşsal bir tehdit olarak nitelendirdi. Bu varoluşsal bir tehditse, kıta, ülke tanımıyorsa ve küresel düzeyde mücadele gerekiyorsa, ki AB bu işin şampiyonluğunu yaptı en baştan beri, kömür yakmaya devam edemezler. Ben 2050’li yıllarda da doğalgaz yakmaya devam edeceklerini bekliyorum. Çünkü gaz bir çeşit bir geçiş enerji kaynağı. Bu arada füzyon gibi yeni teknolojiler de geliştirilebilir. Ama doğalgazı daha uzun süre sistemimizde göreceğiz, Avrupa da bunu kullanmaya devam edecek.
Rus gazından tamamen vazgeçemezler
Şunu sorabilirsiniz, peki Ukrayna savaşı bittikten sonra, bu altyapılar varken, Avrupalılar ben yine senden (Rusya’dan) almıyorum mu diyecekler? Bence ihtimal şu, bağımlı olmayacaklar ama Rus doğalgazını almaya devam edecekler. Ama daha az miktarlarda almaya devam edecekler. Biz daha evvel hem güzergah hem kaynak çeşitlendirmesi. Onlar da hem güzergah çeşitlendirmesi, yani LNG almayı öğrendiler, yeni tesisler kuracaklar, yalnız boru gazı değil. Böylece hem stoklama imkanı artacak, hem ellerinde LNG hem de boru gazı olacak ve daha sağlıklı bir enerji sepeti ve karmaya sahip olacaklar. Ama artık Rusya’ya yüzde 50-55 oranında bağımlı olmanın sürdürülebilir bir şey olmadığını öğrendiler. Fakat tamamen Rus gazından vazgeçebileceklerini düşünemiyorum.
En önemlisi şeffaflık
Tam da bu noktada, Rusya’dan Türkiye’yi gaz ticaret merkezi yapalım teklifi gerçekçi mi ya ileride hayata geçirilebilir mi?
Rusya’nın Türkiye’yi doğalgaz ticaret merkezi yapma açıklamasından ne kastettiği çok anlaşılmadı. Ben bu açıklamayı siyasi nitelikli bir açıklama olarak değerlendirdim. Gerçekçi görmüyorum çünkü aktif görevim sırasında Gazprom’un müzakere konusunda ne kadar amansız olabileceklerini gördüm. Ama biz gerçekten bir ticaret merkezi olmak istiyorsak önce biz kendimize düşeni yapmamız gerekiyor… Doğu Akdeniz’de bir doğalgaz ticaret merkezine ihtiyaç var. Buna, Yunanistan, İtalya, Mısır, Bulgaristan bile bu ticaret merkezi haline gelmek istiyor. Burada coğrafi olarak ve altyapı açısından en avantajlı ülke Türkiye. Türkiye’nin ticaret merkezi olabilmesi için birincisi, birçok kaynaktan doğalgaz gelmesi lazım. Sadece Rus doğalgazıyla ticaret merkezi olamazsınız. İkincisi, tükettiğimizden çok daha fazla doğalgaz girişi olması lazım Türkiye’ye. Üçüncüsü, stok kapasitemizi büyütmemiz, LNG olarak gelen gazı depolayabilmemiz lazım. Daha önemlisi, hukuki çerçeveyi çok iyi kurmamız ve şeffaflık yaratmamız lazım. Piyasada güvenilirlik, şeffaflık ve sağlam bir hukuki yapı olmadan ticaret merkezi olamazsınız. Bazı konulardaysa bir isteksizlik var. Evet, avantajlarımız var, fakat henüz 60 milyar metreküpten daha fazla doğalgaz Türkiye’ye girmiş değil. Öte yandan, Rusya’nın açıklamasında, doğrudan Türkiye’ye satacağım, Türkiye istediği gibi satar denmiyor. Çünkü şimdiye kadar Gazprom’un yaptığı bütün kontratlarda kendisi alıyor ve satıyor, bize sadece transit ücreti ödüyor… Eğer bugün itibariyle 32 milyar metreküp doğalgaz geliyorsa TürkAkım’dan, Putin bunu ikiye katlarız demişti örneğin, o doğalgazı Türkiye’ye vermesi, kendisinin satmaması gerekiyor… Yani bu iş, sadece Gazprom veya Başkan Putin’in bizim hoş göreceğimiz bir açıklamasıyla olmuyor. Gazprom gazı kendisi alır ve kendisi satarsa ticaret merkezi olmaz. Umarım ileride bunun gerçekleştiğini görürüz. Çünkü Türkiye altyapı ve coğrafi olarak, uzun vadede Irak ve hatta belki Doğu Akdeniz’den gelecek gazla hub olabilir, şimdiden çok ciddi hazırlık yapmak lazım.