21.12.1996 - 00:00 | Son Güncellenme:
Bizim devlet öteden beri alacağına şahin, vereceğine kargadır. Gerek sıradan vatandaşına gerekse işadamına, en haklı alacaklarını verirken bile kök söktürür. Ama işe bakın ki bu kez davası süren, yaklaşık 70 milyon dolarlık borcunu bir an önce ödeyebilmek için kolları sıvadı.
Hazine'den Merkez Bankası'na "ödeyin" yazısı, 15 gün kadar önce yeniden gitti. Ve Merkez Bankası da bu yazıyı, ödemeyi yapacak olan şubelerine gönderdi.
Bunun üzerine Merkez Bankası şubelerinin müdürleri, paraların ödeneceği Çukurova, Raks, Diler ve Tekfen gibi kuruluşların yetkililerini çağırdılar. Ve sözlü olarak "dosyalarınızı şu şekilde hazırlayıp getirirseniz, sizlere ödeme yapacağız" dediler.
Yapılacak ödemenin toplamı, 70 milyon dolar cıvarında. Bugünkü TL değeri 7,5 trilyon. Ödemenin % 30'u nakit, geri kalan % 70'i devlet tahvili olarak takdim edilecek.
Oysa olay mahkemede. Davalar sürüyor. Bizim bildiğimiz devlet, öteden beri alacağına şahin, vereceğine kargadır. Devlet dairelerinin vatandaşlardan yanlışlıkla tahsil ettikleri fazla paraları geri ödemeleri, bile ancak vatandaşın aylarca bekletilmesi ve inim inim inletilmesi sonucu gerçekleşir. Bu konudaki şikayetler, tüketici köşemizin hayli popüler konuları arasında yer alır.
İşadamlarının da devletten alacaklarını bugüne kadar tıkır tıkır cebe indirdikleri söylenemez. Bizim bildiğimiz devletimiz, para ödemez. Dahası hiç bir borçlu, mahkemesi süren bir anlaşmazlık için davetiye çıkartıp "buyur gel, paranı ödeyeyim" demez. Çünkü bilir ki, Türkiye'de mahkemeler uzadıkça uzar. Yıllar boyu sonuçlanmaz.
Şimdi devletimiz borçlularına gitmiş, "mahkemeden vazgeçin, paralarınızı tıkır tıkır ödeyeyim" demiş. Onlar da kabul etmişler. Oh ne kadar da iyi etmişler. Paracıklarına yakında kavuşacaklar.
Devletimizde bu işi yakınen takip eden bazı kişiler, yoksa mahkemenin aleyhte karar verip paranın ödenmeyeceğinden mi korktular? Ne dersiniz?
Bakalım Maliye Bakanı Abdüllatif Şener, bu al gülüm - ver gülüm işinde nasıl bir sınav verecek? Çünkü ödemenin gerçekleşmesi için Maliye Bakanlığı'ndan provizyon alınması gerekiyor.
Yazdıklarım bilmece gibi oldu galiba biraz. Ama olayın hikayesi uzun ve çetrefil. Anlatması da kolay değil. En iyisi ben sizlere, tam 3 ay önce aynı konuda yazdığım yazıdan küçük bir özet yapmaya çalışayım. (Laf aramızda 3 ay önce de bu paraların ödenmesi için bir hamle yapmışlar, ama neyse ki akim kalmıştı.) Gelelim hikayenin özetine:
Çiller 1991 kasımında bakan oldu. Bir yıl sonra 1992 ekiminde de Para Kredi Kurulu'nda insiyatif kullanarak bir tebliğ çıkarttırarak Çukurova, Raks gibi firmaların 1991 ağustosundan önce yaptıkları ihracatın da DFİF kapsamına alınmasını sağladı. Yani daha politikacı bile olmadığı 1,5 yıl öncesine giderek, makable şamil görülmemiş bir karar aldırttı.
Ancak Para Kredi Kurulu'nun bu kararına rağmen, bürokrasi direndiği için ödeme yapılamadı. Adı geçen şirketler de mahkemeye başvurdular. Konu aynı tarihlerde TBMM'de Uluç Gürkan tarafından gündeme getirldi ve Çiller'lerin ABD'de satın aldıkları gayrımenkullerle irtibatlandırıldı.
Ve bu şaibeli ödeme kararı ile ilgili olarak o günden bu yana bir yandan duruşmalar sürerken, diğer yandan da Çiller'lerin inisiyatifiyle ödeme hamleleri yapıldı. Ancak hiçbiri başarılı olamadı.
Nazire KALKAN
Çevre eski Bakanı Doğancan Akyürek'e göre kendi ellerimizle sanayimizin önünü tıkamak üzereyiz.
Türkiye sonunda 3. dünya ülkesi olmaktan kurtuluyor! Milli gelirimiz hala 2000 - 3000 dolar olsa da, artık biz de gelişmiş ülke sayılacağız. Ama hemen sevinmeyin. Çünkü altında "çapanoğlu" var.
İstanbul Sanayi Odası'nın önceki günkü Çevre Kurulu Toplantısı'nda söz alan eski çevre bakanlarından Doğancan Akyürek, Refahyol iktidarının imzaladığı bir anlaşma yüzünden Türkiye'nin durduk yerde kendi sanayiini zora sokmak üzere olduğunu anlattı. Anlattıkları tam bir "gaflet" öyküsü.
Türkiye, 1992'deki Rio Çevre Zirvesi'nde alınan bütün uluslararası kararların altına imza atmış. Yalnızca bir anlaşma hariç: Sanayideki emisyon hacimlerinin sınırlandırılmasıyla ilgili olan anlaşmanın altında Türkiye'nin imzası yok.
Nedeni Türkiye'nin bu kararları benimsememesi değil. Akyürek'e göre eğer imzalasaymışız, bize büyük bir haksızlık yapılacakmış.
Çünkü Türkiye bu anlaşmada "sanayileşmiş ülkeler" kategorisine sokulmuş. Amerika'yla, Almanya'yla, Japonya'yla aynı kefeye konulmuş. Bu ülkelerin çoğu, kirletici sanayilerini 3. Dünya ülkelerine devretmişler. Zaten emisyon açısından da doyma noktasına erişmiş durumdalar. Onun için bu anlaşmanın altına imza atmak, onlar açısından pek bir şey farketmiyor. Türkiye ise henüz bu noktada değil. İmzalasa sanayiini zora sokabilir. Ama asıl önemli olan bu da değil.
Daha vahimi bu anlaşmayla 3. Dünya ülkelerinin çevre yatırımları için bir yardım fonunun oluşturulacak olması. Bizim gibi gelişmiş ülke kategorisindeki ülkeler de bu fona para aktarmak zorunda.
Düşünün! Çevre yatırımları daha emekleme döneminde bile olmayan kendi himmete muhtaç Türkiye, az gelişmiş ülkelerde çevreyi korumak için para verecek.
Türkiye'nin çabalarıyla rafa kaldırılan bu proje, şimdi yeniden ısıtılıp Refahyol iktidarının önüne getirilmiş. Ve inanması güç ama imzalanıp Meclis'e kadar gelmiş.
Akyürek, anlaşmanın Meclis'te mutlaka durdurulması gerektiği uyarısını yapıyor ve "bakan ve bürokrat arkadaşlar yeni oldukları için henüz durumun farkında değiller. Ama kendi ellerimizle sanayimizin önünü tıkamak üzereyiz," diyor.
İlkay ÖZCAN
Batıköy muhtarının Akçimento'ya karşı açtığı davanın önceki günkü duruşmasında, bilirkişi fabrikanın çevreyi kirlettiğine ilişkin rapor verdi.
BÜYÜKÇEKMECE - Tarih 19 aralık, yani önceki gün. Yer Büyükçekmece Adliyesi.
Batıköy muhtarı Seher İlhan Feyzioğlu'nun Akçimento'ya karşı açtığı dava için buradayız. İlhan hanım bir gün önce köşemizde yayınlanan Akçimento yazısını görünce bizi duruşmaya çağırmaya karar vermiş.
Telefonda heyecanlı bir sesle "mahkemeyi defalarca ertelettiler. Bu 10. celse. Hem bu kez elimizde somut belge, bilirkişi raporu var," deyince, foto muhabiri arkadaşım Yurttaş Tümer'le Büyükçekmece Adliyesi'nin yolunu tuttuk.
Davanın görüldüğü Sulh Ceza Mahkemesi oldukça kalabalık. Mimaroba ve Sinanoba konutlarının bulunduğu Batı mahallesi sakinleri ve Büyükçekmece Çevre Koruma Derneği üyeleri salonu doldurmuş. Hatta üzerinde önlüğüyle ilkokul 3. sınıfa giden Betül Arslan bile gelmiş.
Mahalle adına toplu olarak dava açamadıkları için, İlhan hanım kendi evine verilen zararı gerekçe göstererek 1995 haziranında Akçimento'yu mahkemeye vermiş. İstediği 100 milyon lira tazminat tabii ki sembolik. Yaptığı harcamalar şimdiden 200 milyonu bulmuş. Ama o, davadan çıkan sonucun emsal oluşturucağını umuyor.
Bilirkişi raporu, mahkemenin tayin ettiği İstanbul Üniversitesi Mühendislik Fakültesi tarafından verilmiş. Cam çerçevelerinden, binanın çatısındaki kiremitlerden ve güneş kollektöründen numuneler alınarak yapılan incelemeden çıkan sonuç şu:
"Numune alımı sırasında işyerinin hemen tamamına yakın kısmının gri bir toz tabakası ile kaplı olduğu, mesken olarak kullanılan binanın çatısındaki kiremit, güneş enerjisi kollektörü ve yanındaki komşu binaların da kiremit ve güneş enerjisi kollektörlerinin gri renkli sert bir tabakayla kaplı olduğu gözlenmiştir.
Yapılan inceleme sonucunda söz konusu gri renkli tabakaların, hidratasyonu uğramış çimento ve/veya çimento hammaddeleri ile bağlı ve serbest su ve gayri safiyetlerden ibaret olduğu ve bunların çevrede bulunan Akçimento çimento fabrikasının fırın hazırlama, pişirme, öğütme, depo ve ambalajlama tesislerinden birinden veya birkaçından her nasılsa kaçan ve rüzgarın da etkisiyle taşınadak gelen tozlar olduğu anlaşılmaktadır.(...)"
Duruşma sırasında hakim fotoğraf çekilmesine izin vermediği için, ancak duruşma salonunun önünde fotoğraf çekebildik. Mahkeme, bilirkişi raporunun incelenmesi için 6 mart 1997'ye ertelendi.
İlhan hanım 6 martta davanın sonuçlanacağından emin. Ona göre, aslında Akçimento'nun çevreye ve insan sağlığına verdiği zarar o kadar ayan beyan ortada ki, bilirkişi raporuna bile gerek yok.