30.03.2025 - 07:01 | Son Güncellenme:
Patrick Özdemiroğlu - Önceki yazımda internet gazeteciliğinin içindeki çıkmazı anlatmaya çabalamış, çözümün okurun yeniden müşteri haline geleceği modellerde yattığını öne sürmüştüm.
Biraz geçmişe döneyim. Bundan uzun uzun yıllar önce bambaşka bir galakside Norveç’in VG gazetesine onların habercilik modellerini incelemek için gitmiştim. İskandinavlar, dijital gazetecilik teknolojisinde ve dönüşümünde sadece bize değil Batı medyasına da tur bindirmiş durumdaydılar. Yıllardan 2014’tü ve sınırları içinde ‘pek de haber olmayan’ bir ülke bunu nasıl başarabilmişti?
Şu an size çok ilginç gelecek bir şey söyleyeceğim: Okurlar gazetelerine büyük bir sempati ve saygı besliyordu.
Paralı abonelik modelleri VG Plus’ın hızlıca bir başarı hikayesi haline gelmesini de bundan bağımsız okumak güç.
Ayrıca dönüşümlerini de çok yalın şekilde halletmiş, basılı ve dijital yayını iki ayrı oluşum olarak görmekten vazgeçmişlerdi. Gün içinde dijital sayfaları yaparken, mesai sonunda bir seçkiyle kağıt versiyonu hazırlıyorlardı.
Burada hemen bir parantez açıp bizde neler yaşandığına geri dönmek istiyorum. 2000’lerin başından itibaren kağıt ile dijital arasında derin bir yayıncılık anlayışı farkı ve çekişmesi vardı. Bu hem interneti hem geleneksel gazeteyi aşağı çekti. Kağıt yeni dünyaya uyum sağlamakta zorlandı, internet de (geçen yazıda anlattığım üzere) kağıdın parlak geleneklerini yok sayıp okurdan uzaklaştı. Bugün geldiğimiz noktada iki tarafın da bundan zararlı çıktığını söyleyebiliriz.
Peki şimdi Türkiye’de dijital basın, söz konusu çıkmazdan nasıl kurtulabilir? Benim yanıtım şu: Parayı okurdan alarak.
Bunu başarmak için gerekenler tam liste:
1. Kaliteli bir habercilik.
2. Okurun saygı, sevgi ve güven duyduğu bir yapı.
Bu formülü, iki anahtarın aynı anda çevirilmesiyle açılan kasalara benzetebiliriz. Biri olmadan diğerinin pek kıymeti yok.
Birinci maddede yaşadığımız sıkıntı insan kaynağı ile ilgili. Dijital basındaki çok sayfa gösterme baskısı ile internet editörleri operatörlere evrildi. Onlar çok tıklanacak bir manşet kapağı yapmanın gazetecilik olduğuna inandırıldı. Kaliteli habercilik de basılı yayın geleneğinden gelen kişilerin omuzunda kaldı. Ancak onların büyük çoğunluğu da yeni medyayı özümsemekte zorlandı. Yine de bu madde işin nispeten kolay tarafı.
İkinci maddede yaşadığımız sıkıntıyı anlamak için ise Norveçlilerin neden bir ana akım gazeteye güven ve saygı duyduğunu merak etmek gerekiyor. Bu noktada önerim bir Danimarka dizisi olan Borgen’da medyanın nasıl konumlandığını incelemeniz olacak.
Yine ülkemize dönecek olursak, paralı abonelik modelinin neredeyse hiç denenmediğini görüyoruz. Denenmiş modellerin daha iyisini yapmak için girişilen çabalar da Google’dan medet umduğumuz duvarlara çarpıyor. Bir kere de ödeme duvarlarına çarpmayı denemek bu kadar tabu olmamalı.
Batı medyası, özellikle de geleneği çok güçlü olan gazeteler, deneme ve yanılma metotlarıyla 20 küsür yıldır okura sırtını dayayan bu modeli geliştirmeye çabalıyor. Güven konusunun ne kadar önemli olduğunu Washington Post’un aldığı tek bir kararla 250 bin abone kaybetmesinde görebiliriz.
Peki biz ne yapmalıyız?
Norveç’te, ABD’de çalışan sistemler bize uymayabilir; standup yapan komedyenlerin sahnedeki şakalarının ne kadar kahkaha aldığını ölçerek o şakaları eleyip ve geliştirip en ideal sete ulaşması gibi, ödeme duvarı modelleri de organik şekilde geliştirilebilir. Yukarıda bahsettiğim iki maddenin esas alındığı kurgular bu anlamda sabrı hak ediyor.
Kaliteli haberciliği destekleyen bazı içerik türlerinin modelin başarı şansını artırdığını da görüyoruz. Okura fayda sağlayan, çok merak edilen konularda uzmanlarla onları bir araya getiren çözümler gibi. Vakit geçirmeyi sağlayan oyunlar gibi, bulmacalar gibi.
Ancak en önemlisi şu; iyi gazetecilik maliyetli bir şey. Hem gazeteciler, hem de okurlar bu maliyetin altına girmeyi çok hak ediyor.
Tek sorun bu konuda hata yapmaya bile başlamamak.
'Uzak Şehir' dizisinin başarılı oyuncusu Atakan Özkaya verdiği röportajda samimi açıklamalarda bulundu.