EgeHikayeler

Hikayeler

28.02.2022 - 07:00 | Son Güncellenme:

.

Hikayeler

“Her insanın bir öyküsü vardır. Ama her insanın bir şiiri yoktur”

Haberin Devamı

(Özdemir Asaf)

Geçenlerde elime kalemi, önüme defteri aldım. İlkokul birinci sınıftan lise son sınıfa değin ve de 12 yıllık profesyonel futbolculuğumun bitişinden günümüze dek çalıştığım iş yerlerini bir bir saydım. Rakam 16. Bu ne istikrarsızlık... İnsanın ‘çüş’ diyesi geliyor. Ben de ara ara aklıma takıldıkça sorguluyorum kendimi, “Yahu bu kadarını nasıl becerdin?” Rüşvet, güzel yurdumda işine gelenlerce “teşvik”, “destekleme” anlamında. Daha da biraz uçlara uzanırsak, “iyilik!” anlamını da taşır kendisini kabul eden çevrelerce. Sayı 16 demiştim. Bu sayıya, Bayramyeri pazar satıcı tezgahı, Karabağlar-Bornova-Balçova-Bağbahçeleri dahil değil. O işleri Giritli Saliha Hanım ve de Alanyalı Mustafa ile birlikte yaptığımızdan. Ücretsiz olduğundan anne ile babaya katkı bağlamında dile getiriyorum. Rüşvet demiştim üst satırlarda. Kısa kesmişim. Yazı ilerleyip üst satırlara bakınca fark ettim. Hikayesi güzeldir. Anlatmaya değer. Yaşım 14. Orta sonda 2 dersten beklemeliydim. O yılların 3. Amatör Küme’deki mahallemizin takımı Damlacık’ta oynuyorum. Yöneticilerimizden Arif Hantal Abim, “Yoksulsunuz. Boşa geçirme yaz tatilini. Gel benim yanımda çalış” dedi. O yılların Karadeniz takaları, Kordon Boyu’nda dizili. Limana giriş-çıkış işlemlerini yapıyoruz. Çok azında gemici, makinist tayfa, can simidi, can yeleği yeterince var. O nedenle yola çıkmaları için arpalanıyor imza yetkisi olanlar. 5, 7.5, 10... Günümüze baktığımızda ne kadar masum değil mi?

İlk takım elbisemi Hisarönü’nde Ev Dekor’un sahibi Sevgili Zuhal Yorgancıoğlu diktirdi. Çevremizde kumaş satıcıları ile terziler baya sayıca iyiler. Bayram yaklaşıyor. Zuhal Abla baktı üstüme başıma. Çalışanlardan İhsan Abi’ye, “Alın Bülent’i. Ona bir takım elbise diksinler” dedi. Hiç unutamam. Rengi kahverengiydi. Eşi Mehmet Yorgancıoğlu’nun lacivert bir Ford’u vardı. Sanki inadına akşama doğru arabayı mağazanın önüne çeker Mehmet Abi, “Yıka” derdi. Oysa mevzim yaz. Gün geç kararıyor. Cicipark’ta ayak topuna gideceğim. Çok saydırdım Mehmet Abi’ye. Bu köşeye başlayalı beri, eğer devamlı okur varsa bilir. Özel yanlarımı yazmaktan kaçınmam. Ne olacak ki? Benimle gidip vardıkları yerde... Hiç... Eyvallah... Neyse yıllardan 1942. Aylardan martın 13’ü. Ebe ısıtmış suyu gariban bir evin odasında. Güzel teyzem Zeynep Kırdı, anamın benden gelen sancılarını gidermeye çalışıyor. O arada mahallemizin bizlere göre ekonomik durumu hallice bir hanımı girmiş odaya.
Anama sesleniyor, “Saliha Hanım. İki çocuğun var. Yoksulsunuz. Üçüncü bu dar zamanda yük olur. Benim çocuğum olmuyor. Doğur, ver bana üçüncüyü.” Annem teyzeme bakmış. Olur işaretini almış, “Doğunca bana göstermeyin. Alın” demiş. Neyse uzatmayalım doğmuşuz. Annem dayanamamış, bir bakayım demiş. Bakmış. Göğsüne bastırmış, “Vermiyorum” demiş. Yıllar sonra, “Anne niye vermedin ki? Belki yırtacaktım” dedim. Şakaydı elbette. İyi ki öyle yapmış Giritli Saliha Hanım. Annenin kendi kokusu gibi var mı? Tüm okullarda, derslerde tembelin tekiydim. Ama okulu, hocalarımı, arkadaşlarımı çok severdim. Bambaşka, büyülü bir dünya orası. Ortaokulu 5 yılda, yüksekokulu, akademiyi 8 yılda bitirdim. Ticaret Lisesi’nde Müdürümüz Osman Gedik ile hoşgörülü hocalarım ve de yardımsever arkadaşlarım olmasaydı zor biterdi 3 yılda. Genç milli takıma seçildiğimde lise sondaydım. Yaklaşık da 2 ay okuldan uzak kaldım. Dönüşümde bitirme sınavları başlamak üzereydi. Seyahat de baya renkliydi. Portekiz-Lisbon, İtalya-Roma, Yunanistan-Atina. Yaş 19. Damlacık’tan sonra sanki başka dünyalar. Sınavlara girmeye başlayınca, “Anlat gittiğin yerleri” dediler hocalarım. Anlattım, Ticaret Lisesi’nden mezun oldum. “Yavaş gelen başarı, karakter inşa eder. Hızla gelen şöhret ve servet ise önce baştan, sonra yoldan çıkarır” demiş bilge bir kişi. Yaşamı dengelemek ve de anlamak. Ardından anlatmak. “Para konuşur diyorlar. Bugüne dek bana söylediği tek şey, ‘Ben gidiyorum!’ oldu” diyor şampiyon boksör Joe Louis. Çok sevdim bu sözleri. Para gidiyor olabilir. Kimlik nerede duruyor? Koruyabildin mi? Bir şaşkınlıktır yaşamak. Kendinizi, ne olduğunuzu anlatabilmek. Yaşam bir şeyler veriyor. Siz de onu alıp kullanıyorsunuz. Bütün mesele nasıl kullandığınızda. Bazen çok şeyden vazgeçersiniz neden vazgeçtiğinizi bilmeden. Kurulu düzen içinden bir varlık savrulur oraya buraya. Nedenini bilmeden. Yalnızlık. Birinin ötekinden uzaklaşması. Seçilen başka yaşamlar. Herkes kendince haklıdır bu yolculuklarda. Bir başınalık anlamakta, kavramakta zorlandığımız çok şeye verilemeyen yanıtlar. ‘Sonunda konuşabiliriz’ yaklaşımından da uzaklaşmalar, kaçışmalar. Yaşamın kendisini anlamak, onu ne derinlikte yaşadığınızla ilişkili değil mi? Ya da ne denli önemseyerek...

Haberin Devamı

Bugün böyle bir gün. Daldan dala... Nihayetinde de ozan noktalıyor iki satırda çok şeyi: “Elinle boynuma taktığın ömür, en güzel hediyen. Geri verilir.”
Bedri Rahmi Eyüboğlu.

Haberin Devamı

Esen kalın. Aydınlık günler.

Haberin Devamı

Bir kenara yazın, bulunsun

Haberin Devamı

- İnsanoğlu yoluna çıkan engellerle çarpışa çarpışa bir savaşçı için en değerli duyguyu, “Yenilmezlik” duygusunu kazanacak, giderek daha çetin savaşlara girmeyi göze alacaktır. “Savaşçı” insan günün birinde evreni bile dize getirmeyi başaracaktır belki.
(Özcan Köknel)
- Elmas ile kömür aynı karbon sayısına sahip. Ancak moleküler yapıları nedeniyle biri elmas, diğeri kömür.
(Prof. Dr. Aziz Sancar)
- Dahi, hayalinde “kar” canlandıran bir Afrikalıdır.
(Nabokov)
- Çok iyi bahane bulmayı başaranların başka bir şeyi başardıkları nadiren görülür.
(Benjamin Franklin)