Gözümü 13 yaşında Göz Göz’de açtım. Abbas Göçmen Hocam, “Soyun, çık oyna” dedi. Çıkış o çıkış. Serüvenim başladı.
Adnan Süvari ,eşi benzeri olmayan bir insandı. O, bize yemek yemesini bile öğretti. Hiç kimse onun eline su bile dökemezdi.
Koronavirüs salgını nedeniyle spor müsabakalarına verilen arada Milliyet Ege Spor Müdürü Mehmet Demirtaş ve usta kalem Fatih Tanfer, güzel tarihin tozlu yapraklarını sizler için karıştırmaya devam ediyor. “Geçmişten Günümüze Değerlerimiz Konuşuyor” köşesiyle Türk futboluna hizmet etmiş, İzmir sporuna adını altın harflerle yazdırmış isimlerin hikayelerini, siz sporseverlere sunuyor.
Göztepe’nin kapısından erken yaşlarda girdi ve kendini “Efsane” kadronun içinde buldu. Başarılı performansıyla herkesin beğenisini topladı. Beşiktaş’ın formasını terletti. Göztepe’nin özlemine dayanamadı ve yuvasına döndü. Sarı kırmızılılarla başladığı futbol kariyerini, yine Göz Göz’de noktaladı. Teknik direktörlük kariyerinde ise Aydınspor’la şampiyonluğa uzanarak futbol yaşamındaki başarılarına yenilerini ekledi. O, Türk futbolunun efsanelerinden Nihat Yayöz. Siz değerli futbolseverlere spor yaşantısını, unutamadığı anılarını, Türk futbolunun bugünkü durumunu değerlendiriyor. Keyifli okumalar...
Sevgili Nihat Yayöz, bize kendinizden bahseder misiniz?1945’te Buca Şirinyer’de doğdum. Göztepe Genç Takım’da, A Takım’da forma giydim. Göztepe’nin o ünlü ‘Efsane’ kadrosunda en küçük futbolcu bendim... Çocukken mahalle arasında iki tane taş koyup top oynardık. “Sizin küçük oğlan iyi top oynuyor” demişler. Sonra babam tuttu elimden, Altınordu, Altay, Göztepe, Karşıyaka gibi kulüpleri dolaştık. Hiçbiri beni almadı. Küçüktüm, on üç yaşındaydım. Babam matbaacıydı. Bir gün Güzelyalı’da bir matbaacı arkadaşı ona kart vermiş. O kartla biz Göztepe Genç Takımı’na gittik. Takımı Abbas Göçmen yönetiyordu. Abbas Hoca, “Soyun çık” dedi, çıktım sahaya. Çıkış o çıkış. Sonra Halil Kiraz, “Hocam bunu sahaya çıkarmayalım, çok küçük bunu öldürürler” demiş. Abbas Hoca da ona, “O futbolcunun kralı” diye yanıt vermiş. 1960 senesinde A Takım’la antrenmana çıktım. Bir gün, Adnan Ağabey, “Ben yeni bir on altı yaptım” dedi. Ligin bitmesine yedi maç vardı. On altıncı oyuncu ben oldum. Kalede Ali, Halil, ben ve Nevzat genç takımdan gelip yukarıya çıktık. Takımın düşme durumu olduğu için oynamamıştık. Takım kurtulunca da bizleri monte etti ve o takım çok önemli başarılara imza attı. 1969 senesinde Türkiye Kupası’na uzanmıştık. Göztepe ve Milli Takım’da başarılı futbol oynayınca dikkat çektim. İstanbul takımlarının transfer listesine girdim ve 1969-70 sezonunda Beşiktaş’a transfer oldum. Beşiktaş o sezonun ilk maçında İstanbulspor’u 3-1 yenerken gollerin tümünü ben atmıştım. 4 sene sonra da tekrar Göztepe’nin yolunu tuttum. 1978’de Altay’la yapılan jübile maçında son kez takımımın formasını giydim. Bunun ardından antrenörlük yaşantım başladı. Tirespor, Aydınspor gibi birçok takımı çalıştırdım. Aydınspor’da bir de şampiyonluk sevinci yaşamıştık. Daha sonra sağlık sorunları nedeniyle antrenörlüğü bıraktım.
Unutamadığınız bir anınızı bizimle paylaşır mısınız?1969’da Türkiye Kupası’nı benim uzatmada attığım golle kazandık ama bir önceki Türkiye Kupası’nı da benim yüzümden kaybettik. 1967’de Altay’la oynadığımız finalin hakemi Alman’dı. Hakemin maç sırasında verdiği kararların tümü neredeyse Altay’ın lehineydi. Biz 2-0 galiptik, sonra Altay iki tane attı. Maç berabere bitti. O zaman yazı-tura var. Rahmetli Gürsel Ağabey “Nihat şanslıdır, o gitsin atışa” demişti. Hakemin elinde bir tarafı mavi, bir tarafı kırmızı madeni para vardı. Bana paranın mavi tarafını gösterdi. Ben de bunda bir hinlik var dedim. Santrada toplandık. Hakem ilk önce bana sordu, ben kırmızı dedim. Adam attı, mavi geldi ve biz kaybettik. Sonradan düşündüm, hakem maçta hep bizim aleyhimize karar verdiği için herhalde vicdanı elvermemiş ve öyle davranmıştı. Göztepe 1968-69 sezonunda Türkiye Kupası’nı ilk kez kazanırken yarı final ve finalde attığım gollerle çok kritik bir rol üstlenmiştim. Takım yarı finalde Bursaspor karşısında oldukça zorlanmıştı. İzmir’deki ilk maç 1-1 berabere bitti. Bursa’daki rövanşta maç 0-0 bitmek üzereyken son dakikada attığım golle finale çıktık ve Galatasaray’ın rakibi olduk. Finalde de benzer bir şekilde son dakikalarda Galatasaray’a karşı golü attım ve kupayı takımıma getirdim. Askere gittiğim zaman ordu milli takımında oynadım. Takımımız Dünya şampiyonu oldu. Benim askerliğim bitmişti ama son maçta oynadım. Hatta Bağdat’a da götürmek istediler ama ben gitmedim. Orada Yunanlarla kavga etmişler. Birçok kişi hastanelik olmuş. O olaydan sonra ordu milli takımı kaldırıldı.
Yeni nesile önerileriniz var mı?
Futbolcular bugün büyük şansa sahip. Sahalar, statlar güzelleşti. Bizim zamanımızda takımlar birer top getirirdi. Hakem hangisini beğenirse onu kullanırdık. Ekipmanlar, toplar, formalar kalite kazandı. Bu kadar güzel imkan varken değerlendirmemek olmaz. Antrenörler de kendilerini geliştirdiler. Onlar da yeni nesilin yetişmesinde önemli rol oynuyorlar. 20 yaşındaki bir futbolcuyu 30 yaşın olgunluğuna getirebilmeli. Ayrıca saha içi kadar saha dışı da önemli. Oyuncular, saha dışında da nasıl davranacaklarını öğrenmeliler.
Türk futbolunun bugünkü durumunu değerlendirir misiniz?
Kulüplerin gelirleri Dünya’nın ve ülkemizin yaşadığı koronavirüs salgını sonrası elbette düştü. Bu noktada önlemler almak gerekir. Yabancılara çok yüksek miktarda maaşlar ödeniyor. Sayıları çok ve maaşları yüksek. Tabi ki altyapı da çok önemli. Altyapıdaki antrenörlere verilen maaş da az. Kulüpler için altyapı kadar değerli bir şey yok. Ama önem veren de pek yok. Bizler geleceğimizi inşa etmek için elimizde var olan değerlerimizi yaşatmalıyız. Altyapıdan yetişmiş ve iyi bir futbol eğitimi almış antrenörlerimizi, yine altyapıdan yetişecek olan ve Türk futbolunun geleceği olacak olan gençlerimize emanet etmeliyiz.