31.01.2022 - 07:00 | Son Güncellenme:
Geçmiş silinmekle kalmıyor, silindiğinde unutuluyor. Sonunda yalan, gerçek olup çıkıyordu.
George Orwell-1984
Yazar değil futbol yorumcusuyum. Onu da ne denli becerdiğime ilişkin hâlâ kuşkularım var. Bir gün Spor Müdürümüz Mehmet Demirtaş, “Abi, sende epeyce anı birikmiştir. Onları yaz” dedi. Söz dinledik, yazdık. Yaklaşık altı yıl oluyor. Anı dediğin tükenmez kalem değil ki. Üstelik kalem de tükeniyor. Düzenli okurum eğer varsa bilir. Okuduklarımdan alıntı yaptığım el yazması defterlerimin sayısı 13 oldu. Onlardan yaptığım alıntılarla bu haftayı geçiştirmek değil, paylaşmak istedim. Hazıra konmak olarak nitelendirilebilir ama öyle değil. Onlar da harcanan bir emeğin ürünü en nihayetinde. Biraz kitaplardan, biraz köşe yazılarından, az biraz da şiirler ile özlü sözler... Doğumu, İzmir olan bir şairimizden bir dörtlükle başlayalım.
Elim sanata düşer usta
Dilim küfre, yüreğim acıya
Ölüm hep bana
Bana mı düşer usta?
Yüreği büyük, sevgisi koşulsuz İzmirli Refik Durbaş. Yıllar önceydi. Cumhuriyet’ten Nüvit Tokdemir ve sevgili Erdal Atabek’le bir öğle yemeğine katılmıştı bizimle sevgili Refik Durbaş. Yaşamımın uzun eriminde daha çok spor adamı, futbolcu tanıdım. Bilim insanı ile şair tanımak büyük bir olaydı benim için. Resmen çarpıldım, dağıldım, yalpaladım onlara karşı. Ama yaşam güzelleşti.
Yazdıkça açılıyor insan. Bellek gerilere gidiyor. Anımsamalar çoğalıyor. Yoğun bir iş yükü vardı Ege Yıldız’da. Ne günlerdi! Hızla tüketilen, sevgiyle, aşkla büyütülen... Anılar giderek canlanıyor yine bellekte. Gündüzün aydınlığında yoğun iş yüküne karşın sevgili Altay’ı ile yoğunlaşan patronum Kemal Zorlu ile akşamın karanlığında zaman bulurduk günü konuşmak için. Ve telefonum çalardı. Açardım. Diğer uçta kızım Başak seslenirdi: “Babam. Ne zaman eve geliyorsun?” Üst katta patron bekliyor, evde Başak ile Nuray. Ne zor seçim!
“Soğuk bir kış sabahı sahildeki küçük bir köyden bir balıkçı filosu denize açıldı. Öğleden sonra büyük bir fırtına koptu. Gece olduğunda balıkçı teknelerinin hiçbirisi limana dönememişti. Bütün gece boyunca eşler, anneler, çocuklar ve sevgililer ellerini açıp kaybolan sevdiklerini kurtarması için Tanrı’ya yakararak kıyıda dolaştılar. Bu berbat durumda bir de kulübelerden birinde yangın çıktı. Hiçbir şeyi kurtarmak mümkün olmadı. Gün ışırken herkes sevinçle balıkçı teknelerinin tümünün sapasağlam limana döndüğünü gördü. Kıyıda ağlayan tek kişi vardı. Yangında evi kül olan kadın. Kocası karaya çıkarken, “Mahvolduk! Evimiz içindeki her şeyle birlikte yangında kül oldu” diye haykırdı. Adam, karısına sarıldı, “O yangına şükürler olsun! Gecenin karanlığında, o müthiş fırtınada, dağ gibi dalgalar arasında yanan kulübemizin ışığı sayesinde bütün tekneler yolumuzu bulduk ve salimen dönebildik”.
“En uzak mesafe,
ne Afrika’dır,
ne Çin’dir,
ne de Hindistan
ne seyyareler,
ne de yıldızlardır geceleri ışıldayan...
en uzak mesafe i
ki kafa arasındaki mesafedir
birbirini anlamayan...
Can Yücel
Birkaç vilayet dışında tüm Anadolu’yu Şahin’le turladım. Keyfim için değil. İş nedeniyle. Tanıdıkça insanlarını, doğasını, törelerini aydınlandım, geliştim. Şiirin son iki dizesi var ya. Sorunumuz işte orasıdır. “İki kafa arasındaki mesafe, birbirini anlamayan”.
Oysa hiç zor değil. Duygudaşlık yeterli. Birbirini anlama, kendini ötekinin yerine koyma. “Affetmek ve unutmak, iyi insanların intikamıdır.” Ve bitirirken, Ataol Behramoğlu’ndan güzel yurdum...
Bozlak, ağıt, halay ve zeybek
dumanı üstünde ekmek
Türkiye, üzgün yurdum, güzel yurdum
yüzü kırış kırış anam
ağlayan narım, gülen ayvam
Türkiye, üzgün yurdum, gülen yurdum
zinciri altında kımıldayan
bitecek sanıldığı yerde başlayan
Esen kalın. Aydınlık günler.
Bir kenara yazın gerekebilir
- Hayatı olduğu gibi sev ama olabilecek en iyi hali için çabala. Alman atasözü
- Hiçbir şeyi olmayan insanın başlangıç sermayesi sözcüklerdir. Mümin Sekman
- Yeni ve iddialı bir fikirle karşılaşan insanlar, önce alay ederler. Sonra şiddetle karşı çıkarlar. Sonunda, “Zaten bilinen bir gerçekti” diyerek kabullenirler. Arthur Schopenhauer