02.07.2023 - 07:00 | Son Güncellenme:
Ege Doğaç Erdoğan - Gün geçmiyor ki ABD ile Çin arasındaki rekabet hakkında yeni bir haber çıkmasın. Casus balonları, Tayvan’la olan ilişkiler, yarı-iletken çipler, tatbikatlar derken dünya yeni bir düzene doğru hızla ilerliyor. İkinci Dünya Savaşı’ndan 80’li yılların sonuna kadar ABD ile Sovyetler Birliği iki kutuplu dünyanın güç odaklarıydı. SSCB’nin dağılmasıyla ABD’nin hegemonyası altında tek kutuplu düzene geçildi. Son bir kaç yıldır ABD’nin hegemon statüsünü kaybettiği ve Çin’in yükselişiyle beraber tekrardan iki kutuplu bir sistemin vuku bulduğu yönünde yorumlar yapılıyor. Sovyetlerle olduğu gibi Çin ile de yeni bir soğuk savaş olur mu sorusu akademik çevrelerde dillendiriliyor. Columbia Üniversitesi’nde Uluslararası İlişkiler, Hukuk, ve Siyaset Bilimi profesörü Michael Doyle yeni çıkardığı kitabında madalyonun diğer tarafına bakarak farklı bir yorum getiriyor. Soğuk savaş değil ama soğuk barış diye bir nitelendirmede bulunuyor.
Ses getiren kitap
‘Cold Peace: Avoiding the New Cold War’ isimli kitap Nisan ayının sonunda piyasaya çıktığı gibi özellikle akademik çevrelerde büyük ses getirdi. Günümüzde geldiğimiz noktayı tarihsel örneklerle açıklayan kitap, özellikle 1930’ların İtalya ve Japonya’sı ile şimdiki Rusya ve Çin arasındaki benzerlik ve farklılıklar üzerinden analizlerde bulunuyor.
Rusya ve Çin’in giderek milliyetçi, otoriter ve yayılmacı politikalar benimsemesinin nedeni olarak 90’lı yıllarda Batı’nın bu iki ülkeyi uluslararası sisteme entegre etmekte yetersiz kalmasını gösteriyor. Doyle, 70’li yıllarda soğuk savaşın en çetin dönemlerinde dahi ABD’nin Rusya ile silahsızlanma anlaşmaları yapabildiğine, Çin ile ilişkilerini normalleştirme aşamasına getirebildiğine vurgu yapıyor.
Ancak SSCB yıkıldıktan sonra aynı kapsayıcı tutum yerine kendi hegemonyasını genişletme çabasında olan ABD’nin önemli bir fırsat kaçırdığını ileri sürüyor. Her ne kadar eski gücünde olmadığı Ukrayna’daki savaşta apaçık ortaya çıksa da, Rusya’nın agresif dış politikasının yarattığı tehditleri de göz ardı etmeyen Doyle, iklim değişikliği, bir sonraki pandeminin önlenmesi, nükleer silahsızlanma gibi küresel çapta efor isteyen konuların ABD, Çin ve Rusya üçgeninin mecvut gerginiliğinde çözülmesinin imkansız olduğunu ifade ediyor. Ancak umutsuz değil zira Putin bir Stalin, Şi de bir Mao değil diyor. Sıcak bir barış olması hayli düşük bir ihtimal ama soğuk bir barış mümkün iddiasında Doyle.
Ülkeler ittifakı
Doyle, soğuk barışın sağlanması için demokrasinin ve demokratik ülkelerin birlikte hareket etmesinin şart olduğunu ileri sürüyor. Kitaptaki argümanlar Fukuyama ve demokratik barış teorisini çağrıştırıyor. Fukuyama “Tarihin Sonu ve Son İnsan” tezinde Batı’nın liberal düzeninin insanlığın ulaşacağı son aşama olduğunu söylerken, demokratik barış teorisine göre ise tarih boyunca demokrasiyle yönetilen ülkelerin birbirleriyle savaşa girmedikleri belirtiliyor. Doyle, uluslararası ilişkilerde liberal teoriyi savunan bir akademisyen, bu bağlamda NATO, Birleşmiş Milletler gibi uluslararası kurumları önemsiyor. Ülkelerin hiç olmadıkları kadar dışa bağımlı olduklarını vurguluyor ve teknolojinin getirdiği siber savaş gibi yeni krizlerin ancak kolektif bir çabayla çözülebileceğini söylüyor. Doyle uluslararası ticaretin korunmasının tüm ülkeler için varoluşsal bir öncelik olduğunu iddia etse de biraz iyimser olduğu konusunda eleştirilebilir.
Düşük seviye gerginlik
Ukrayna örneğinde irrasyonel aktörlerin kendi ülkelerini ekonomiyi alt-üst etme pahasına nasıl savaşa götürdüğüne şahit olduk. Demokrasinin önemine vurgu yaparken de liberal demokratik düzenin lideri olarak gördüğü ABD’nin içinde bulunduğu demokrasi krizini de fazla hafife alıyor. ABD ile SSCB arasındaki soğuk savaşta yaşanan gizli askeri operasyonlar, diğer ülkelerin hükümetlerinin dizayn edilmesi, istihbarat servisleri tarafından organize edilen suikastlar soğuk savaşı soğuk barıştan ayıran olaylar. Doyle geçmişin aksine yeni dünya düzeninde gerginliğin daha düşük seviyede olacağını tahmin ediyor. Bu yapıda bir soğuk barışın temelinde pek çok problemin yatacağını öngörmek zor değil, ancak Cicero’nun dediği gibi “en kötü barış, en haklı savaştan daha iyidir.”
Blinken’ın Çin Ziyareti
Geçtiğimiz hafta içinde ABD Dış İşleri Bakanı Anthony Blinken Çin’e bir ziyaret düzenledi. Aslında daha önce gerçekleşmesi planlanan bu ziyaret casusluk balonu olayı yüzünden ertelenmişti.
Başkan Şi ile görüşen Blinken iki ülkenin ilişkilerini düzene sokma sorumluluğu olduğunu ifade etti. Çin tarafı askeri iletişim kanallarını tekrar açmayı reddetti ancak hem Çin hem ABD ilişkilerin kötüye gitmemesi için çaba göstermeyi taahhüt ettiler. Tam işler rayına oturmaya başlıyor derken Biden’ın Şi’yi bir diktatör olarak nitelendirmesi ilişkilerin tekrar gerilmesine neden oldu. Haliyle Çin bu söyleme sert tepki gösterdi. Sonuç olarak şimdilik iki taraf da ince eleyip sık dokumaya özen gösteriyor ancak en ufak bir kıvılcımda neler olabileceğini kestirmek güç.
Michael Doyle Kimdir?
Michael Doyle uluslararası ilişkiler disiplininde yayınlarıyla biliniyor. Liberalizm ve Dünya Siyaseti kitabının da yazarı olan Doyle, BM ve barış güçleri hakkında da çalışmalarda bulunmuş. 18. Yüzyıl’ın ünlü Alman düşünürü Immanel Kant’ın görüşlerini modern zamanlara uyarlayan Doyle, liberal ekolün önemli temsilcilerinden. Akademik çalışmalarının haricinde eski BM Genel Sekreteri Kofi Annan’ın danışmanlığını yapmış, ayrıca yine BM’nin bünyesindeki Akademik Konsey’in başkanlık görevini üstlenmiştir. ABD’nin Almanya Büyükelçisi Amy Gutmann ile evli Doyle saygın akademik kuruluşlardan pek çok ödüle layık görülmüştür.