31.07.2012 - 02:30 | Son Güncellenme:
PINAR ERSOY
ABD Dışişleri Bakanlığı Avrupa ve Avrasya İşlerinden Sorumlu Bakan Yardımcısı Philip Gordon dün bir günlük kısa bir ziyaret için İstanbul’daydı... Türk yetkililer ve iş çevresinden isimlerle bir araya geldiği yoğun programı öncesinde kısa bir soru-cevap seansı için üç gazeteci ile bir araya geldi. Bakan yardımcısıyla Suriye, İran, Türkiye-ABD ilişkilerini konuştuk.
Philip Gordon’un Türkiye ziyaretinde ilk gündem maddesi Suriye. Türkiye ve ABD’nin Suriye’de benzer çıkarları olduğunu ve çok yakın çalıştığını anlatan Gordon “Suriye’de politik bir geçiş için Şam’a baskı uyguluyoruz. Esad gittiğinde -ve gideceğine güveniyoruz- istikrarlı, katılımcı ve demokratik bir Suriye kurulması için muhalefete destek oluyoruz” dedi.
Suriye ve Libya bize göre aynı değil, en doğru yolu arıyoruz
Ancak isyanın 17’nci ayına giren Suriye’de muhalefete verilen desteğin yeterli olup olmadığı tartışma konusu... Libya’da birkaç hafta içinde operasyon düzenleyen uluslararası camianın Suriye’de çok daha temkinli hareket etmesi soru işaretleri yaratıyor. ABD Başkanı Barack Obama, Mart 2011’de Libya operasyonunu “Bazı ülkeler başka yerlerdeki mezalimlere göz yumabilir. ABD bunu yapamaz” diye savunmuştu. Libya’da o sırada 8 bin kişi ölmüştü. Suriye’de bu sayı 20 bine ulaştı.
Philip Gordon’a ABD’nin, Libya ve Suriye’de neden farklı taktikler izlediğini sorduğumuzda, Obama yönetiminin daha önce benzer sorulara verdiği yanıtı yineledi. ABD’nin Esad rejimine finansal ve diplomatik baskı uygularken muhalefete desteği artırdığını söyledikten sonra iki durumun çok farklı olduğunu savundu.
Philip Gordon ile ABD İstanbul Başkonsolosu Scott Kilner’ın Arnavutköy’deki rezidansında bir araya geldik. Toplantıya Başkonsolos Kilner’ın yanı sıra ABD Büyükelçisi Françis Ricciardone de eşlik etti. Philip Gordon gün içinde Heybeliada Ruhban Okulunu ziyaret etti.
Annan Planı hala masada ama Şam uygulamıyor
Gordon, “Libya’da operasyon düzenlenmesi Suriye’de aynısının yapılacağı anlamına gelmiyor. Libya’da Kaddafi insanları öldürmekle tehdit ediyordu, Arap Birliği müdahale ve uçuşa yasak bölge talep ediyordu, Birleşmiş Milletler’den tüm gerekli önlemlerin alınması için karar çıkmıştı, NATO’da bu kararı uygulamak için en iyi yolun askeri müdahale olduğu yönünde konsensusa vardı” dedi.
Annan Planı’nın hala masada olduğunu ancak uygulanması gerektiğini söyleyen Gordon, “Suriye’de amaca ulaşmak için en iyi yolu bulmak adına çalışmaya devam ediyoruz. Bir vakada askeri güç kullanılmış olması dünyadaki tüm çatışmalarda aynısının yapılacağı anlamına gelmiyor” diye ekledi. Libya ve Suriye’deki siyasi değilse de insani durumun neredeyse aynı olduğunu hatırlattığımızda “Aynının tanımı konusunda hemfikir değiliz” dedi.
Kuzey Suriye’de özerk Kürt bölgesi istemiyoruz
Suriye’de Esad sonrası dönemde nasıl bir ülke olacağını konuşurken konu Suriye’nin kuzeyinde kontrolü ele geçiren Kürt gruplara geldi. Philip Gordon, “Suriye’nin kuzeyinde PKK bağlantılı Kürtler, Kuzey Irak’takine benzer bir otonomiden bahsediyor. ABD bunu kabul edilebilir buluyor mu” sorusuna şu yanıtı verdi: “ABD, Kürtler konusunda iki konuda çok net konuşabilir. Suriye’de muhalefetin katılımcı olması gerektiğini söylerken Suriye’de Esad’a karşı meşru grupların sesinin duyulması gerektiğini düşünüyoruz ve buna Kürtler de dahil. Bununla ilgili bir şüphe yok. Bununla birlikte bir konuda daha aynı derecede net düşünüyoruz: Suriye’nin geleceğinde otonom bir Kürt bölgesi görmüyoruz. Birleşik bir Suriye görmek istiyoruz. Hem Suriye’deki Kürtlere karşı hem de Türkiye’deki muhataplarımıza özerklik ya da ayrılıkçılığa doğru hiçbir hareketi desteklemediğimizi açıkça ilettik. Bunun kaygan bir zemin olduğunu düşünüyoruz.”
Türk uçağını Esad rejiminin düşürdüğünü biliyoruz
Suriye’den konuşurken Haziran ayında Suriye açıklarında düşen Türk jeti ile ilgili spekülasyonlara da değindik. Philip Gordon, “Düşen uçak konusunda çok açık davrandık. Olaydan iki gün sonra yayınladığımız açıklamada müttefikimizin yanında olduğumuzu, Suriye rejiminin uçağı düşürerek iki Türk pilotun ölümüne neden olmasını kınadığımızı söyledik” dedi. “Uçağın Suriye tarafından düşürüldüğünü doğruluyor musunuz” sorusuna ise şu yanıtı verdi: “Bildiğimiz bunun Suriye tarafından gerçekleştirilen bir şiddet eylemi olduğu. Bakın böyle durumlarda asla yaşanan şeyle ilgili yüzde 100 bilgi sahibi olamayız. Ancak anladığımız kadarıyla durum Suriye’nin uyarıda bulunmadan bir Türk uçağını düşürdüğüdür. Bu oldukça açık gözüküyor. Bu da rejimin insan hayatını görmezden gelmesini ve öldürme merakını bir kez daha kanıtlıyor.”
Heybeliada ziyareti konusunda...
Okulun açılmasını savunuyoruz. Bununla ilgili Türkiye’de de son dönemde çok daha fazla tartışma var gibi gözüküyor. Bunu cesaretlendiriyoruz. Ancak sorularınızı Patrikhane ya da Türk hükümeti daha iyi yanıtlayacaktır. Üzerine uzun süre çalıştığım bir konu. Daha önce okula bireysel ziyarette bulunma imkanım da olmamıştı. Ziyaretime bunun ötesinde bir anlam yüklenmemeli.
Basın özgürlüğü konusunda...
Dışişleri Bakanı Clinton, Türkiye’deki tartışmaları çok yakından takip ediyor. Türkiye ziyareti sırasında bilginin özgür akışının olmadığı bir ülkenin demokratik potansiyelini dolduramayacağını hem basınla hem de Türk yetkililerle görüşmelerinde açıkça
dile getirdi.
İran konusunda..
Türkiye ile koordine şekilde çalışıyoruz. İran’ın nükleer silah geliştirmemesinin ve uluslararası camiaya sorumluluklarını yerine getirmesinin her iki ülkenin de çıkarına olduğunu düşünüyoruz. Sorunun diplomatik yollardan çözülmesi gerektiğine inanıyoruz.
Ergenekon davası konusunda... Devam eden davalarla ilgili yorum yapmayacağım. Bunlar zor ve komplike vakalar. Genel bir kural olarak ortaklarımızı kanuni süreç, yasaların üstünlüğü, şeffaflık ve cevap verilebilirlik ilkelerine uymaları için teşvik ediyoruz.
Malatya’ya yerleştirilen radar konusunda... Philip Gordon’dan bu konuda bilgi alamadık. “Kürecik bir Amerikan üssü mü?” sorumuza “Size verebileceğim bir cevap yok” diye yanıt verdi. “Kaç Amerikan askeri var? İncirlik’le aynı statüde mi” diye ısrar edince sessiz kalmayı tercih etti.
‘Türkiye, Batı’ya hâlâ bağlı olduğunu kanıtlamalı’ demişti
ABD Dışişleri Bakanlığı Avrupa ve Avrasya İşlerinden Sorumlu Bakan Yardımcısı Philip Gordon, daha önce Clinton yönetiminde görev almıştı. Daha sonra 10 yıl, Washington’un en prestijli düşünce kuruluşlarından Brookings Enstitüsü’nde Türkiye ve Avrupa üzerine çalıştı. Barack Obama’nın seçim kampanyasında dış politika danışmanıydı. Obama’nın seçim zaferiyle bakan yardımcılığına getirildi.
Philip Gordon, Türkiye’yi çok yakından tanıyan bir isim... Soli Özel ve Ömer Taşpınar ile birlikte yazdığı “Türkiye’yi kazanmak: Türkiye Batı için neden vazgeçilmez” isimli bir kitabı var. ABD-Türkiye ilişkilerinin yeniden canlandırılmasını savunuyor. Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliğini destekliyor.
Gordon 2009 yılında ataması Kongre’de onaylanırken senatörlere Türkiye ile ilişkilerin önemini “Türklerin yalnızca yüzde 9, yüzde 12 gibi küçük bir bölümü ABD ile ilgili olumlu düşünüyor. Böyle şüpheci bir ortamda bir demokrasi ile birlikte çalışmak zorlaşıyor ve bizim Türkiye yapacak çok işimiz var” diyerek savundu. Gordon’un düşük bulduğu destek oranı hala yüzde 15’te...
Türk halkı Philip Gordon’u 2010 yılında AP haber ajansına verdiği bir röportajla tanıdı. Gordon, Türkiye’nin sırtını Batı’ya çevirdiği yorumlarının yapıldığı günlerde ‘Türkiye’nin NATO, Avrupa ve ABD’ye bağlı olduğunu düşünüyoruz ancak bunun gösterilmesi gerekiyor’ diyerek büyük yankı uyandırdı. Maalesef kısa röportajımızda Türkiye’nin bu konuda attığı adımlarla ilgili fikirlerini sormaya fırsat kalmadı.
‘Kim olduğu belli olmayan kaynakların basına sızdırdığı bilgilere itibar etmeyin’
Obama yönetiminden son dönemde Wall Street Journal ve New York Times gazetelerine, Reuters haber ajansına Türkiye ile ilgili çeşitli bilgiler sızdırıldı. Bunlar genellikle Ankara’yı zor durumda bırakan iddialardı. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın bu sızıntılardan rahatsız olduğu da sır değil. Sızıntıların kasıtlı olduğunu meydanlardan defalarca dile getirdi.
Aslında bu sızıntılar Türkiye kadar ABD’de de rahatsızlık yarattı. Reuters’ın geçen hafta Erdoğan ve Obama’nın 11 Ağustos 2011’de yaptığı bir görüşmenin tüm detaylarını anlattığı haberinin ardından Foreign Policy dergisi “Beyaz Saray’ın sızdırdığı bilgiler Erdoğan’ı Esad’ın savunucusu gibi gösteriyor. Eğer dünya liderleri ABD Başkanı ile özel bir görüşme yapamayacaklarına inanırlarsa, ona sadece Amerikan gazetelerinde okumaya aldırış etmeyecekleri şeyleri söylerler” yorumunu yapmıştı.
Philip Gordon’a bu sızıntıların tesadüf olup olmadığını, Ankara’ya karşı kasıtlı hareket edildiği iddialarına katılıp katılmadığını sorduğumuzda “Sızıntıları kınamak dışında bir yorumum yok. Bu gazetelere konuşan kişilerin kim olduğunu kim bilir. Kendini yönetimde bir yetkili olarak tanıtan kişilerin gerçek sıfatlarını kim bilir. İzinsiz bilgi sızdırılmasını engellemek için çok uğraşıyoruz. Sizin de kaynağı belli olmayan bu iddialara itibar etmemenizi tavsiye ederim” dedi. Bazı haberlerde konuşmaların tüm detaylarının verildiğini, bunları anlatan kişinin mutlaka yönetime çok yakın biri olduğunu söylediğimizde ise “Resmi olmayan, sözde kaynaklara itibar etmeyin” diye tekrarladı.