Türk ve dünya tarihinde önemli imparatorluklar arasında yer alan, 624 yıl boyunca hüküm süren Osmanlı İmparatorluğu'nda daha önce başka devletlerde görülmemiş bir saray hayatı vardı. 'Harem-i Hümâyun' olarak bilinen 'Harem' ise bu saray hayatının en gözde detaylarından. Günümüzde çeşitli dizi, film ve romanlar sayesinde oldukça merak uyandıran, 'Padişahın evi' olarak da bilinen harem II. Mehmed döneminde kurumsallaştı. Peki Osmanlı padişahının annesi, kız kardeşi, cariyeleri ve hizmetkârlarının yaşadığı Harem-i Hümâyun'da nasıl bir sistem vardı? Harem tasvir edildiği gibi gerçekten 'zevk ve sefanın hakim olduğu renkli bir yer' miydi? 2018 yılında Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü’ne layık görülen İstanbul Medipol Üniversitesi Öğretim Üyesi, ünlü tarihçi Prof. Dr. Mehmet İpşirli'yle hareme dair merak edilenleri konuştuk.
HAREM DENİLİNCE AKILLARA NEDEN CARİYELER GELİYOR?
Popüler kültür içinde harem denildiğinde akla gelen ilk şey çoğunlukla padişaha hizmet etmek isteyen, hatta onun eşi olmak isteyen cariyelerin bir arada yaşadığı bir görüntü oluyor. Prof. Dr. Mehmet İpşirli hayatında bir kez olsun haremin içine bile girmemiş, önünden geçmemiş Batılı yazarların abartılı söylemleri nedeniyle kafamızda bir harem şablonu oluştuğunu belirtti.
Prof. Dr. İpşirli, dönemin Batılı araştırmacı ve yazarlarının Osmanlı İmparatorluğu'na ziyaretleri sırasında kulaktan dolma bilgilerle yazdıkları metinlerin 'harem' sisteminin yanlış yorumlanmasına sebep olduğunu vurguladı. "Harem demek disiplin, edep ve hayâ demekti" diyen Prof. Dr. Mehmet İpşirli, sözlerine şöyle devam etti:
"Harem hem padişahın evi hem de devlet yönetiminin merkeziydi. Haremin esas misyonu padişahın evi olmasıydı ve bu kurum iki bölümden oluşuyordu. Birincisi padişahın ailesiyle yaşadığı 'Harem' bölümüydü. Diğeri devşirmelerin yaşadığı, eğitim gördüğü 'Enderun' kısmıydı."
HAREM VE ENDERUN TEK BİR ÇATI ALTINDAYDI
Harem ve enderun çoğu zaman ayrı iki kurumdan oluşuyormuş gibi algılansa da aslında gerçekte ikisi tek bir çatı altında. Prof. Dr. İpşirli, savaşta esir alınan gayrimüslimlerin de saraya getirildikten sonra enderun ve haremde ayrı ayrı disiplinli bir eğitim sürecinden geçtiklerini, aynı zamanda sarayın sakinleri olan padişah ve ailesine hizmet için yetiştirildiklerini söyledi.
İRİLİ UFAKLI 400'E YAKIN ODA VARDI
Harem-i Hümâyun'un harem kısmında iki grup vardı: Sakinler ve hizmetkârları. Harem'in sakinleri padişah, eşleri, oğulları, kızları ve annesiydi. Saray sakinlerine hizmet eden hizmetkârlar da cariyelerdi. Harem'de irili ufaklı 400'e yakın oda olduğunu söyleyen Prof. Dr. İpşirli, bu odaların temizliğinden yatakların düzenine, yemek dağıtımından çamaşırların yıkanmasına kadar tüm günlük işlerin cariyeler tarafından görüldüğünü belirtti. Güne saray işleriyle başlayan cariyeler ilerleyen süreçte kişisel eğitimleri için yoğun bir şekilde derslere girip çıkıyorlardı.
ÖRF VE ADETLERİ DOĞRU ŞEKİLDE ÖĞRENMEK ZORUNDALIKTI
Cariyeler Müslüman değillerdi. Rusya ve Balkanlar'dan getirilen cariyelere her şeyden önce Müslüman olmak ve iyi şekilde Türkçeyi konuşmak öğretilirdi. Cariyelerin tüm eğitimleri bu iki temel üzerine kuruluydu. Prof. Dr. Mehmet İpşirli, İslamiyet ve Türkçenin yanı sıra her bir cariyenin Türk örf ve adetlerini doğru bir şekilde öğrendiğini, görgü kurallarına uymanın önemli olduğunu ve mutlaka her birinin herhangi bir sanat dalıyla ilgilenmesinin şart olduğuna değindi.
Dönemin en iyi hocalarının, sanatçılarının haremde cariyelere eğitim verdiğini belirten Prof. Dr. İpşirli, sanılanın aksine saraya gelen hocaların içinde erkek eğitmenlerin de olduğunu ve bu kişilerin belli kurallar içerisinde hareme girmesinin serbest olduğunu belirtti.
ELLERİNİ KOLLARINI SALLAYARAK DOLAŞAMAZLARDI
Peki haremdeki asayiş nasıl sağlanıyordu? Böylesine önemli bir kurumu korumakla yükümlü olan kişiler kimlerdi? Prof. Dr. Mehmet İpşirli gündelik hayat bağlamında hareme rahatça girip çıkan kişilerin harem ağaları olduğunu ifade etti.
Harem ağaları iki gruptan oluşuyordu. Ak Ağalar Enderun'u koruyor, Kara Ağalar ise Harem'i korumakla yükümlüydü. Harem ağalarının içeride ellerini kollarını sallayarak rahatça dolaşamadıklarını söyleyen Prof. Dr. İpşirli, işleyişin çok nizami olduğunu ve herhangi birinin asayişine gerek duyulmadığını anlattı.
CARİYELERİN HEPSİ PADİŞAH EŞİ OLMAK İÇİN YETİŞTİRİLMİYORDU
Saraydaki cariyelerin görevlerine ilişkin bilgiler veren Prof. Dr. Mehmet İpşirli, cariyelerin her birinin ayrı ayrı görevlerinin olduğunu ve içlerinden yalnızca küçük bir grubun yükselebildiğini belirtti. Sanılanın aksine tüm cariyelerin padişah eşi olmaları için yetiştirilmesi gibi bir durum yoktu. Prof. Dr. Mehmet İpşirli,"Cariyelerin içinden çok yetenekli olanlar yükselerek belli kademeler kazanıyor, bir kısmı padişahın ailesine kalfa oluyordu. İçlerinden yalnızca birkaç tanesi padişahın dikkatini çekmesi halinde eşi olabiliyordu" diye konuştu.
'BİLİNÇLİ OLARAK YANLIŞ İMAJ ÇİZİYORLAR'
"Haremle ilgili kaynaklara ulaşmak hiç zor değil. Son zamanlarda bunlar üzerinde ciddi çalışmalar yapılıyor" diyen Prof. Dr. Mehmet İpşirli, günümüzde harem kurumuna ilişkin olumsuz yorumların sebebini ise şu şekilde açıkladı:
"Haremle ilgili tezleri incelediğimde içeriklerin normal hayata oranla abartılı olduğunu söyleyebilirim. 'Haremde süt banyoları vardı' gibi gerçeklikle uzaktan yakından alakası olmayan bilgiler veriyorlar. Onlar da öyle olmadıklarını biliyor ancak buna rağmen o şekilde yazıyorlar çünkü bu kaynakları daha sonra İngiltere’de, Fransa’da kendilerini görevlendirenlere gösteriyorlar ve bundan bir karşılık alıyorlar. Dolayısıyla ne kadar ilgi çekici olursa onlar için de o kadar kazançlı oluyor."
Konuyla ilgili ABD'li profesör Dr. Leslie Peirce'ın Türkçeye 'Harem-i Hümâyun' olarak çevrilen 'The Imperial Harem' adlı faydalı bir eser yazdığını söyleyen Prof. Dr. İpşirli, Peirce'ın da Batılı araştırmacıları eleştirdiğine, onların bilinçli olarak Harem'le ilgili yanlış imaj çizdiklerini söylediğine değindi.
AİLELER KIZLARINI SARAYA KENDİLERİ VERİYORDU
Haremde işleyişin ve eğitimin oldukça zengin olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Mehmet İpşirli, özellikle 19'uncu yüzyılda birçok Çerkes ailenin kızlarını cariye olarak saraya kendi elleriyle teslim ettiklerini vurguladı. Kızlarının güvenilir bir şekilde birçok alanda eğitim alabileceğine inanan aileler kızlarının saraya emanet etmeyi özellikle tercih ediyordu.
'MİNYATÜRLERDE RESMEDİLENLER BİREBİR GERÇEK'
Haremde hayatın nasıl olduğunu en doğru şekilde gösteren eserlerin eski minyatür çalışmaları olduğunu belirten Prof. Dr. İpşirli'ye göre minyatürlerde resmedilenler birebir gerçek. Özellikle birçok minyatürde kadınların toplumsal hayatın içinde görünür olduklarının altının çizildiğini söyleyen Prof. Dr. İpşirli, son olarak şu sözlerle Osmanlı toplumunda kadının rolünü anlattı:
"Minyatürlerden daha güvenilir bir kaynak olarak kadınların tutmuş oldukları defterler, mahkeme kayıtları var. Buna ek olarak padişah eşlerinin yaptırmış olduğu vakıflar kadınların güçlerini ortaya koyuyor. 16'ncı yüzyıl ortalarına kadar yapılmış olan 2 bin 500 adet vakfın 930'unu kadınlar kurmuş. Bu bizlere hem kadınların ekonomik güce sahip olduklarını hem de bu ekonomik gücü diledikleri gibi kullanabileceklerini gösteriyor. Dolayısıyla gerçekten Osmanlı'da kadınların toplumdaki ağırlığı ve görünürlüğü oldukça fazlaydı."