30.10.2004 - 00:00 | Son Güncellenme:
Kitabın kapağındaki, gülerek baktığımız, çerçeve içindeki resmi gören, o günün ne kadar eziyetli bir gün olduğunu tahmin edemez. Hatta ben de fotoğrafta bizi böyle keyifli keyifli gülerek gördüğümde senin profesyonel fotoğrafçı Danielin güneşin altında ümitsiz bir şekilde "Doğru durmayı bilmiyorsunuz... Sıcaktan şikayet etmeyi bırakın artık... Bu kadar çok su içilir mi? Sonra sürekli tuvalete gitmek istiyorsunuz. Bıktıııım" diyerek bizi hazırladığını ve kızdığını unutuyorum... Bıyıkaltından bildiğimiz bütün dillerde ona küfür ettiğimizi de... Her şeyi unuttum ve şimdi kitabımızı karıştırırken neşeyle ve gururla doluyorum. "Ben ve Mine Kırıkkanat aynı kitaptayız. İnanılmaz!" diye içimden mırıldanıp duruyorum! Biliyor musun Mineciğim, esasında senin de disiplin, organizasyon ve programlılık konularında despot kocandan aşağı kalır yanın yok! Ve bir kere daha rollerin nasıl da değişime uğradığını düşündüğümde gülesim geliyor. Sen disiplinli, Avrupalı bir profesyonel gibi davranan, ihraç edilmiş bir Türksün; ben tasasız, neşeli, profesyonel davranan, ithal edilmiş bir Avrupalı ağustosböceğiyim! Yani Mine, dergilerden ve televizyonlardan gelen sonsuz röportaj tekliflerini yılmadan kabul ederek beni yorgunluktan mahvettiğinin farkında mısın acaba?Bana elindeki, ertesi gün için uzun randevu listesini uzatırken, tatlı ama kararlı ses tonunla "Donatellacığım, sakın geç kalma" diyordun ve ben de "tamam" diyordum. Ama arkadaşım, bu şehirde randevulara zamanında yetişmek için en az iki sefer köprüden geçerek ulaşmaya çalışmanın ne kadar zor, ne büyük bir işkence olduğunu nasıl anlatabilirim ki sana? Sen metro ağı ile örülü ve rahat otobüslere sahip, Avrupada yaşayan insanlara ait mantıktan hareketle benim de taksileri kullanmaktan vazgeçmemi, otobüs, metro, vapur gibi toplu taşıma araçlarını kullanmamı öğütlüyorsun ama ben sana bu şehirde denizlerle çevrili olmasına rağmen her yerde iskele olmadığını nasıl anlatacağım? Ve lütfen, Üsküdara geçip oradan püfür püfür motorla geçmenin ne kadar romantik olduğunu söylemekten vazgeçer misin? O "romantik güzergah"ın, gideceğim yere bir gün gecikmeme neden olduğunu ve saçlarımı bir cadınınkine çevirdiğini biliyor musun? Ve bir de "pembe gettom" Suadiyede oturma konusunda ısrar etmemin ne kadar gereksiz olduğunu ve senin gibi "otantik" Cihangirde oturabileceğimi tekrarlamaktan ne zaman vazgeçersin? Ben Kadıköylüyüm ve buradan kıpırdamaya hiç niyetim yok! Ben şimdi seninle yaşadığımız bu olağanüstü tecrübe sonrası dinlenmek için İtalyaya kaçacağım! Biliyor musun, Marco beni çok hoş bir yere götürecek: Kestane Bayramının kutlandığı şirin, küçücük, sakin bir kasabada... Sonra anlatırım! Bu arada ilgini çeken likörlü kestane tarifini ekliyorum! Ciao Parisli arkadaşım... Seni çok seviyorum! Carissima Mine! Kitabımız çıktı. Beyoğlunda Danielin bir yaz pazarı çektiği fotoğraflarla süslü kitabı raflarda, vitrinlerde bitmiş haliyle görmek ne heyecan verici! Likörlü kestane 1,5 kg. kestane500 gr. şeker1 bardak su1 lt. alkol (90 derece)1 bardak konyak. Malzemeler: Kestaneleri haşlayıp soyun ve 170 derecelik fırında kurutun. Kısık ateşte suda karıştırarak şekeri eritin. Ardından şurubu soğutun ve kavanozlara koyduğunuz kestanelerin üzerine şurubu, konyak da ekleyerek dökün. Bir hafta kadar beklettikten sonra alkolle üzerini örtün. Kavanozları kapatın ve serin, karanlık bir yerde muhafaza edin. İki ay sonra tüketilmeye hazır bir kıvama gelecektir... donatellapiatti@hotmail.com Yapılışı: