CumartesiKavga, sansür, şatafat ve sinema

Kavga, sansür, şatafat ve sinema

05.10.2013 - 02:30 | Son Güncellenme:

Bu yıl 50’nci kez düzenlenen Antalya Altın Portakal’ın tarihi, artık festivalin folklorunun bir parçası olarak kabul gören tartışma, skandal, jüri polemikleriyle dolu ve bu festival onlarsız düşünülemez

Kavga, sansür, şatafat ve sinema

ile kolay tam 50 yıl olmuş. 1964 yılında başlayan ve sadece iki yıl yapılamayan Altın Portakal Film Festivali bu yıl 50’nci kez gerçekleşiyor. Dün başlayan ve
11 Ekim’e kadar devam edecek festival bu yıl henüz herhangi bir tartışmaya ve geçmişinde çokça bulunan “skandal”a imza atmadıysa da Altın Portakal’ın tarihi bu tür hadiselerle dolu... Milliyet Sanat dergisi de ekim sayısında Altın Portakal’ın tartışmalarla dolu
50 yılına yer verdi.

İlk yarışma ilk kavga
1964 yılına kadar bir şenlik olarak kutlanan festival, bu yıldan sonra Belediye Başkanı Avni Tolunay’ın çalışmalarıyla bir film yarışmasına dönüştürüldü. Bu, aynı zamanda, portakalın ilk renk değişimi oluyordu. Halit Refiğ’in “Gurbet Kuşları” filminin birinci seçildiği bu ilk festivalde, 33 film yarıştı; jürinin anlaşamaması üzerine ilk kavga yaşandı ve Altın Portakallar havada uçuştu.

Haberin Devamı

Kavga, sansür, şatafat ve sinema

Yeni Sinema’nın en önemli temsilcilerinden Nuri Bilge Ceylan.

Metin Erksan’ın çıkışı
1967 yılına gelindiğinde festivale “Sevmek Zamanı” isimli filmiyle katılan Metin Erksan, jürinin açıklanmasının ardından “Bu jüride benim filmimi değerlendirecek kimse yok” dedi. 1967 yılı, festivalin içeriğinin politik tavırlara da sahne olacağı gelecek yıllar için ilk belirtileri de veriyordu. Gericiler Halit Refiğ’in “Haremde Dört Kadın” isimli filminin gösterildiği salona saldırdı.
1970 yılında düzenlenen festivalde istenmeyen adam ilan edilen Yılmaz Güney, “Bir Çirkin Adam” isimli filmiyle festivalden ödül alarak geri döndü.
Askerin yönetimi ele aldığı 1971 yılında yaşanan bir olay, portakalın renginin asker yeşiline doğru yaklaşmasına neden oldu. Filmi birinci olarak değerlendirilmeyen ve üçüncü olan yapımcı Özdemir Birsel, “Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’ın takdir ettiği bir filmi üçüncülüğe nasıl layık görürsünüz” dedi ve ödülünü reddetti.

Portakal’da sansür ve asker gölgesi
1976’da Süreyya Duru’nun “Kara Çarşaflı Gelin” isimli filmi başkentten gelen bir emirle yarışma dışı bıraktırılmak istendi. Buna rağmen yarıştı ve En İyi Film seçildi. 1978’de ise Yavuz Özkan’ın yönettiği, Cüneyt Arkın ve Tarık Akan’ın başrollerini paylaştığı “Maden” isimli film sansürlenmek istendi. Yavuz Özkan’ın filmini geri çekeceğini açıklaması, jürinin de “Kesilmiş bir sanat yapıtını değerlendirmemiz mümkün değildir. Yoksa istifa ederiz” açıklaması neticesinde film gösterildi ve büyük ödülü aldı.
1979 ise festivalin en ‘karanlık’ yıllarından biriydi. Hükümet, Yavuz Özkan’ın “Demiryolu”, Ömer Kavur’un “Yusuf ile Kenan” ve Yavuz Pagda’nın “Yolcular” isimli filmlerine sansür getirmek istedi. Yönetmenlerin filmlerini geri çekmesi ve jüri üyelerinin Ankara’ya bildirgeler göndermesi etki yaratmayınca festival yapılamadı. 1980 yılındaki festival de darbe yüzünden gerçekleştirilemedi. Bu ayıp ancak iki yıl önce kapatıldı. Festival ‘Geç Gelen Portakallar’ başlığıyla ayrı bir yarışma düzenleyerek 1979 ve 1980 yılının ödüllerini sahiplerine verdi. 1979’un en iyisi “Demiryolu” olurken, 1980 yılının galibi “Sürü” seçildi.
İki yıllık aradan sonra 1981 yılında gerçekleştirilen festivalde de karanlık egemendi. Zeki Ökten’in Yılmaz Güney’in senaryosuyla çektiği bir yıl önce yarışamayan “Sürü” ve “Düşman” filmleri MİT tarafından yapılan bir uyarıyla yarışma dışı bırakıldı. Jüri de bu karar üzerine o yıl en iyi film ödülünü vermeme kararı aldı. Aynı Zeki Ökten 1983 yılında “Faize Hücum” filmiyle ödül kazandı.

70 kişilik jüri fiyaskosu
90’lı yılların ikinci yarısından itibaren Türkiye ‘yeni sinema’ olarak adlandırılan bir yönetmen kuşağıyla tanışmaya başladı. Bu kuşağın filmleriyle Altın Portakal’a gelmesi festivalin yıllardır arasının çok iyi olduğu Yeşilçam geleneğiyle sorunlar yaşamasına neden olsa da sinema artık yeni bir yola girmişti.
Derviş Zaim, Nuri Bilge Ceylan, Zeki Demirkubuz, Tomris Giritlioğlu, Handan İpekçi’nin de aralarında olduğu ‘yeni sinema’nın temsilcileri festivale ağırlığını koydu. Ekonomik krizin hemen ertesinde 2002’de düzenlenen festival, yarışacak film olmadığı için çoğu daha önce vizyona girmiş yedi filmle gerçekleştirilebildi.
2004 yılında 70 kişilik bir jüri oluşturulması ise festivalin büyük fiyaskolarından biri olarak
kayıtlara geçti.
2007’de “Ara”, 2011’de “Ateşin Düştüğü Yer”in ön jürinin kurbanı olması ve yarışmaya katılamaması tartışmalara neden olurken, 2008’de “Üç Maymun” (Nuri Bilge Ceylan), “Vicdan” (Erden Kıral), “Nokta” (Derviş Zaim), “Hayat Var” (Reha Erdem), “Süt” (Semih Kaplanoğlu) ve “Pandora’nın Kutusu” (Yeşim Ustaoğlu) gibi ustaların filmlerinin yer aldığı festivalde Tuncel Kurtiz başkanlığındaki jürinin “Pazar: Bir Ticaret Masalı” filmini seçmesi ise “sanat sineması cezalandırıldı,” yorumlarına neden oldu.
Kusturica’ya reva mı?

Festivalde yaşanan her
ayıp kapatılır ama Emir Kusturica’ya reva görülenin tamiri yok gibi. 2010 yılında festivalin ulusal yarışma jüri başkanı olarak davet edilen Emir Kusturica, Bosna Savaşı sırasında Sırpları desteklediği iddialarıyla dönemin Kültür Bakanı Ertuğrul Günay ve bazı sinemacılar tarafından hedef gösterilince ülkeyi terk etmek zorunda bırakıldı.

Haberin Devamı

Kavga, sansür, şatafat ve sinema

Haberin Devamı

1980’de verilemeyen ödülünü Geç Kalan Portakallar’la alan Tuncel Kurtiz ve 2010 yılında festivalden apar topar ayrılmak zorunda kalan Emir Kusturica (sağda).

Haberin Devamı

Uluslararası programdan seçmeler

Haberin Devamı

Bu yılki festivalin uluslararası özel bölümleri, özellikle “68’den Bugüne” bölümü şahane.
İşte seçme filmler...
* Kovboy şapkalarını çıkarmadan, at yerine Harley Davidson marka motosikletleriyle Amerika’yı keşfe çıkan iki genç adamın tabuları yıkan macerası “Easy Rider” (1969) programın olmazsa olmazı.
* Derek Jarman’ın “Kutlama / Jubilee”sindeki (1978) gençler ise “kraliyet” tayyörlerinden sıkılmış, sömürgeci süngüsü düşse de şanını yürütmeye çalışan ünlü İngiliz aristokrasisine karşı tepkilerini punk akımıyla gösteriyor.
* Takım elbiseli yuppi kültürünün tüketiciliği baş tacı ettiği 80’lerde huzursuzluğun artık şehir sokaklarına taştığı Spike Lee filmi “Doğruyu Seç / Do The Right Thing” (1989) veya parmağını kımıldatmayacak bir amaçsızlıkla depresyonların öne çıktığı 90’lardan bir Gregg Araki filmi “Yaşamın Dibi / The Living End” anarşinin gidişatını tespit ediyor.
* 2000’li yılların sürpriz başkaldırısı
Arap cenahından yükseliyor ve Mısır yapımı “Mikrofon / Microphone” refah dünyasının gözünden ırak bu âlemdeki gençlerin başkaldırısını naif ama samimi bir üslupla aktarıyor.

Yazının tamamını Milliyet Sanat dergisinin ekim sayısında okuyabilirsiniz.