09.02.2019 - 08:15 | Son Güncellenme:
Hayatını ve kalemini kadınları özgürleştirmeye adamış, aramızdan ayrılışının 13. yılında söyledikleri ve yazdıkları güncelliğini koruyan Duygu Asena’nın “Aslında Özgürsün” adlı kitabı tiyatro sahnesine taşındı. ProjectAS Prodüksiyon Tiyatrosu’nun ilk oyununda, iş kadını Berna (Emel Çölgeçen) ile ev kadını Belgin’in (Pelin Öztekin) kendilerini ve aşkı arayışlarını izliyoruz. Hafta başında prömiyerini yapan oyunu ayakta alkışlayanlardan biri olarak anladım ki, acılar da sevinçler de birbirine çok benziyor ve bunun anlatıldığı kitaplar hiç eskimiyor!
- “Aslında Özgürsün”, interaktif bir şekilde internet üzerinden yazılan ilk roman. Yazarı Duygu Asena’nın tabiriyle, “Yazıldıkça okunan kitap”. 18 yıl sonra tiyatro izleyicisiyle buluşması size neler hissettirdi?
Emel Çölgeçen: Duygu Asena, ilk gençlik yıllarımda okuduğum çok önemli bir isimdi. O zamansız bir yazar. Söylediği her şey bugün için de geçerli. Metinde kendimden çok şey buldum. Yönetmenimiz Ali Kemal Güven ve yapımcımız Seda Özkaraca ile buluştuk. Teksti bir de onlardan dinledim. Çok heyecanlandım. İyi ki bu projede olmuşum, çok mutluyum.
Pelin Öztekin: Metni okuyunca “Aa bu benim, bu yan komşu, bu arkadaşım, bu da arkadaşımın teyzesi’’ diyorsunuz. Kendinizi hikayenin içinde buluyorsunuz. Karakterimi bilmezken ben Belgin’im herhalde demiştim, o kadar çok annem ve bendi. Karmaşıklığı beni içine çekti ama herkes kendine ait bir şeyler bulacak.
- Duygu Asena, Türkiye’de kadın mücadelesinin en baş aktörlerindendi. Sizin hayatınızda nerede yer alıyor?
E.Ç.: Bir kere çok cesur bir kadın. Ben onu önemli bir sosyolog olarak görüyorum. Annelik bir şey fakat sen aynı zamanda başka bir şeysin. Duygu hanım da bunun altını çok çizmiş, kadınları bir kalıba sığdırmıyor. Çok erken kaybetmişiz ne yazık ki. Bugün yaşasa neler yazardı merak ediyorum.
P. Ö.: Ben onu şu an daha iyi anlıyorum. Bu oyunla Pelin olarak da çok değiştim. 32 yaşında bir şeylerin yeniden farkına varabiliyorum. Yazdıkları ve enerjisi o kadar geçerli ki şu an bile bizi değiştirebiliyor. Hepimizin dertleri aynı ve bunu çok güzel bir dille anlatmış.
- Oyun, o meşhur sözden “Erkeğin kalbine giden yol midesinden geçer”den başlıyor...
E. Ç.: Belli kalıplar var, çocukluğumuzdan itibaren kafamıza girmiş. Kadının yemek yapma zorunluluğu gibi... Modern evliliklerde bunların paylaşılıyor olması gerekir. Fakat erkek anneleri hep çocuklarının istediklerini yerine getirmiş, adam da büyüdüğü zaman eşinden annesi gibi olmasını bekliyor. Problem çıkıyor; sevgi, saygı, aşk ölüyor. Halbuki yuva iki kişinin kurduğu bir şey.
P. Ö.: Benim yaşıma gelmiş ama hâlâ mutfakta bir yumurta kırmayı bile bilmeyen erkek arkadaşlarım var. Aslında çok eğlenceli olabilecek şeyler kadının görevi olarak görülüyor. Bunları tamamen, “Elalem ne der, aman bak ben kızımı nasıl iyi yetiştirdim” demek için yapıyorlar. Başkaların istediği gibi olmak için, kutulara girmiş kadınlar. Annelerimize anneannelerimiz dayatmış onlara da kendi anneleri...
- İkinci nokta ise çoğunlukla kadınların hayatlarının dönüm noktası olarak görülen “evlilik”. Kadınlar, evliliği gerçekten kendileri mi istiyor yoksa çevrenin baskısıyla istediğini mi sanıyor?
E. Ç.: Herkesin evlenmesi gerekmiyor. Benim hiç öyle bir hayalim olmadı, belki biraz ekstrem bir örneğimdir bilemiyorum. Kız çocuklarına daha ufacıkken bilinçaltlarına yerleştiriliyor evlilik. Hatta büyülü bir masal gibi anlatılıyor her şey... Aileniz olmasa bile komşunuz yapıyor. Bir insanın amacı evlenip aile kurmak olamaz, olmamalı. Elbette ki doğru insanla çok güzel ama bir yandan da çok ızdıraplı ve zor, bunu bilmen lazım.
P. Ö.: Nişan, düğün, torun derken hayatımızda hep bir sıralama var. Onu bozduğun an tepki görüyorsun. Belki ben çocuğumu doğurduktan sonra evleneceğim. Neden istediğim gibi yaşamayayım... Hamileyken ayrılan arkadaşlarım var. Birbirlerini yeterince tanımadan kendilerini oynadıkları o evciliğin içerisinde bulmuşlar.
Pelin Öztekin: “Kitap, beni yeniden aydınlattı”
- Kitapta da oyunda da “anın kıymetini ve kendi değerini bil” mesajını sıklıkla görüyoruz. “Mutlu son değil, mutlu an”la Duygu Asena’ya selamla sona eriyor oyun...
P.Ö.: Anı yaşamak, hayatınızdaki her şeye göğüs gerebileceğinizi gösteriyor. Bence de mutlu son yok çünkü milyonlarca kez mutlu olacağız. Hamile kalınca mutlu sonmuş gibi görünüyor ama doğurunca daha da mutlu olacak belki de. Oyunun finalinde bir selam yolluyoruz, bize kazandırdıklarına… Finalde bizim için oyun bitmiyor, aslında daha yeni başlıyor.
E. Ç.: Anda yaşamak, şimdilerde herkesin becermeye çalıştığı hatta bunun için kurslara gittiği şeylerden. Çünkü yarını düşüne düşüne kendimizi sınırlandırıyoruz. Hayat, ızdırap veren bir süreçtir. İnişli çıkışlı olduğu için anda kalmak daha huzurlu ya da mutlu eden bir şey. Umarım oyundan sonra herkes kendi içinde bir şeyler doğurur.
- Duygu Asena’nın konu ettiği kadın meseleleriyle bugün arasında ne gibi değişimler görüyorsunuz?
E. Ç.: Hiç. Kullandığımız aygıtlar değişse de temelde dertler aynı. Acılarımız çok benzer. Kitap eskimemiş, hep bugün aslında. O yüzden oyunumuz, kadınların mücadelesinde bir yol gösterir umarım. Duygu hanım dokunuyormuş, oyun da dokunur diye umuyorum.
P.Ö.: Kadınlarda bir uyanış var ama öyle bir baskı var ki, dönüşümleri de sekteye uğratıyor. Kitap, beni yeniden aydınlattı. Bence süresiz bir çalışma. Bundan 10 yıl sonra da anlayabileceğimiz noktalar var. Ne yazık ki kadının ülkemizdeki yeri bir ileri iki geri olduğu için her zaman geçerli olacağını düşünüyorum.
Emel Çölgeçen: “Yalnızlık korkulacak değil kucaklanacak bir şey”
- Evli olan diğerine sürekli “Yalnızsın” derken, o da “Yalnız olup olmamak erkeklere mi bağlı?” diyor. Sahi, nedir bu yalnızlık mevzusu?
P. Ö.: Bence bekarken daha az yalnızsın... Mesela annem, bekar bir kadın ve saat 17.00’den sonra arkadaşlarına ulaşamıyor çünkü hepsi bir çizelge uydurmuş ve kendilerine zaman ayırmıyor. Ben 30’dan sonra anladım yalnızlığın getirilerini. Çok sıkıldığım, ağladığım zamanlar oldu ama sonra onun yalnızlık değil size ait bir çember, alan olduğunu anladım.
E. Ç.: Kendi adıma evde yalnızken aslında çok kalabalığımdır. Ve bence zaten bir insanın yalnızlığı kendiyle barışıklığı ile alakalı. Aslında korkulacak değil kucaklanacak bir şey.
- Belgin, “Yargılanmadan, yaralanmadan özgür olmak istiyorum” diyor. Bu mücadele biter mi bir gün?
P. Ö.: Bence bitmez. Bazı yerlerde bir, bazı yerlerde birkaç adım geride kadın. Eş, dost, elalem ne der baskısı var. Keşke değişse ama ben öngöremiyorum.
E. Ç.: Değişmesi için herkesin farklı olduğunu fark etmek gerekiyor. Anne-babaların eğitilmesi lazım. Bu da ne zaman ve nasıl olur bilemiyorum.
- Çağlar boyu ayıp, günah ve tabu olarak görülen seks, kahramanlarımızın da en çok üzerinde durduğu konulardan...
P. Ö.: Zaten herkesin merkezinde olan bir şey seks. Kadın-erkek ilişkisinin büyük bir kısmını oluşturuyor. Ama her zaman mutlu olmuyoruz, mutlu rolü yapıyoruz. İnsanlar yaşadıklarını yakın arkadaşlarıyla konuşuyor. Bunu da oyunda gösteriyoruz. O yüzden erkeklerin de özellikle izlemelerini isterim.
E. Ç.: Kadınlar, her şeyi paylaştığı kocasına bile kendini açamıyor. Bir süre sonra görev olarak görüyorlar. Halbuki seks, görev değildir. İki kişinin eğlendiği, keyif aldığı ve bütün oldukları bir süreçtir. Umarım oyundaki konuşmalar, insanları da cesaretlendirir.