09.06.2007 - 00:00 | Son Güncellenme:
malphan@milliyet.com.tr 21 yaşındaki Elle Muliarchyk Beyaz Rusya'da doğmuş; Vietnam, Prag ve San Francisco'da büyümüş bir kızcağız. Süpermodel olma hayalleriyle New York'a geliyor. Buraya kadar bilinen hikaye... Modelliğin ona büyük bir dünyanın kapılarını açtığını düşünmesine rağmen bu işin yaratıcılığını ve güzellik anlayışını yansıtmadığını fark edene kadar her şey normal bir seyir izliyor. "Süpermodel olamadım" demiyor da, şöyle anlatıyor: "Mükemmel bir vitrin mankeni olmak zorunda olmam, profesyonelliğe sığmadığı için asla giydirilen kıyafetleri ve yapılan makyajı eleştirememem ve kendi fikirlerimi paylaşamamam sinirimi bozuyordu."Neyse, Muliarchyk bunun üzerine moda endüstrisinden intikamını almak için planını uygulamaya koyuyor. Dünyanın çeşitli yerlerindeki en şık butiklerin kabinlerine sızarak acayip pahalı elbiseleri deniyor ve kendi fotoğraflarını çekiyor. Bu kabinleri çantasında taşıdığı dekorlarla bir sete dönüştürüyor (Örneğin, metroda taşıyarak getirdiği 300 yıllık bir aynayı Yves Saint Laurent mağazasının kabinine sokuyor). Deliliğin sınırı yok. Etrafımda ben de dahil olmak üzere bir tane normal insan yok diye düşünürken öyle şeyler görüyor, duyuyor ve okuyorum ki dibim düşüyor. Buyrun size bir hikaye... Bu mağazalara en pahalı kıyafetleriyle giriyor. Amacı diğer müşteriler gibi görünmek. Ama sırt çantasıyla dolaştıktan sonra bunun pek bir anlamı kalmıyor, o ayrı. Tezgahtarların şüphelenmemesi için sadece 10 dakikası var. Kalbi heyecandan pır pır atarken elbiseyi giyiyor, dekorlarını çıkarıyor ve tripodunu yerleştiriyor. Tüm çabalarına rağmen genellikle yakalanıyor. Bazıları hırsız olduğunu düşünürken, bazıları da tasarımları kopyaladığını sanıyor. Kabinde uyuşturucu aldığını sananlar bile oluyormuş. New York'taki Bottega Veneta mağazasında minnacık bir elbise ve mavi perukla onu yakalayan tezgahtar, Muliarchyk'ın kendi internet sitesi için porno film yaptığını sanmış. Gucci mağazasındakiler onu polise teslim etmiş, günü karakolda bitirmiş. En son New York Moda Haftası'nda The New York Times'ın sponsorluğunda fotoğraflarından oluşan bir sergi düzenlenmiş. Bu durum kendi içinde büyük bir çelişki barındırıyor. Moda endüstrisinden intikam almaksa amaç, New York Moda Haftası'nda bir sergi açmak da ne oluyor? Bu da endüstriye hizmet etmek değil mi? Yaptığın işe sövüp saymadan önce iki kere düşüneceksin. Dönüp dolaşıp o işin malzemesi olabilirsin çünkü. Porno film çevirdiğini sananlar oluyor Geçtiğimiz hafta Atlanta'da keşfettiğimiz katlama aletini yazmıştım. Bir okurun dikkatini çekmiş. Türkiye'de bu alete nispeten yakın bir alternatif olduğunun haberini aldım kendisinden. Adı "Vacuum Storage Bag" (Vakum Torbası) ve Koçtaş'larda satılıyor. Fiyatı 9,90 YTL. Bu torba eşyalarınızı evdeki elektrik süpürgeniz yardımıyla vakumlayarak yer kazanmanıza imkan sağlıyor. Yastık, yorgan, mont, hatta çocuklarınızın pelüş oyuncaklarını küçük ve ince paketler haliyle bu torbalarda saklayabiliyorsunuz. Bavul yaparken de işinize yarar ama seyahat dönüşü otel odasında elektrik süpürgesi bulabilir misiniz, onu bilmem. Bu da vakum torbası "20'nci yüzyılın en çok sevilen moda ve film ikonu kim?" diye sorulduğunda akla gelen ilk isimlerden biri Audrey Hepburn. Mini eteğin yarı mucidi Mary Quant onunla ilgili olarak "Yaşamış en stil sahibi kadın", Givenchy "Tanrının lütfu", Steven Spielberg "Melek" demişti. Adı verilen bir diyet bile var: "Michael van Straten'in Küçük Siyah Elbise Diyeti". Her yıl, her sezon en az birkaç marka Hepburn'den esinlenip tarzının yine moda olduğunu ilan ediyor.1954'te "Sabrina"nın çekimlerinde giyeceği kostümleri seçmek için Hepburn, Givenchy'nin mağazasına gider. Givenchy, Katherine Hepburn'ün geleceğini sanırken karşısında bu sade görünümlü kızı görünce ona elbise dikmek için vakti olmadığını, askıdaki elbiselerin arasından seçim yapmasını söyler. Hepburn elbiselere göz atarken Givenchy ondan etkilenir ve kostümlerini yapmaya karar verir. Sonrasında da hayat boyu arkadaş olurlar ve Audrey'nin stiline Givenchy imzasını atar. İşte bu yüzden Hepburn'ün stil ikonu olmasında en büyük payeyi o hak ediyor. Tabii Hepburn de akıllılık edip hayatı boyunca bir tasarımcıdan diğerine atlamadı ve stili kalıcı oldu. Klasik de olsa, iz bırakan bir tarzı vardı. Dümdüz siyah bir elbiseyi ikonlaştırabildi. Hepburn'ün "Tiffany'de Kahvaltı" filminde giydiği pembe elbise geçtiğimiz günlerde açık artırmada 192 bin dolara alıcı buldu. Bu rakam müzayede evinin beklediği fiyatın yaklaşık altı katıydı. Buna şaşırmamak lazım. Gerçek bir stil ikonunun elbisesine açık artırmalarda sık rastlanmıyor. Aynen stil ikonlarına, hele de günümüzde, sık rastlanmadığı gibi. Dümdüz siyah bir elbiseyi ikonlaştıran kadın