Cumartesiİçi dışı bir koleksiyon

İçi dışı bir koleksiyon

04.10.2008 - 01:00 | Son Güncellenme:

Modacı Bora Aksu, Londra Moda Haftası defilesinde 2009 ilkbahar-yaz koleksiyonu “Kıyafetlerin Görünmeyen Öyküsü”nü sergiledi. Aksu: “1950’lerdeki haute couture kıyafetlerinin içini dışına çevirdim. Biyeler, el dikişleri kıyafetlerin üzerinde yer aldı”

İçi dışı bir koleksiyon

Bora Aksu İngiltere’deki Central Saint Martins okulundan dereceyle mezun olduktan sonra ilk defilesini Londra Moda Haftası’nda gerçekleştirdi. Daha ilk koleksiyonuyla İngiltere Moda Konseyi’nin ilgisi çekti, Yeni Kuşak Modacı ödülünü kazandı. Londra Moda Haftası resmi programına dahil edildikten sonra aynı ödülü dört kez üst üste kazandı.
Aksu 11’inci defilesiyle yer aldı geride bıraktığımız Londra Moda Haftası’nda. 2009 ilkbahar-yaz koleksiyonu “Kıyafetlerin Görünmeyen Öyküsü”nü sergileyen Aksu’ya Daily Telegraph ikinci sayfasında yer verdi. İngiliz Vogue dergisi Aksu’nun defilesini moda haftasının en güzel ve en romantik defilelelerinden biri diye ilan etti. Aksu’nun son koleksiyonunu modacının en iyi koleksiyonu olarak değerlendirdi.
Bora Aksu Londra’da yaşıyor, yazları Çeşme’ye gelip “şarj ediyor kendini”. İlhamını dünyanın farklı şehirlerinden, tabii en çok İstanbul’un tarihi dokusundan alıyor: “Şehrin sokaklarına, eski binalarına, çarşılarına, antikacılarına ellerimi batırıp Londra’ya dönmeyi seviyorum.”


Koleksiyonlarınızı hazırlarken bitpazarlarını, sahafları ve n Hemen hemen tüm ünlü modacıların tasarım yapma merakında annelerinin etkisi büyüktür. Çocukluklarında ya anneleri dikiş diker ya da döneme göre çok şık giyinir. Sizin anneniz nasıl giyinirdi, kendi elbiselerini tasarlar mıydı?
Annem ben küçükken çok güzel giyinirdi, hâlâ giyinir. İstediği gibi bir kıyafet bulamazsa terziye diktirirdi. Modayı takip eder, kendine örgü elbiseler hazırlardı. İşe de onlarla giderdi. O elbiseler arşivimde duruyor. Küçüklüğümde kara kalemle annemin kıyafetleriyle nasıl göründüğünü çizerdim. Benim modacı olmamdaki ilham kaynağım annemdi yani. 

Kadınları tasarımlarınızla güzelleştirmekten hoşlanıyorsunuz ama siz kendi giyiminize pek özenmiyorsunuz. Londra Moda Haftası’nda sahneye spor bir gömlek ve pantolonla çıktınız. Gardırobunuzda en çok ne var?
Giyimimle pek uğraşmıyorum. Gördüğünüz gibi terzi kendi söküğünü dikemiyor. Ben rahatlığı seviyorum. Pantolonlarım tam bedenime göre olmamalı, birkaç beden büyük olmalı, böyle bir saplantım var. Eskiye merakım yüzünden, babamın 1970’lerdeki kıyafetlerini giymeyi seviyorum.
Gardırobumda çok sayıda tişört, üzerime birkaç beden büyük gelen gömlekler ve pantolonlar var. Bir de kemerler tabii. Yoksa pantolonlarım düşer. Pantolonlarımı Marks&Spencer’dan alıyorum.
Annem giyimimden şikayetçi. “Defilenin sonunda çıktığında muhakkak gömlek, pantolon, ceket giy, kravat tak” diyor. Ama onu dinlemiyorum.

Koton’la işbirliğiniz devam ediyor mu?
Koton ile işbirliğim bitti ama onlar için hazırladığım koleksiyon bir-iki sezon daha mağazalarda olacak. Tasarımlarım Beymen ve Midnight Express’te de satılıyor. Londra’da ise People Tree için koleksiyon hazırlıyorum. Bu marka Japonya, Amerika ve İngiltere’de pek çok mağazaya ürün veriyor. Mesela Topshop’a. n
1950’lerdeki haute couture kıyafetlerden etkilendim. O elbiselerdeki biyelerin, dikişlerin çok estetik olduğunu düşünürüm. Koleksiyonum için o dönemdeki haute couture kıyafetlerinin içini dışına çevirdim. Biyeler, el dikişleri kıyafetlerin üstünde yer aldı. Teknik olarak kıyafetlerin içi dışına çıkmış oldu.
Cenevre seyahatimde Plein Palas antika marketinde dolaştım ve orada yağlıboya tablolar gördüm. Tabloların renkleri eskilikten solmuştu, üzerleri tozla kaplanmıştı. O eserleri görünce renk paletimi ortaya çıkardım. Pastel tonlarına yer verdim, tozlanmış gibi görünen kumaşları seçtim, el boyaması ipek, tül, şifon kullandım. Sadece 1950’ler ve tablolar değil, bir de bir film fikir verdi bana. 


“1970’lerde çekilen ‘Picnic at Hanging Rock’ filminden esinlendim”


Hangisi?
“Picnic at Hanging Rock”. 1970’lerin başında çekilmiş bir Avustralya filmi. Bir arkadaşımın tavsiyesiyle izledim. Kostümlerinden esinlendim. Filmin karakterleri Viktorya döneminde bir kız okulundaki öğrenciler. Koleksiyonumdaki kabarık kollu gömlekleri ve elbiseleri, iç etekleri “Picnic at  Hanging Rock”ta gördüğüm kostümlerden fikir alarak hazırladım.

Londra Moda Haftası’ndaki defilenizde kıyafetlerinizi Japon şapka tasarımcısı Misa Harada’nın şapkaları tamamlıyordu.
Harada “Sex&The City” dizisinde başrol oyuncularının, Jennifer Aniston’ın düğün şapkasını ve The Rolling Stones grubunun üyelerinin şapkalarını tasarlamıştı. Ayrıca ünlü modacı Yohji Yamamoto bir defilesinde onun şapka tasarımlarına yer verdi. Harada’nın şapkaları 1950’lerdeki couture havasını biraz daha artırdı. Harada çoğunda kurdele kullandı, kimini sadece kumaşı dolayarak yaptı. Hepsi kıyafetleri çok güzel tamamladı. 

Renk konusundaki muhafazakarlığınızı bu koleksiyon biraz kırmış sanki. Limon sarısı, somon ve elma yeşilini de kullanmışsınız bu defa.
Kırdım biraz. Renk konusunda gölgeli bir tarafım var. 


“Gölgeli tarafım koleksiyonlarımı canlı renklerin hakimiyetine bırakmamı engelliyor”


Londra havasının etkisinde mi kalıyorsunuz yoksa?
Herhalde. Londra’da bu yıl yazı yaşayamadık, ondan kaynaklanıyor galiba. Gölgeli tarafım koleksiyonlarımı tamamen canlı renklerin hakimiyetine bırakmamı engelliyor. 

Salvador Dali Enstitüsü, Londra’da açacağı Dali sergisi için bazı modacılardan elbise tasarlamalarını istemiş. Aralarında siz de varsınız. Siz hangi eserden etkilenerek tasarladınız elbiseyi?
Şu an Tate Galerisi’nde sergilenen ve Dali’nin 1937’de yaptığı “Narkissos’un Dönüşümü / The Metamorphosis of Narcissus” eserinden ilham aldım. Özellikle bu tablodaki dokudan, derinlikten ve renklerden etkilendim. Bu derinliği tasarladığım kıyafete yansıtmaya çalıştım.


İçi dışı bir koleksiyon




“Pantolonlarım birkaç beden büyük olmalı, böyle bir saplantım var”


Hemen hemen tüm ünlü modacıların tasarım yapma merakında annelerinin etkisi büyüktür. Çocukluklarında ya anneleri dikiş diker ya da döneme göre çok şık giyinir. Sizin anneniz nasıl giyinirdi, kendi elbiselerini tasarlar mıydı?
Annem ben küçükken çok güzel giyinirdi, hâlâ giyinir. İstediği gibi bir kıyafet bulamazsa terziye diktirirdi. Modayı takip eder, kendine örgü elbiseler hazırlardı. İşe de onlarla giderdi. O elbiseler arşivimde duruyor. Küçüklüğümde kara kalemle annemin kıyafetleriyle nasıl göründüğünü çizerdim. Benim modacı olmamdaki ilham kaynağım annemdi yani. 

Kadınları tasarımlarınızla güzelleştirmekten hoşlanıyorsunuz ama siz kendi giyiminize pek özenmiyorsunuz. Londra Moda Haftası’nda sahneye spor bir gömlek ve pantolonla çıktınız. Gardırobunuzda en çok ne var?
Giyimimle pek uğraşmıyorum. Gördüğünüz gibi terzi kendi söküğünü dikemiyor. Ben rahatlığı seviyorum. Pantolonlarım tam bedenime göre olmamalı, birkaç beden büyük olmalı, böyle bir saplantım var. Eskiye merakım yüzünden, babamın 1970’lerdeki kıyafetlerini giymeyi seviyorum.
Gardırobumda çok sayıda tişört, üzerime birkaç beden büyük gelen gömlekler ve pantolonlar var. Bir de kemerler tabii. Yoksa pantolonlarım düşer. Pantolonlarımı Marks&Spencer’dan alıyorum.
Annem giyimimden şikayetçi. “Defilenin sonunda çıktığında muhakkak gömlek, pantolon, ceket giy, kravat tak” diyor. Ama onu dinlemiyorum.

Koton’la işbirliğiniz devam ediyor mu?
Koton ile işbirliğim bitti ama onlar için hazırladığım koleksiyon bir-iki sezon daha mağazalarda olacak. Tasarımlarım Beymen ve Midnight Express’te de satılıyor. Londra’da ise People Tree için koleksiyon hazırlıyorum. Bu marka Japonya, Amerika ve İngiltere’de pek çok mağazaya ürün veriyor. Mesela Topshop’a.