07.12.2019 - 07:50 | Son Güncellenme:
Seyhan Akıncı / seyhan.akinci@milliyet.com.tr
Paletinde binbir renk olan bir sanatçı o. Tasarlıyor, yazıyor, söylüyor... Şimdi de düzensizliğin düzeni “Entropi”yle sesleniyor dinleyicilerine Dolunay Obruk. 9 şarkının yer aldığı albümde sanatçının kaostan beslenen ruhunun izdüşümü var. Cazın alternatif popla, akustiğin dijitalle buluştuğu bu albümü konuşmak için bir araya geldiğimiz Obruk’tan Londra’ya yerleşme kararından yakında yayına başlayacağı YouTube kanalına kadar pekçok yeni havadis öğrendik.
- Albümlerde bir bütünlükten bahsederiz genellikle, “Entropi”ye baktığımızda bir albümden beklenen düzenin dışında. Bu düzensizliği sormak istiyorum...
Bu düzensizlik sadece “Entropi”de yok “Yalnızca” albümümde de vardı. Ben böyle bir insanım herhalde. Albümü de kalıba sokmak beni bozar. Bu düzensizlik düzeni ben de süre- gelirken entropiyi şimdi seçmemin nedeni artık hayatlarımızın da bir düzensizlik düzeninden oluşması. Bilgi içinde yüzüyoruz, doğruyu yanlıştan ayırabilmek için yeteneğimizi geliştirmek zorundayız, teknoloji ve iletişim çağındayız. İçinde bulunduğumuz dünyada çok fazla dataya maruz kalıyoruz. Özden kopmamak gerekiyor. Kendi doğrularının farkında olmak gerekiyor. Dolayısıyla kendini bilme mesajları var şarkılarda. Bende müzikal konsept olmadı hiç, çünkü ben her şarkının kendi hikayesi olduğuna ve ona uygun müzik olması gerektiğine inanıyorum. Bu yüzden şarkılar kendi içlerinde birer bütünler. Bu albümde her şarkı kendi içinde tuhaf düzensizlikler barındırıyor. Buna da özen gösterdim. Yan yana geldiklerinde ancak kavramsal konsept altında birleşiyorlar. Bu düzensizliğin onları bir düzene sokuyor olması şarkıların ortak noktası.
- “Asiye” dışındaki şarkıların söz ve müzikleri size ait. Bu düzensiz düzeni ortaya çıkaran faktörler neler?
Hayatın ve doğanın içindeki her şeyden besleniyorum. Dolayısıyla beni bir gün İstanbul Barosu’nda yapay zeka çalıştayında, alakasız bir festivalde ya da bir politikacıyla derin bir sohbette de görebilirsiniz. Çünkü her şeyi merak ederim. Sanat altyapım var. Akademi mezunuyum ve hem görsel sanatlar hem de müzik eğitimi aldım. Bütün bunlar felsefe olmadan olmaz. Felsefe eğitimini de çocuklarla sanat ve felsefe atölyelerine dönüştürdüm. Hayatın içindeki her renk beni ilgilendiriyor. Teknoloji ve dijital dönüşümle ilgili bir YouTube kanalı hazırlıyorum ortağımla beraber. Bana diyorlar ki senin teknolojiyle ne alakan var? Ben de diyorum ki senin neden yok? İnsan değil miyiz biz? Bunlar insan için değil mi? Niye kendimizi kalıplara sokup, kısıtlıyoruz ki? Araştırmak, merak etmek, sürekli yeni şeyler öğrenmek, yeni insanlar tanımak, yeni deneyimler edinmek hayatın amacı olmalı, benim amacım bu.
“İngiltere’ye yerleşiyorum”
- YouTube kanalınızın nasıl bir içerği olacak?
Çok değerli konuklarla sohbetlere başladık. Alanında uzman konuklar, yapay zeka, nöroscience, fintek, kripto para, blockchain, fikri mülkiyet, dünyanın dönüşümü, teknolojik gelişmeler karşısında insan nasıl etkileniyor herkesle bunları konuşuyoruz. Hazırlıklardan sonra yayına geçeceğiz. Yakın zamanda İngiltere’ye yerleşeceğim. Avrupa son dönemlerde çok fazla göç aldı, orada bulunan Türk girişimcilerle ve bu alanda çalışan insanlarla da temasa geçip konuk etmek istiyorum.
- İngiltere’ye yerleşmeye karar vermenizde neler etkili oldu?
Daima kendimi dünya insanı olarak gördüm. Ülkesine de sahip çıkan, kültürünü analiz edip, anlamaya çalışan bir insan oldum. Gittiğim her yere de uyum sağlayabilirim. Bu beni objektif bir yerde tutuyor ve bundan mutluyum. İngiltere’ye özel bir vizeyle kabul edildim. Siyaset halkın oyuna dahil olmadığı, etkilerine maruz kaldığı bir şey. Bu dünyanın her yerinde böyle. Tüm bu yaşadığımız koşulların benim üzerimde de etkisi var. Benim son birkaç yılda o kadar çok konserim iptal edildi ki, kalbim kırıldı. Sevdiğim işi yapmama engel olan koşulların majör olduğu bir yerde yaşıyorum. Ülkenin gündemi bitmiyor, tansiyonu düşmüyor. En sonunda dedim ki, sanat global bir iş. Ben dünyanın her yerinde tasarım yapabilir, şarkı söyleyebilirim. Kendimi gerçekleştirmeye gidiyorum. Bu kalp kırıklığımı gidermek, kendime gelmek, Londra’da zaman geçirmek istedim.
“Survivor yaşamak için Acun’a ihtiyacımız yok”
- Sizinle ilgili “İflah olmaz üretici” tanımı var. Ülkenin yoğun gündemi bunu ne kadar besliyor?
Eğer konfor alanının dışına çıkmıyorsan senden zaten bir şey çıkmıyor. O alandan çıktığınız anda kafanız deli gibi çalışmaya başlıyor. Çözüm üretmek istiyorsun. İlgisiz birçok şeyi bağdaştırmak acil durum moduna geçtiğimizde gerçekleşiyor. Survivor yaşamak için Acun’a ihtiyacımız yok şu an. Herkes kendi dünyasında, kendi ailesinde ekonomik koşullarıyla, hayata tutunma biçimiyle bir tür survivor çekiyor evinde zaten. İçinde bulunduğumuz trajik durumu hazmettikten sonra hicivle karışık espirili bir noktaya çıkarıp bünyeyi kurtarıyoruz. Bizim bu toplumsal özelliğimiz. Bu insanı sağlıklı tutan şeydir.
- Ege’den Balkanlar’a cazdan rap’e birçok kültürü ve disiplini harmanlayan bir çalışma “Entropi”...
Bu renkli kaos benim bugünkü dünyayı algılama biçimim. Çünkü ben müziğin ve insanların kategorilere ayrılmasına karşıyım. Bu kabul edilemez. Kadına şiddet konusunda hassasiyetle duruyoruz, insan hakları, gerek ekonomik, gerek sosyal haklar yaşam şekli, toplumdaki kabul görmeler, kürtaj meselesi böyle hassasiyetlerimiz var. Bunların olmasının sebebi insanları kategorize etmemiz. Pozitif ayrımcılığın da bir çözüm olduğuna inanmıyorum. İnsanları kadın erkek diye değil insan olarak gördüğümüz sürece hatta bütün canlılara aynı saygıyı gösterdiğimizde bir bütüne varabiliriz. Bu şekilde problemlerimizi çözebiliriz. Yoksa pozitif ayrımcılık da günün sonunda bir tür ayrımcılıktır. Başka çözüm yolları olduğunu düşünüyorum.