28.03.2015 - 02:30 | Son Güncellenme:
Nil Kural nil.kural@milliyet.com.tr
“Yüzündeki Sır / Phoenix”
Alman sinemasının sade ve etkileyiciliği birleştirebilen ismi Christian Petzold, “Yüzündeki Sır”da II. Dünya Savaşı’nın hemen ardından Berlin’e dönen ve estetik ameliyat olup Alman kocasını bulan Yahudi bir kadının öyküsünü anlatıyor.
II. Dünya Savaşı sonrasıyla ilgili özgün bir hikaye bulmayı başaran Petzold, toplama kamplarının kurbanlarından hayatta kalabilenlerden birinin hikayesini alıyor ve Alfred Hitchcock’un “Vertigo”sunu eğip bükerek ortaya zarif, muazzam ve akıllara kazınan bir film çıkarıyor.
“Liverpool”
Arjantin sinemasının parlak ismi Lisandro Alonso’ya ayrılan, bütün filmlerinin gösterileceği retrospektif bölümü gözden kaçmamalı. Yönetmenin kurmaca ile belgesel arasındaki sınırları bulanıklaştırdığı ilk dört filminin en parlağı “Liverpool”, uzun yıllar gemicilik yaptıktan sonra ana evini ziyaret eden bir adamın hikayesi.
“Taksi / TaxI”
Cafer Panahi’nin yasaklı döneminde çektiği üçüncü filmde yönetmen bir taksinin sürücü koltuğunda Tahran sokaklarında dolaşıyor. Müşteriler eşliğinde gelişen muhabbetlerde hem günümüz İran’ının portresini bulmak hem de Panahi’nin bütün yaşadıklarına rağmen sinema aşkının sapasağlam yerinde olduğunu görmek mümkün. Film, Berlin’den büyük ödül Altın Ayı ile döndü.
“Burgundy Dükü / The Duke Of Burgundy”
Sinemanın çöp kutusuna baktığını söyleyen yönetmen Peter Strickland, “Berberian Ses Stüdyosu” ve “Katalin Varga”nın ardından çektiği “Burgundy Dükü”nde çöp kutusunda
bir dönemin erotik dramlarını buluyor. Erkeklerin olmadığı bir dünya kuran ve iki kadının sadomazoşist ilişkisi üzerinden güce odaklanan yönetmen, büyüleyici bir atmosfere sahip “Burgundy Dükü”yle neslinin
en dikkate değer isimlerinden biri olduğuna şüphe bırakmıyor.
“B Filmi: Batı Berlin’de Şehvet ve Müzik / B-Movie: Lust&Sound In West-Berlin”
Jörg A. Hoppe, Klaus Maeck ve Heiko Lange’nin yönettiği bu belgesel, altkültür olarak çok özel bir yerde duran bir şehir ve zamana bakıyor: 1980’lerin Batı Berlin’ine... Döneme ilgi duyanlar, bu yaratıcılığa yer açan ortamı, şehrin şartlarını atlamadan veren filmi kaçırmamalı.
“45 Yıl / 45 Years”
Berlin Film Festivali’nin yarışmasından En İyi Kadın Oyuncu (Charlotte Rampling), En İyi Erkek Oyuncu (Tom Courtenay) ödülleriyle dönen film, “Weekend”le dikkat çeken İngiliz yönetmen Andrew Haigh’in yeni harikası. 45 yıllık bir evliliğin geçmişten gelen bir olayla temellerinin sarsılmasını konu alan film, sadelikten, ince detaylarından ve oyuncu performanslarından güç alıyor. “Weekend”in tesadüf olmadığını “45 Yıl”ı izleyince anlıyorsunuz.
Venedik’ten Geleceğin Aslanı ödülü aldı
Hindistan yapımı “Mahkeme / Court”, devletin uğraşmaktan vazgeçmediği protest bir folk müzisyeninin haksızlıklarla dolu davasıyla başlıyor. Ancak mahkeme salonundan ayrılıp savcı, avukat ve hakimin hayatından kesitler göstererek çürümüş bir hukuk sisteminin röntgenini çekiyor. Chaitanya Tamhane müthiş bir ilk film olan “Mahkeme”yle Venedik’ten Geleceğin Aslanı Ödülü ile döndü.
Korkuya hasret kalmışlar için...
Uzun süredir bir korku filmi kendisinden bu kadar bahsettirmemişti. Cinsel ilişkiyle bulaşan bir lanetten yola çıkan “Peşimdeki Şeytan /
It Follows”, Geceyarısı Çılgınlığı bölümünde iyi korkuya hasret kalmış izleyicilerin bu hasretini gidermek için bekliyor.
Benzersiz bir klasik
Luchino Visconti’nin 1963 tarihli zamana meydan okuyan başyapıtı, genç Alain Delon ve Claudia Cardinale’nin yanı sıra Burt Lancaster’ın müthiş performansları, görkemli mekanları, kostümleri ve soylu bir ailenin çöküşünü anlatan hikayesiyle benzersiz. Onat Kutlar anısına gösterilen bu klasiği beyazperdede izleme şansı pas geçilecek gibi değil.
Gerçekçi bir köy filmi
1962 yapımı, Metin Erksan’ın imzasını bulduğu bu film, Türk Klasikleri Yeniden bölümünde bu yıl restore edildi. Bir direniş, mücadele, hak arama öyküsünü toprak mülkiyeti üzerinden anlatan “Yılanların Öcü”, gerçekçi bir köy filmi. Film, sinema tarihindeki övgüyü hak eden yerinin tersine Türkiye sansür tarihinin de utanç verici bir halkası.