Cumartesi“Bekriya Sofrası”nın kızları

“Bekriya Sofrası”nın kızları

02.02.2013 - 02:30 | Son Güncellenme:

“Anne yemeği denilen şey var ya, onun tadını hiçbir yerde bulamazsın. Anne köftesi, anne böreği, anneekmek yağlaması... Yugoslavya’dan döndüğümüzde uzun yıllar lokantamız vardı burada, annem yapıyordu yemekleri. Onun en popüler yemekleri tavukludur.”

“Bekriya Sofrası”nın kızları

Şarkıcı, oyuncu, harika yemekler yapıyor ama en önemlisi Suzan Kardeş çok yetenekli ve ünlü bir makyöz. Sezen Aksu’dan Yılmaz Erdoğan’a, Cem Yılmaz’dan Türkan Şoray’a birçok ünlü isim yüzünü ona emanet ediyor sahneden önce. “Altın bilezik” olsun diye başlamış bu işe, “Bak o bilezik nereye getirdi, hiç tahmin etmiyor insan” diyor. Bizim “10 parmağında 10 marifet” sözünün hakkını sonuna kadar veren Suzan Kardeş ile bir araya gelmemizin sebebi mutfaktaki marifetleri. Suzan Hanım, kardeşi Neriman Kardeş ile birlikte “kardeş kardeşe” bir kitap çıkardı: “Bekriya Sofrası”. Suzan Kardeş’in eski meyhanesi Bekriya’dan alıyor adını bu kitap, meyhane de babasının “çok içen” anlamına gelen lakabından... Bu kitap da sadece bir başlangıç, aynı Kardeş’in albümleri gibi ikincisi, üçüncüsü yolda. Neriman Kardeş ne yazık ki bizimle birlikte olamıyor sohbet esnasında ama bol bol kulaklarını çınlatıyor Suzan Kardeş. Sezen Aksu’nun, Yılmaz Erdoğan’ın, Türkan Şoray’ın da bolca çınlamıştır herhalde kulakları...

Haberin Devamı

“Bekriya Sofrası”nın kızları

Onu ünlülerin makyözü olarak tanıdık, sonra albümleri geldi. Suzan Kardeş şimdi de kardeşi Neriman Kardeş ile Balkan mutfağından yemekler ve anılarla dolu kitabı “Bekriya Sofrası” ile karşımızda

Nasıl karar verdiniz böyle bir kitap yapmaya?

Kitabın yayın direktörü Erhan (Şengel) bey, bana bu fikirle geldi. Buluşmamız sırasında söyleyince hatırladım ki benim meyhanenin müşterilerindenmiş. “Biz çok gelirdik senin meyhaneye, orada yediğimiz tatlar kaybolup gidiyor” dedi. O da Prizren kökenli. “Benim annem de yaşlandı, artık bunları yapacak kimse yok” dedi. Ben de hep bir kitabım olsun isterdim; bu yemek kitabı da olabilir, başka bir kitap da... Çok da iyi olur diye düşündüm. Çünkü savaş sonrasında yurt dışına kaçmış Balkan vatandaşları var. Böyle bir ihtiyaç var onlar için de.

Haberin Devamı

“Neriman’ın eli çok tatlı”

Kardeşinizle birlikte hazırlamaya nasıl karar verdiniz?

Erhan beye “Ben bunu yalnız başına yapmam, yaparsam kız kardeşimle yaparım” dedim. O eli tatlı bir kadındır. Yemek konusunda ben onun kadar şahane değilim. Neriman’la birlikte yapmaya karar verdik ama benim zamanım yok. Hatta benim bir takvimim var, orada sekiz günün üzerine “tatiiiil” diye yazmışım, kendimi de inandırmak için i’yi uzatmışım. “Kimse bunu elleyemez, bu benim tatilim” diye. Ama maalesef oraya girdi bu kitabın yapımı (gülüyor).

Sekiz günde mi yapıldı kitap?

Sekiz bile değil, altı günde yapıldı. Fotoğrafçı Bahar Kitapçı süper bir hanım zaten. Topladı takımları geldi. Fotoğrafladıktan sonra yemeklerin hepsini yedik. Biz uzman değiliz. O yüzden biraz işin keyfini çıkarmaya da baktık.

Kitabın devamı gelecek mi?

Tabii, yine kardeşimle birlikte yapacağız, ayrılmam ondan. “Kardeş Sofrası” olacak onun ismi de. Bir dahaki sefere eniştemi de dahil edeceğiz. O, çok güzel dünya mutfağı yemekleri yapar. Üçüncü projemiz de dünya yemeklerini yapmak. Hep birlikte karıştırıp saçmalayacağız. Saçmalamayı da severim ben.

8-9 yaşlarındaydınız Türkiye’ye geldiğinizde. Zor oldu mu sizin için?

Çocukken çok anlamıyorsunuz ama abilerimin çok etkilendiğini biliyorum. Sonraki yıllarda Yugoslavya’ya gittiğimde onların ne demek istediğini anladım. Tabii ki göç hiç kimse için kolay değil. Bence göç babamın durumu dışında hiçbir zaman isteyerek yapılan bir şey değildir. Biz de sıkıntısını çektik
ama zorla gelmedik buraya. Tito öldüğünde “Burada kardeş kardeşi vuracak. Ben sizi selamete, kendi ülkemize götüreyim” dedi babam ve biz böylelikle geldik. Biz kendi anavatanımıza döndük aslında.

Haberin Devamı

“Bizim köftenin kokusu burnumdan gitmez”

Yemeğe dair hatırladığınız ilk şey ne çocukluğunuzda?

Ayvarın (bir tür salça) yapılışı aklımda kalmıştır. Kitapta da var onun tarifi. Kadınlar toplanır, birinin bahçesine gider, evin ihtiyaçlarını imece usulü birlikte giderirdi. Hep gözümün önünde biber soyan kadınlar... Bir de benim burnumdan hiç gitmeyecek koku bizim köftenin kokusudur. Çok klasiktir bizde. Uzun masalar kurulur, o masalarda kadınlar oturur; kimileri köfteleri parçalar, kimileri yuvarlak yapar, öbürleri düzleştirir, birisi tepsiye dizer, sayar... Fabrika gibi. Sonra üzerine kağıtlar konur, dükkanımıza giderdi. O köfte, yanında Yugoslav kaymağıyla inanılmaz bir tattır bizim için.

Haberin Devamı

Küçükken kardeşinizle yemek yapar mıydınız?

Neriman daha meraklıydı yemeğe. Bizim evimizin karşısında küçücük bir tepe vardı, kardeşimle oraya gidip güya başka yere gitmiş gibi yapardık. Evden götürdüğümüz bisküvileri ezer yemek yapardık. Hiçbir şey götürmediysek o dakika tuğlaları ezip içine yeşil otları koyup bir çeşit yemek yapardık aklımızca.

“Onno Bey ‘Mireille Mathieu de manikürcüymüş’ dedi”

Makyözlüğe nasıl başladınız?

Teyzemin kızı Hamiyet abla benim ustamdır, onun yanında çırak olarak başladım. Sonra Hilton
ve The Marmara otellerindeki Figaro güzellik salonlarında çalıştım. Etap Marmara’daki Figaro’ya da Lisa Tuna gelirdi, Şan Tiyatrosu’nun müdürüydü. Bir gün bana “Sen buraya ait biri değilsin” dedi. Birileri görür ya senin nereye ait olduğunu, işte Lisa Tuna da öyleydi. Sezen Aksu da benim şarkıcılık yapabileceğimi görmüştü. Sezen Aksu beni rahmetli Onno’ya dinletmişti. Onno bey “Yovana Yovanke”yi çaldı, hiç unutmam, ben de söyledim. Ama “Ben yapamam bu işi” dedim. Onno bey “Ne var canım Mireille Mathieu de manikürcüymüş” dedi.

Haberin Devamı

Makyözlük, oyunculuk, şarkıcılık, mutfak... Hangisi ağır basıyor sizde?

Asıl meslek makyözlük, onun yeri başka bende. Beni ben yapan şey. Makyözlük olmasaydı Sezen Aksu’yu da tanıyamazdım. Demet Akbağ’ı, Yılmaz Erdoğan’ı, BKM’yi bilmezdim. Tolga Çevik’i de
Cem Yılmaz’ı da, Türkan Şoray’ı da bilmezdim. Benim makyözlük yaptığım insanlar bana destek olmasaydı ben hayatta bu işleri yapamazdım. Bunun en başı Sezen Aksu’dur. “Makyaj Odası Şarkıları” diye bir albüm yaptık ki bu da desteğin Allah’ıdır yani, daha ne olsun!

“Bir Demet Tiyatro’da oyuncu gelmeyince Yılmaz ‘Sen oyna’ dedi”

“Bir Demet Tiyatro”daki pencerede oturan kadın olarak tanıdık sizi...

Bir gün bir oyuncu gelmedi, ben Yılmaz’a makyaj yaparken o durmadan soruyor “geldi mi oyuncu?” diye, “Aman ne canını sıkıyorsun penceredeki kadını ben oynayıveririm” dedim. Şaka yapıyorum ama ben tabii. Oyuncu gelmeyince Yılmaz “Gel sen oyna ama annen gibi oyna” dedi. Yılmaz’ın katı kuralları vardır ve ben haklı bulurum onu bu konuda. Bir gün ben setteyken Sezen Aksu aradı, Goran Bregovic gelmiş, beni çağırıyor. “Yılmaz Bey ben gidebilir miyim bir-iki saatliğine” diye izin almaya çalıştım. “Sahnen var, gidemezsin” dedi. “Ama ben size söyledim benim iki elim kanda olsa ben Sezen Aksu’ya giderim” dedim. Üstelik de Goran Bregovic gelmiş; nasıl gitmem, benim çocukluk hayalim... “Gidersen seni bir daha yazmam” dedi. Ve ben gittim, gerçekten Yılmaz bana bir sene boyunca rol yazmadı. Bir sene sonra oynattı beni, bir orta yolu bulduk. O hep orta yolu bulur zaten. Kimsenin kalbini kırmaz. Çok severim Yılmaz’ı, çok...

Şimdi de “Seksenler” dizisinin Feto nenesi olarak karşımızdasınız. O nasıl oldu?

Burcu Güven, o da senin görmediklerini görenlerden, “Suzan böyle bir anne rolü var, oynar mısın?” dedi. Severek yapıyorum, çok zamanımı almamaya özen gösteriyorlar. Üstelik bir şeye hizmet ediyorum. Konserlerimde küçük çocuklar “Ben de göçmenim” diye yanıma geliyorlar. “Babaannemi, anneannemi, annemi hatırlıyorum” diye mesajlar geliyor bana. Birilerine bir şey hatırlatmak çok güzel bir şey.

“Enginarı ilk kez Türkan Şoray’ın elinden yedim”

Kardeşinizle mutfaklarınız benzer mi?

Pek değil. Mesela Neriman değişime daha açıktır. Ben çok klasikçiyim. Enginar mesela, o kadar geç girdi ki benim hayatıma. Bir film çalışması sırasında bir gün Türkan Şoray’ın evine gittiğimde Türkan Hanım çok güzel enginar yapmıştı. “Suzancım o kadar faydalı ve lezzetli bir şey ki, bir dene” dedi. Türkan Hanım’ı kırmayayım diye yedim,
o kadar lezzetliydi ki...