‘L’onore E il Rispetto’; bizim ‘Şeref Meselesi’nin orijinali.
İtalya’da 3 sezon, toplam 24 bölüm gösterilmiş ve ilgi görmüş bir TV dizisi. ‘Baba’ filmlerinin temasını anımsatan müziği de dikkat çekici.
Geçtiğimiz haftalarda Milliyet TV ekindeki ‘Not Defteri’ köşesinde Sina Koloğlu sormuştu: “O Plaj Nerede?” diye. Dizinin ilk bölümünü izlediyseniz, uyarlamadaki semt Balat olmasına rağmen muhite çok yakın bir plaja gidiyordu gençler. Çeşme plajlarını aratmayacak bir ambiyans vardı. Güzel hanımlar, iddialı bikiniler... Bırakın orada öyle bir plaj olmayışını; acaba hangi paralel evrendeki İstanbul diye düşündürdü bana...
Birkaç örnek eklemek isterim; dizide Yasemin Allen’ın canlandırdığı ‘Sibel’ karakterinin bir model oluşu, yine de küçük bir mahallede oturuşu hatta kısacık şortuyla balkona çıkışı; kitap okumanın keyfini keşfetmesine neden olan ‘Emir’in (Şükrü Özyıldız) evine akşam saatlerinde tek başına destursuz dalabilmesi de bende bir yabancılaştırma efekti yaratmadı değil.
***
Gelelim tüm kadınların sevgilisi Kerem Bürsin’e...
Kendisinin yakışıklılığına, iş disiplinine hatta oyunculuğuna diyecek ters bir şeyim yok.
‘Güneşi Beklerken’deki zengin kolejli çocuk rolünde; gözümüze batmadı İngilizce gibi konuştuğu Türkçe’si çünkü öyle konuşan Türk çocukları var sahiden.
Ancak ‘Şeref Meselesi’nde; Türkiye’de daha önce mahallede yaşama, dolayısıyla ‘Yiğit’ karakterinin sokaktaki halini gözlemleme şansı olmadığından, üstelik bu Türkçe’yle karakter yaratmak zorunda kaldığından durumu biraz sıkıntılı.
Aynı sıkıntı Çağan Irmak filmi ‘Unutursam Fısılda’daki karakteri için de söz konusuydu. Hele peruk kısmına hiç girmeyeceğim...
Benzer bir durum Yasemin Allen için de geçerli.
‘Merhamet’teki zengin kız İngilizce vurgulu bir Türkçe konuşunca rahatsız olmadık ama ‘Şeref Meselesi’ndeki ‘Sibel’, ‘mahallemizin kızı’ olarak fazla Avrupalı. Üstelik Şükran Ovalı (Derya) ve Burcu Biricik’in (Kübra) kankası değil ablası gibi duruyor cast açısından.
***
Dizinin reytingi; ilk bölümüyle totalde 11, AB’de 3. olmasına yetti ancak.
Onca tekrardan sonra 2. bölüm için değişen bir şey olmadı. Totalde 12, AB’de 3... Bu pozisyon; ‘Şeref Meselesi’ için ana haber bülteni yayınlamayan Kanal D’ye yeter mi?
Senaryonun bundan sonraki gidişatı, izleyiciyle kimi karakterler arasındaki bağı kuvvetlendirebilir mi? Dizi, ‘bizden’ bir hikayeye dönüşebilir mi?
Beraber göreceğiz.
Şiir gibi oyunculuğuyla ‘Zeliha’ karakterine can veren Tilbe Saran’a hayranlığımı belirtmeden de geçmeyeyim. Ancak Kılıç Ailesi, Sicilyalı değil. Biz İtalyan değiliz. Biri kanun adamı, diğeri mafya mensubu zıt kardeşler filminiyse çok gördük Yeşilçam’da... İyisi yapılırsa, hemen anlarız.
BANA Bİ’ ŞEY OLMAZ...
Geçen hafta bugün Dünya Aids Günü’ydü...
1 Aralık’lar dahil olmak üzere tüm ömrümüzü ‘Bana Bi’Şey Olmaz’ genişliğinde geçirdiğimiz için konuya sanat tarafından bir işaret yollamak için harekete geçmenin zamanı çoktan gelmişti. Öyle de yaptık...
İstedik ki HIV virüsü gibi ahlaki bir ötekileştirmeye maruz kalan hassas bir konuda ‘pozitif’ öyküler yazalım.
‘Bana Bi’ Şey Olmaz’ adlı kolektif öykü kitabında imzası olan 12 yazar (Ben, Tuna Kiremitçi, Küçük İskender, Pucca, Oben Budak, Üstüngel Arı, Esra Türkekul, Esra Pekin, Bawer Çakır, Arda Karapınar, Damla Yazıcı, Koray Sarıdoğan) Esen Kitap ve Pozitif Yaşam Derneği’nin girişimiyle bir araya geldik.
Kitabın tüm telif gelirleri derneğe bağışlanacak. O nedenle aldığınız her yılbaşı hediyesinin yanına bir adet kitap eklemeniz çok önemli...
Benim öykümün adı: ‘Pentimento’... Aslında kimlerin ‘hasta’ olduğuna dair bir şey söylemeye çalıştım. Önyargıdan büyük hastalık yok. ‘Bana Bi’Şey Olmaz’ı (HIV Pozitif Öyküler) bir çırpıda okuyacaksınız...
Bütün kitapçılarda...