19.01.2011 - 01:28 | Son Güncellenme:
SENEM AYDIN
Bu sezon ‘Doktorlar’a yeni oyuncular katıldı. Siz değişen kadroyu nasıl buldunuz?
Bence Med Yapım yine çok güzel bir kadro kurdu. Eski ekibimizden de isimler var. Yeni ekip çok iyi ama zaman zaman eski ekibimizi anmıyor ve özlemiyor değiliz.
Hastane ortamında çalışmak sizin için nasıl bir deneyim oldu? Sıkıldığınız zamanlar oluyor mu?
Hastanede çalışmak fikri başta biraz soğuk ve itici geldi. Sonuç olarak hastanelerde doğum dışında hiçbirimizin güzel anıları yoktur herhalde. Ama bizler çalıştığımız hastane açısından oldukça şanslıyız. Mesela en önemlisi ilaç kokmayan, otelcilik hizmetleri çok iyi, güzel yemekleri olan ve en önemlisi sıcak bir ortamda çalışıyoruz. Bizlere ayrılmış özel bir katımız var ama yine de zaman zaman trajik olaylara tanıklık etmiyor değiliz. Hastanede çalışıyor olmanın tek kötü yanı bu. Ama böyle vakalarla karşılaşınca insan hayatının değerini biraz daha anlıyor ve daha çok şükrediyor. Zaman zaman hasta yakınlarının ricalarıyla hasta ziyaret-lerimiz de olmuyor değil.
“İncir Reçeli’nde cesur bir kadınım”
Doktorlardan nasıl tepkiler alıyorsunuz?
Açıkçası bu çok karışık bir konu. Kimi doktorlar yaptığımız işin çok başarılı olduğunu söyleyip teşekkür ediyor. Kimileriyse, “Doktorluk böyle mi olur?” diyor. Gerçi attığımız her adımda danışman doktorlarımız bizlerle. Ama ‘Doktorlar’ın ilk yayınından beri bu polemik var. Her şeyi kuralına göre yapmaya çalışsak da sonuçta bizler seyirlik bir iş yapıyoruz ve zaman zaman görsellik kaygısı yüzünden birtakım şeylerden feragat etmemiz gerekebiliyor. Ama dediğim gibi bunun gerçek hayat değil de, bir dizi film olduğunu unutmamak gerekir.
Rol aldığınız ‘İncir Reçeli’ filminin konusundan bahsedebilir misiniz biraz?
Söyleyebileceğim tek şey, duygusal bir aşk filmi olduğu. Yönetmenimiz film hakkında daha fazla bir şey söylememizi istemiyor. Sinemaya gidip görmek en güzeli.
Nasıl bir karakteri canlandırıyorsunuz?
Eğlenceli, sürprizli, neşeli ve cesur bir kadını oynuyorum.
Bu film sizin ‘iddialı’ projelerinizden biri olarak göste- riliyor. Siz ne düşünüyorsunuz bu konuda?
İlk sinema filmim olması dolayısıyla olabilir. ‘İncir Reçeli’ tam bir yönetmen filmi oldu. Aytaç (Ağırlar) ne istediğini çok iyi biliyordu. İşe başladığımızda nerdeyse kafasında filmi çekmişti. Bu durumun avantajları olduğu gibi, dezavantajları da var. Zaman zaman kendime, filme ve oyunculuğuma yabancılaştım. İnsan oynarken kendini dışarıdan göremiyor, orada da yönetmene güvenmeniz gerekiyor. Yönetmenimiz, içine sindiğini söylüyor. Ben de filmi henüz izlememiş biri olarak “İnşallah benim de içime siner” diyorum.
Filmde rol arkadaşınız Sezai Paracıklıoğlu ile cesur sahneleriniz var. Bu sahnelerin ön plana çıkmasından rahatsızlık duydunuz mu?
Görülmesinden rahatsızlık duyacağım bir şey olsaydı hiç yapmazdım zaten. Benim için hangi sahnenin öne çıktığının pek bir önemi yok, sonuçta hepsini ben oynadım ve izlenmesi için bir iş çektik. “Tüh, niye burası daha çok izleniyor” demek saçma geliyor bana biraz.
“İstanbul’da ‘imkansız’ diye bir şey yok”
Güne nasıl başlıyorsunuz?
Huzurlu! En keyif aldığım şey, evden çıkmadan önce telaşsız bir şekilde gazete karıştırırken sabah kahvemi içmek. Sonrasında gün öylesine hızlı akmaya başlıyor ki. Sabah evimde geçirdiğim o bir saat doping gibi geliyor bana.
İstanbul’da görmekten sıkıldığınız neler var?
İstanbul’da görmekten en sıkıldığım şey The Marmara Oteli’nin yanındaki inşaatı durdurulmuş kocaman ve bir o kadar çirkin otopark. Bence İstanbul’a hiç yakışmıyor. Buna bu kadar takıntımın olmasının nedeni evimin tam karşısında olması. Bunun gibi yüzlercesi var. Bu kadar güzel bir şehre bu kadar büyük bir kötülüğü nasıl yapabiliyoruz aklım almıyor. Mesela o otoparkı patlatma hayalleri kuruyorum sık sık. O ve onun gibi çirkinlikleri... Görmekten sıkıldığım şeylerin başında trafik de var. Setimiz Anadolu Yakası’nda olduğu için hemen hemen her gün köprüden geçiyorum. Ve o sıkışıklığı gördüğüm an gözlerim doluyor bazen.
Şehirde size keyif veren şeyler neler?
En keyif veren şey deniz ve Boğaz. Bence İstanbul’un en büyük nimeti bu zaten. Sonrasında da istediğin her şeyi; her türlü eğlenceyi, her türlü etkinliği bulabiliyor olmak tabii ki. İstanbul’daysanız ‘imkansız’ diye bir şey söz konusu değil. En çok sevdiğim de bu.
Alışverişle aranız nasıl? AVM’lere sık gider misiniz?
Mümkün olsa da hiç yapmasam! Ya da biri benim için yapıverse ne kadar iyi olur. Bana çok yorucu ve karışık geliyor alışveriş. Genellikle sette giydiğim kıyafetleri satın almayı tercih ediyorum, çok daha pratik. Ama özel bir şey arıyorsam her şeyin bir arada olduğu alışveriş merkezlerini tercih ediyorum. Ve aradığım şeye konsantre olup başka hiçbir şeye takılmadan alışverişimi bitiriyorum genelde. Benim için “Bugün bir alışverişe çıkayım” diye bir şey yok. Ancak bir şeye ihtiyacım varsa, gidip onu bulup satın almak var.
Müdavimi olduğunuz adresler var mı?
Çok yoğun bir tempoda ve çok kalabalık ortamlarda çalıştığımız için, çalışmadığım nadir zamanlarda evimde olmayı tercih ediyorum. Arkadaşlarımla evde buluşmak, evde yemek yemek, evde film seyretmek. Ev bana terapi gibi geliyor. Dışarı çıktığım zamanlarda da gündüz arkadaşlarımla olacaksam, Nişantaşı’ndaki kafe ve restoranları tercih ediyorum. Gece çıkılacaksa da genellikle tercihim Tünel tarafı oluyor. Dans etmek için favori mekanım ise Beyoğlu’ndaki Cuba Bar.
Başka bir şehirde yaşamayı düşündünüz mü hiç?
Kesinlikle. Gittiğim her şehirde, gittiğim her ülkede aynı duyguyu yaşıyorum. Çünkü değişiklikleri çok seviyorum. Hayat çok kısa, o yüzden sadece bir şeye saplanıp kalmak çok ürkütücü geliyor bana.
Favorileri
En sevdiği filmler:
Sally Potter ‘Yes’, Kim Ki-Duk ‘Bad Guy’, Darren Aranofsky ‘Requiem for a Dream’ ve yine onun son filmi ‘Black Swan’.
En sevdiği kitap:
En sevdiğim olmasa da beni son dönem en çok etkileyen kitap Carl-Johan Vallgren’dan ‘Bir Garip Aşk Öyküsü’ oldu. Masalları ve masalsı olan her şeyi çok seviyorum.
En sevdiği müzik grupları:
Apocalyptica, Duman, Mor ve Ötesi.
Beğendiği oyuncular:
Cate Blanchett, Edward Norton, Marion Cotillard,
Hugh Jackman ve Adrien Brody.