Beyne en yakın duyu organı, burundur. O nedenle, yiyeceğiniz besinin tadını önce burnunuz keşfeder. 1973 yılında Kuleli Askeri Lisesi’nin kampında öğrenciyken, ilk kez bunu keşfettiğime inanıyorum. Karamürsel Hersek’te şeftali bahçelerinin arasındaki kampta, baş döndürücü şeftali kokularını, dün gibi burnumda hissediyorum. Hele bir de kantinden satın alıp, akşamları ekmek torbası veya sırt çantasında sakladığım şeftalinin kokusu, çadırın içinde sanki parfüm
gibi kokardı.
Kuleli’nin karşı yakasındaki Arnavutköy çileğini, yanı başındaki Çengelköy hıyarını, tatile gittiğim yaz aylarında yediğim Kösedere domatesinin kokusunu, Diyarbakır’ın yakıcı sıcağında serinlemek için yediğim karpuzun kokusunu özledim. Hele Diyarbakır karpuzunun tohumunun bile ülkemizden götürülüp, yaban ellerden aldığımızı duyunca, üzüntümü gizleyemiyorum.
Tohum bankası
Çocukluğumda bahçemizdeki sebzelerin tohumlarını toplayıp, ekip, ertesi yıl yeşerdiğini görmenin sevincini çok yaşadım. Ama yıllar geçtikçe, çiftçilerin her yıl tohum satın aldıklarını ve o eski tohumların artık kalmadığını da büyük bir üzüntüyle öğrendim.
Türkiye’deki tarım çalışmalarının büyük bir bölümünde kullanılan hibrit tohumlar, atalık tohumların aksine tek seferlik ürün verebiliyor.
Narköy’de kurulan Tohum Bankası, tekrar ürüne dönmeyen, tek seferlik tohumlara alternatif oluşturarak yerli tohumların gelişmesine katkı sağlıyor.
Narköy’ün kurucularından Ozan Kuşçu, 900’ü kayıtlı, binin üzerinde atalık tohuma sahip Narköy Tohum Bankası’nın uzun yıllar içerisinde Anadolu’nun çeşitli yerlerinden toplanmış atalık tohumu, özel ünitelerde korunarak kendi arazilerinde kullandıklarını ve misafirlere ürettikleri organik ürünleri servis ettiğini söylüyor.
İstanbul’a iki saat mesafedeki Kocaeli’nin Kandıra İlçesi’ndeki Narköy, Türkiye’nin ilk ve tek ekolojik otel ve eğitim merkeziyle dünyadaki sayılı tohum bankalarından birine sahip. Sürdürülebilir tarımın geleceği için umut saçıyor. Narköy ekibi yüreğimize su serpen çalışmalar yapıyor. Onlar karanlıkta ağlayıp sızlanmayı bırakmışlar, ışık yakıp karanlığı aydınlatmaya çalışıyorlar. Tabii ki Nasrettin Hoca’yı anımsamadan geçemiyorum. Önce kendi bindiği eşeği kaybedip, sonra bulunca sevinmesi gibi...