Güzelliğinden ötürü Afrodit’le özdeşleştiril-miştir çipura. Antik Çağ’dan beri sevilen ve tüketilen Ege’nin bu nadide balığının ilginç bir de özelliği var. Ne mi?
Merhum Ali Pasiner ‘Balık ve Olta’ adlı eserinde çipurayı anlatırken Çanakkale’den Gelibolu’ya kadar sahillere yakın kumluk, çakıllık ve taşlık bölgelerde yaşadığını söyler. Anlattığı bölgede öğrencilik yıllarımda yaz tatilimi geçirirdim. Çipura avlarken o taşlık bölgelerde o kadar çok takımımı kopardım ki anlatamam. Sahilden çipura avına çıkanlar yanlarına nevalelerini de alırlar. Çünkü çipura avcılığı çapariyle avlanma gibi değildir. Bazen saatlerce bekletir sizi, tık bile demez. İster tekneyle çıkıp demirleyerek bırakın oltayı, ister sahilden fırlatın; çok zevklidir çipura avı ama sahilde avlananların şansı biraz daha azdır. Oltayı uzağa fırlatırken oltanın ucundaki yemin bir kısmı dağılır.
Avlanması zor
Oltanıza yemi bağlayıp denize attıktan bir süre sonra misinanızın gerildiğini hissedip ağırlığı çekmeye başladığınızda eğer zorlanıyorsanız ve aralıklarla balığın kafa darbelerini hissediyorsanız yakaladığınız balığın çipura olduğuna emin olabilirsiniz. Çenesi ve dişleri çok kuvvetli olduğu için iğneleri kolaylıkla kırar. Çelik iğne kullanmak ve mümkün olduğu kadar süratle sandala almak gerekir.
Aslında Ege Denizi balığıdır. Ege’de balık denince ilk akla gelen çipuradır. Ege’de büyüğüne hirisof, Marmara bölgesinde alyanak, küçüklerine ise lidaki denir. Karagöz ve
mercana tip olarak benzese de pek bir
arkadaşlığı yoktur onlarla.
Çift cinsiyetli
Çipurada çift cinsiyet özelliği vardır. Erkek olarak dünyaya gelen balık, 3-4 yaş arası geçiş dönemini yaşadıktan sonra 4 yaşından itibaren dişi olarak yürütür kalan yaşamını. Üreme zamanlarında 100-150 bin yumurta bırakır denizlere.
Doğada yakalanan çipuralar, çiftlik çipuralarına oranla daha yağsızdır ama magnezyum açısından zengindirler. Kendine özgü bir lezzeti olan, sert, beyaz etli bir balıktır çipura. Bir zamanların bol bulunan ve her mevsim tezgahlarımızı süsleyen bu bereketli balığa rastlamak artık piyangodan ikramiye kazanmak gibi bir şey.
Nadide güzel
Güzelliğinden ötürü Afrodit’le özdeşleştirilmiştir. Antik Çağ’dan beri sevilen ve tüketilen bir balıktır. Güzelliğini Fransızlar da keşfetmiş olmalılar ki alnının iki tarafındaki altın sarısı lekeleriyle farklı bir görünüm sergileyen kral çipuraya çok özel bir önem verirler.
Yengeç, deniz kurdu ve çeşitli kabukluları yiyen çipura sardalya, çaça, tırsi ve aterina gibi balıkları da indiriverir midesine. Midye tarlalarının üzerinde sürüler halinde dolaşırlar.
Çipuranın ızgarası, buğulaması, fırında sebzelisi, kızartması ve buharda pişirilerek yenilmesi önerilebilir. Marinasyonda biraz fazla bekletilmesi lezzetini artırır.
Kışı genellikle derin soğuk sularda geçiren çipuralar yazın kıyılara sokulur. Sofralarımızın bu nadide güzelinin 2 kilo civarındakileri, kafasındaki eğriliği ve çizgilerindeki orijinal renklerini gördükçe denizlerimizin tekrar akvaryum gibi olacağına dair umutlarım tükenmiyor. Haftaya kadar sizin de heyecanınız hiç eksilmesin.
FIRINDA ÇiPURA
Malzemeler: n 1.5-2 kg. çipura n 6 diş sarımsak n 2 adet defne yaprağı n 1 adet orta boy soğan n 1 adet paprika n 3-4 yaprak fesleğen n 6 adet tane karabiber
n 1 çay bardağı beyaz şarap n 1 yemek kepçesi balık bulyon n 1 çay bardağı sıvı yağ n Yarım demet maydanoz
n Yarım m. yağlı kağıt n Yeterince tuz
Yapılışı: Çipuraları temizleyip yanlarına verev çizikler atın. Çiziklerin içine ikişer diş sarımsakla ikişer karabiber ve ince kesilmiş paprika yerleştirin. Fırın kabını yağlayıp defne yapraklarını ve halka halka doğradığınız soğanları serpiştirin. Üzerine balığı yerleştirdikten sonra suyun içinde erittiğiniz balık bulyonu ve şarabı ekleyip üzerine tuz serpin. Kabın ağzını yağlı kağıtla kaplayıp önceden 200 dereceye ayarlanmış fırında 35 dakika pişirin. Fesleğeni serpiştirip beş dakika daha fırında ısıtın. Fırından alıp, kıydığınız maydanozları serpiştirerek servis edin. Afiyet olsun.