Bir zamanlar akvaryum gibi olan denizlerimize zamanın yazarları, şairleri de çok sahip çıkmış. Balıklarla ilgili şiir ve yazılarda tüketilme özelliklerinden ziyade, onların özgürlük biçimlerini duygusal bir şekilde ele almışlar ama sonuçta benzetmelerle topluma bilinç verilmeye çalışılmış.
Namık Kemal’in ‘Küçük İstavrit’ini okuyup etkilenmemek elde değil: “Küçük istavrit, yiyecek bir şey sanıp, hızla atıldı çapariye. Önce müthiş bir acı duydu dudağında. Gümbür gümbür oldu yüreği, sonra hızla çekildi yukarıya. Aslında hep merak etmişti denizlerin üzerini, neye benzerdi acep gökyüzü? Bir yanda büyük bir merak, bir yanda ölüm korkusu. Ne çare, balıkçının parmakları hoyratça kavradı onu. Küçük istavrit anladı, yolun sonu. Koca denizlere sığmazdı yüreği, oysa şimdi yüzerken küçücük leğende cansız uzanıvermiş dostlarına değiyordu minik yüzgeci. İnsanlar gelip geçtiler önünden, bir kedi yalanarak baktı gözünün içine. Yavaşça karardı dünya, başı da dönüyordu. Son bir defa düşündü derin maviyi, beyaz mercanı. Bir de yeşil yosunu... İşte tam o anda eğilip aldım onu. Yürüdüm deniz kenarına, bir öpücük kondurdum başına, iki damla gözyaşından ibaret, sade bir törenle saldım denizin sularına. Bir an öylece bakakaldı. Sonra sevinçle dibe daldı gitti, bütün kederimi söküp atarak teşekkürü de ihmal etmemişti, birkaç değerli pulunu elime, avuçlarıma bırakarak. Balıkçı ve kedi şaşkın baktılar yüzüme, sorar gibiydiler, “Neden yaptın bunu, niye?” Bir gün bulursam kendimi yeşil leğendeki küçük istavrit kadar çaresiz, son ana kadar hep bir ümidim olsun diye.”
Şimdi aynı leğenlerin üzerinde canlı istavritler, alttaki bayat balıkların kolayca satılmasına yardımcı oluyor! Ama biz 13 cm’nin altındaki küçük istavritleri bir adım daha ileriye gidip, öpelim ve suya bırakalım. Bıraktığımız her küçük balık üreme yaşına ulaşsın, milyonlarca balık çocuklarımızın stoklarına katkı sağlasın.
Türlerdeki artış
1965 yılından bu yana yolunu hasretle gözlediğimiz uskumru, bu yıl geri dönünce umutlandık. Etken olan, sadece aşırı avlanma ve troller değil. Marmara’da yapılan bilimsel araştırmalar, derin çukurların bile artık çöp çukuru olduğunu gösteriyor.
Deniz imparatorluğu kurmuş olan Osmanlı’dan bu yana hep nutuk atıyoruz ama tarlasında ne yetiştiğini bilmeyen ülke gibiyiz adeta.
Balık stoklarımızı tespit edip, ona göre kotalarla önlemler almamız lazım. Aksi halde, ‘Bu sene palamut bol, lüfer olmaz’, ‘Lüfer bol, palamut az olur’ gibi balıkçı teknelerinde gerçekleştirilen röportajlara dayanarak, balık falcılığı yapıyoruz. Orkinosçular bu işi çözdü ve 1950’li yılların bolluğuna kavuştular. Darısı diğer balıkların başına!
SÜLÜNES TAVA
Malzemeler:
- 10 adet sülünes
- 1 adet kuru soğan
- 3 yemek kaşığı zeytinyağı
- 1/2 demet maydanoz
- 1 su bardağı üzüm sirkesi
Yapılışı: Tavada zeytinyağını ısıtın. İnce doğradığınız soğanı bir dakika kavurduktan sonra, sülünesleri ekleyip, sirkeyi dökün. Sirke çektikten sonra, ince doğranmış maydanoz serpiştirip, servis edin. Afiyet olsun.