Senaryolar, hikayeler birbirine benziyor serzenişlerini çok duyar olduk ya, benden de senaryo yazarı arkadaşlarıma naçizane bir dizi hikayesi önerisi…
Hikayenin geçtiği ülkenin kısa tarihi…
1980’lerin Özallı yıllarında yeni bir zengin kuşağı ortaya çıkmıştı. “Kıroyum ama para bende” sloganıyla hatırlarda kaldı. Mercedeslere binip, vites koluna tespih takarlardı. Parlak takım elbiselerini çeker, arabesk müzik eşliğinde kebap partileri yaparlardı.
İki göz gecekonduları yıkıp üzerine kaçak gecekondu apartmanlar yaparak zengin oldular. Her seçimde çıkan imar aflarıyla böyle yeni zenginler türedi.
Bu trend 1990’larda doruğa ulaştı. 2000’lere doğru onların çocukları kot giyindi, interneti keşfetti, kolejlere ve özel üniversitelere gidip modayı bitirdiler.
2000’li yıllarda ise başka bir zengin kuşağı dönemi geldi. 80’lerin gecekondu apartmanlarını yıkıp üzerine ‘rezidans’ yapan kentsel dönüşüm zenginleri. Evleri küçültüp, balkondan kazanmak için Fransız balkon modasını başlatan uyanık müteahhit kuşağı. Hani yollarda terör estiren, önüne otobüs duraklarını, duraklarda bekleyen insanları katan, freni patlamış, beton mikserleri var ya, işte dönemi en güzel anlatan bu kamyonlar toza dumana kattıkları yolların yeni efendisi oldular…
Hikayenin geçtiği mahalle...
İşte dizimiz ya da filmimiz böyle bir tozlu mahallede geçmektedir. Kahramanımız, binaları yıkıp, rezidans yapan bir müteahhittir. Medeni kanunda da kentsel dönüşüm yapan bu müteahhitin resmi ve gayrı resmi eşleri vardır. Çocukları jiplere binmektedir. Televizyonlardaki magazin programlarında boy gösteren lüks arabalarını muhabirler bile sayamamaktadır.
Bir gün terör saldırılarının yaşandığı, insanların bombalarla öldürüldüğü yere gider. Boğaz’da yemek yerine birden aklına Beyoğlu’nda nostalji yapmak gelmiştir çünkü. Bakar ki bütün fakirler karanfil bırakmış ölenlerin
anısına. O da cömertliğini gösterir ve bir demet gül bırakır. Teröristleri sevindirmemek için de üzerine kahkahayı patlatır. “Merak etmeyin teröre inat rezidans yapmaya devam” der. Peki mahalle sakinleri ona nasıl bir ders verir? O da hikayenin sürprizi olsun…
ZOR ‘GÖREVİMİZ KOMEDİ’
Bu hafta yayın hayatına başlayan ‘Görevimiz Komedi’ bir yabancı format. ‘O Ses Türkiye’deki gibi ustalar adaylardan kendi takımlarını kuruyorlar. Jüride kimler var? Rasim Öztekin, Asuman Dabak, Burak Satıbol, Bülent Emrah Parlak, Zeynep Karakonde ve Açelya Topaloğlu. Aslına bakarsanız, ekran karşısında bu isimleri görünce ‘keşke onlar da oynasalar’ diyor insan. Ama format gereği yeni yüzler oynuyor. Yeni komedi oyuncuları keşfetmeyi amaçlıyor çünkü.
‘O Ses Türkiye’den çok daha zor işleri. Komedi yazmak ve oynamak, insanları güldürmek kolay değil. O nedenle ‘Görevimiz Komedi’ reyting rekabetinin çok keskin olduğu bu zamanda riskli bir görev üstleniyor.
İyi skeçler, iyi oyuncu performansları olmazsa güldüremez, dolaysıyla izlenmez. Profesyonel oyuncular ve yazarların yaptığı skeç programlarının bile çoğu tutunamadı. ‘Komedi Türkiye’, ‘3G: Geldim Gördüm Güldüm Show’ vs. bunlara örnek. Dikkat ederseniz komedyen, şovmen denince 20 yıldır neredeyse aynı isimler akla geliyor. Umarım buradan yeni komedi oyuncuları çıkar. Format gereği yeni yüzler, genç isimler oynayacak ama jüri masasındaki usta oyuncuların meydana çıkmasına ve kendilerini daha çok göstermesine ihtiyaç olacak sanki.
RADİKAL OLMAYI ÖZLEYECEĞİZ
Radikal gazetesi yayın hayatına başladığında ben üniversite öğrencisiydim. Ülke 90’ları yaşıyordu. 20 yıl boyunca iktidarlar muhalefete, muhalifler iktidara gelip gittiler. Aynı olay bir gün ihanet, başka bir gün kahramanlık sayıldı. Ama her daim, tüm zorluklara rağmen Radikal direndi. Evimizin haylaz çocuğu olarak, söyleyebildiğince doğruları söylemeye çalıştı. Marjinallere, aykırı görüşlere yer verdi. Günlük gazete olarak sanata, edebiyata, özellikle de sinemaya hep destek oldu.
Çok zor günlerde ayakta kalabildi ama şimdi gittiğine göre sandığımızdan çok daha zor günler yaşıyoruz. Ben kişisel olarak Radikal’i özleyeceğim, yokluğunu hissedeceğim. Emeği geçen tüm arkadaşlara teşekkürler. Onları izlemeye devam edeceğim…