Televizyonların 24 saat yayın yapmasının temel amacı prime time denilen, akşam 20.00 – 23.00 saatlerine en çok seyirciyi taşımak. Siyasilerin de amacı aynı, televizyonun bu saatinde görünür olabilmek.
Siyasi liderler, gündüz mitinglerinde canlı yayında görülüyorlar ama bu ilgiyi prime time’a taşıyamıyorlar. Akşam haber kanallarında mitinglerdekine benzer içerikte, rakipsiz, tartışmasız bir şekilde gazetecilerin sorularını yanıtlıyorlar, dolayısıyla da fazla izlenmiyorlar.
Peki liderler bu handikapı nasıl yenebilirler? Televizyonculukta, canlı yayının daha çok tercih edilmesinin sebebi, her an her şey olabilir duygusuyla seyirciyi ekranda daha çok tutabilmek.
Amerikalılardan neyimiz eksik?
Tv programlarında gazeteciler doğal olarak hep aynı meseleleri soruyor, liderler de mitinglerde söylediklerini tekrar ediyorlar. Oysa televizyon seyircisi her an yeni bir şey görmek istiyor. Aynı şeyi bile söyleseniz en azından sunuşu farklı olmalı. Televizyonda rekabet, tartışma, iddia olmadı mı iş zor. Dikkat ederseniz dizileri geçebilen sadece maçlar ve ‘Survivor’ oluyor.
ABD’de başkan adayları rakiplerine en büyük darbeyi, milyonların gözü önünde cereyan eden canlı yayın tartışmalarında vuruyor. Daha önce radyoda yapılan canlı yayınlar, 1960’tan sonra ilk kez televizyonda Richard Nixon ve John F. Kennedy’le yapılmış. Aynı tartışmayı radyoda dinleyenlerle televizyonda izleyenler farklı liderleri tercih edince, liderin ne dediği kadar nasıl göründüğünün yani televizyon yayınlarının seçim sonuçlarına büyük etkisi olduğu anlaşılmış.
Şanslı televizyoncu kim olacak?
Bugün 20’li yaşlarda olan seçmenler Türkiye’de böyle bir canlı yayına şahit olamadılar ne yazık ki. Televizyoncular, bütün liderleri toparlamayı başaramayacaklarını kabullenmiş gözüküyor.
Şurada seçime üç hafta kaldı. Bana kalırsa, bir televizyoncu zaman kaybetmeden makus talihi yenip kabul eden bütün liderleri bir masa etrafında toplamayı denemeli. Gerekirse program ortak yayın yoluyla birkaç
kanalda yayınlanmalı ve prime time’da da reyting alınabileceğini göstermeli. Bütün rakiplerinin katıldığı bir programı reddetmek bir liderin siyasal karizmasına çok olumsuz etki eder. Böyle bir
olaya hiçbir lider kayıtsız
kalamaz. Bunu başarabilen bir televizyoncu çok büyük bir başarıya imza atmış olacak.
Siyasetin TV starı Demirtaş mı?
Televizyon doymaz, her zaman yeni bir ikon, yeni bir star ister. Bu seçimin star lideri de Murat Yetkin’in, “Türk siyasetinin Kürt pop starı” dediği Selahattin Demirtaş olacak.
Her fırsatta esprili yanıtlar veren, saz çalıp türkü söyleyen, bisiklete binen, üniversite kantininde çayını kendi alıp, bardağını yıkayan Demirtaş, bir star gibi gençlerin ve kadınların en çok selfie çektirmek istediği lider.
TV’de gazetecilerle tenis maçı oynar gibi söyleşi yapıyor Demirtaş. Sorunun gelişine vuruyor. Doğal olarak da sürprizlere açık cevapları var. Her an manşete taşınabilecek bir cevap almanız mümkün.
Sosyal medyada da her daim trend topic oluyor. Böyle olunca da televizyoncular için bulunmaz bir fırsat oluyor.
Siyasal karizma, liderin ideolojisinden, parti programından çok beden dili, bakışları, ses tonu, gülümsemesi, öz güveni ve samimiyetiyle ortaya çıkıyor. Demirtaş reddetse de, partisinin oyuyla, televizyon ve sosyal medya reytingleri arasındaki fark bunun göstergesi.
TV’deki starların da dizisinden, filminden, şarkısından çok ev hayatı, aşkı, evliliği merak edilir. Nitekim Demirtaş’a da kadınların ilgisi karşısında eşinin tepkisi sorulmaya başlandı bile. Daha önce bir siyasi lidere bunun sorulduğuna pek şahit olmamıştım. Yakında bütün özel hayatı, evliliği, çocukluk aşkı, ev halleri de didik didik edilirse hiç şaşırmayın. Televizyonda star olmak da en az siyasi lider olmak kadar zor. İkisi birden olmayı ise düşünmek bile!