Geçen hafta Fransa’nın Cannes şehrinde MIPCOM TV fuarı yapıldı. Fuara tüm dünyadan TV sektörünün temsilcileri katılıyor, sektörün bugünü ve geleceği tartışılıyor, stratejiler üretiliyor.
Bu yıl dikkat çeken tartışmalar, televizyonun dijital dünya ile nasıl başa çıkacağı üzerineydi. Bizde internet mi televizyon mu gibi lise münazaraları tarzında oluyor tartışmalar. Ya da kestirme bir sonuçla ‘Internet televizyonu bitirecek’ gibi kehanetler öne sürülüyor.
Dünya televizyoncuları bu gelişen yeni duruma uyum sağlamak için canla başla çalışıyor ve fikir üretiyor. Neler tartışıldı kısaca bahsedeyim.
Yeni kuşak seyirci nasıl?
İnsanlık tarihinin en dikkati dağınık, kafası karışık kuşağıyla karşı karşıyayız. Dünyada 7 milyar insan yaşıyor, 4.2 milyar insan diş macununa sahipken 5.1 milyar insanın telefonu var. Telefon kullanımı madde bağımlılığı gibi. İnsanlar uyuşturucu madde almış gibi dikkatini ve zekasını daha az kullanarak aynı anda birden çok şeyle meşgul olmaya çalışıyor.
Yeni seyirci çabuk sıkılıyor, internet videolarında alıştığı gibi 2.5 dakika içinde onları şaşırtan, güldüren, meraklandıran bir şey görmek istiyor.
Önümüzdeki yıllarda iki saat süren filmleri, bir saat süren dizileri izletmek çok zor olacak. Televizyoncuların artık iki görevi var:
Önce iyi ve ilgi çekici içerik hazırlamak. İkincisi ise bu içeriği farklı mecralarda yayınlamak. Yapılan her şeyin online olarak aktarılması için bütün TV kanalları dijital kanallar kurmak zorunda.
İnsanlar işyerinde, metroda, ellerindeki telefonlarla ulaşabilecekleri kısa içerikler izliyor. İnsanlar DVD kiralar gibi filmleri dijital olarak telefonlarında tutup canları istediği zaman istediği yerde izlemek istiyor. Dijital film kiralama geleceğin en büyük trendlerinden biri olabilir.
Dijital dünya sınırları kaldırdı. Seyirci kültürel olarak eskisinden çeşitli, coğrafi olarak dağınık ama sayıca da fazla. Bu nedenle de daha fazla sayıda kaliteli ve ilgi çeken içeriğe ihtiyaç var.
Eskiden ünlüler, hayranlarının asla yaşayamayacağı, rüya gibi hayatları olduğu için sevilirdi. Şimdi insanlar kendileri gibi olduğunu görebildikleri yıldızları seviyor. Starlar hayranları ile yakın arkadaş olmak zorunda. Sosyal medyada onlardan biri gibi yaşadıklarını gösteriyor ve günlük yaşamlarını tüm ayrıntılarıyla hayranlarına açıyorlar. Araştırmalar insanların yarıdan çoğunun ünlülerle iletşim kurmak için sosyal medya kullandığını gösteriyor.
12 Eylül’ün savurduğu iki kardeşin hikayesi: ‘Eksik’
12 Eylül’ün sıkıyönetim günlerinde doğan çocuklar büyüdü. Onlardan biri de oyuncu Barış Atay, ‘Eksik’ filminin yönetmeni. ‘Eksik’, darbe günlerini değil, o günlerde parçalanan bir ailenin 30 yıl sonrasını anlatıyor. Paramparça olmuş bir aile yıllar sonra tekrar bir araya geliyor ama tamamlanamıyor.
‘Eksik’, aynı zamanda darbenin savurduğu iki kardeşin 30’lu yaşlardaki buluşması. Biri spastik öbürü lümpen proleteya. Barış Atay’ın ilk yönetmenlik deneyimi olan filmin senaryosunu Mehmet Kala ve Şeref Nokta yazdı. Barış Atay, Uğur Polat, Şebnem Sönmez, Funda Eryiğit, Sarp Akkaya, Caner Erdem’in yanı sıra Sermet Yeşil, Salih Bademci ve Bülent Çolak da konuk oyuncu olarak yer aldı.
Barış Atay dönemin apolitikleleştirdiği lümpen işçi Türker Deniz’i başarıyla canlandırıyor. Özgür Emre Yıldırım ise annesinin hamileyken işkence görmesi yüzünden spastik doğan ‘Devrim’ rolünde alkışlanacak bir performans gösteriyor.
‘Eksik’, bir lümpenin gözünden hem dönemin siyasi eylemcilerini eleştiriyor hem de onların davaları uğruna ailelerinin parçalanmasına göz yummasına tepki gösteriyor. Film, tüm yaşananlara sebep olan askeri darbeyi ise bugünün amaçsız ve yalnız insanlarının yaşadığı hayatın müsebbibi olarak görüyor.