“Bir memleket gibidir gemi”… 1998 yılında Serdar Akar’ın yazıp yönettiği ‘Gemide’ filminin hatırlarda kalan sloganı bu. Yaşadığımız bu kötü günleri gördükçe hep bu slogan gelir aklıma. Pazar günkü vahşi saldırının arkasından da yine bu sözü hatırladım.
Sonra 1997 yılında, tüm zamanların en büyük gişesini yapan ‘Titanik’ filmi aklıma geldi. O zamana kadar yapılan en büyük gemiydi Titanik. Asla batmaz deniyordu ama bir buzdağına çarpıp okyanusa gömüldü. Tam bin 514 kişi öldü.
O zaman hâlâ ‘Önce kadınlarla çocuklar’a kurtulmak için öncelik veriliyordu.
İçinde soylular, köylüler, zenginler, yoksullar, farklı dinden, milliyetten insanlar vardı. Yoksullar en altta havasız kamaralarda, zenginler ise sarayı andıran şatafatlı kamaralardaydılar. Gemi batınca ne imtiyazlı sınıf kaldı, ne de kaybedecek bir şeyi olmayanlar.
Buzdağına hızla ilerleyen bir gemideyseniz, yolcular arasındaki sen - ben kavgası, gemiyi kim yönetecek tartışmaları anlamını yitirir. Hangi kamarada olduğunuz da. Kaptanın tarafında olmak da fayda etmez, karşısında da. Hatta kaptan olmak bile.
Bir memleket gibiyse gemi, fırtınalarla, dalgalarla boğuşurken aslolan geminin topyekün kurtuluşudur. Ya da hep beraber batışı.
Kafamızda deli sorular
Terör saldırısının ardından evlilik ve futbol programları, ‘Müdür Ne’Aptın?’ gibi komedi show’larından bazıları yayın akışından kaldırıldı. ‘Burada Laf Çok’ diyen Mesut Yar, “Burada laf yok” diyerek programını iptal etti. Ama pazartesi yine en çok ‘Survivor’ izlendi. Diziler tam gaz devam etti.
Defileler, tiyatro oyunları, konserler iptal edildi.
Böyle terör saldırılarından, katliamlardan sonra hep aynı şeyleri konuşur olduk.
Programını kaldıran mı doğru yaptı,
yoksa hayat zaten bizim için ‘Survivor’ diyenler mi?
Hayat devam ediyor diye hiçbir şey yokmuş gibi davrananlar mı? “Terör yanlılarını sevindirmeyelim” diye eğlenmeye devam diyenler mi?
Yoksa, “Bunca olaylar varken hayat devam edemez, bir şey yapmalı” diyenler mi? “Teröre alışmamız lazım diyenler mi?”
“Boyun eğmeyeceğiz, alışmayacağız” diyenler mi?
Bana göre bunun cevabı şu. Kendinizi Ankara’daki saldırıda ölenlerin yakınlarının yerine koyun. Eşinizin dostunuzun bir şey olmamış gibi hayatına devam etmesini nasıl karşılarsınız? Sizin için hayat durmuşken, onun hayat devam ediyor deyip gülüp eğlenmesi size ne hissettirir? Onu mu tercih edersiniz, yoksa sizin yanınızda olup, desteğini dayanışmasını göstermesi, acıyı paylaşması ve hayatın devam ettiğini size böyle hissettirmesini mi?
Terör korku salmak isteyebilir ama vurdumduymazlığı yaptıran terör değil. Belki aynı gemide olduğumuzu unuttuğumuzdan, belki gerçeklerle, sorumluluklarımızla yüzleşmekten korktuğumuzdan.
Evet hayatımız ‘Survivor’ haline geldi.
Sokağa çıkanlar hayatta kalıp kalmamak arasında bir korku yaşamaya başladılar. Ama
o korku ne ünlü tanıyor ne gönüllü…
Hata kimde?
İktidar mı hatalı, muhalefet mi?
Uluslararası güçler mi, terör örgütleri mi?
“O taraftan öldü sevinelim, bu taraftan öldü üzülelim” şeklindeki o hastalıklı düşünce ilk defa bu son saldırıda söylenemez hale geldi. Sonunda o noktaya gelindi. Herkes bu tehditi çok yakınında hissetti.
Terörün ne yapmak istediğinden bağımsız “Biz ne yapıyoruz?”, “Biz nerede hata yapıyoruz?” diye sormanın sırası da gelmiş oldu.
Dedik ya bir memleket gibidir gemi. Ve bu gemi hızla buzdağına doğru giderken, biz bu geminin mürettabatı, mürettabatı olmak isteyenleri, yolcuları, yani gemideki herkes “Nerede hata yaptık?” diye sormalı artık. Başkalarını suçlamanın zamanı değil. Kendi hatalarımızla yüzleşme zamanı.
Biz bir iklim yarattık. Bu iklimin yaratılmasına göz yumduk. “Bize dokunmaz” dedik. Hatta bazılarımız “Bize yarar” dedik. Sonunda buzdağının karşısına dikildik.
Ya buzdağına doğru gitmeye devam edeceğiz ya da geminin rotasını sakin ve güvenli sulara birlikte çevireceğiz.Ya birlikte batacağız ya da birlikte çıkacağız…