‘Baba Ocağı’, ‘Dürüye’nin Güğümleri’, ‘Güzel Köylü’ ve geçen hafta yayına giren ‘Hanım Köylü’. Ege köylerinde geçen kırsal romantik komediler için artık dizi dünyamızda yeni bir tür olduğunu söyleyebiliriz. Bu türün yaratıcıları olarak da aynı isimler var, yönetmen koltuğunda Mustafa Şevki Doğan, senaryoda Baykut Badem ve Filiz Ekinci.
Hepsi de yaz dizileri olarak başladılar ve birkaç sezon devam ettiler. Bu türün ciddi bir alıcısı var demek ki. En son yayına giren ‘Hanım Köylü’nün ilk bölümünün reyting sonuçları da artık başarıyı tescillemiş oldu.
Muhteşem doğası (Marmaris) ve güzel kızlarıyla meşhur Saklıköy’de geçiyor hikaye. Babasını iflastan kurtarmak için Saklıköy’deki mülklerini geri almaya giden, Amerika’da okumuş, yakışıklı, modern Ferit (Yusuf Çim), internetten kazayla tanıştığı köylü güzeli İlkgül’e (Gülsim İlhan Ali) aşık olur. Ne var ki Saklıköy’ün bir kuralı vardır. Dışarıya kız vermezler. Kalbini bu köyden bir güzele kaptırırsan ‘hanım köylü’ olman, yani ikametini de Saklıköy’e alman gerekir.
“Aşk için hanım köylü olur musun?” gibi sade, yalın bir cümlesi var dizinin. Tabii, işin içinde bir de kentli köylü çatışması da olacak.
Neşeli köy dizileri neden tutuyor?
Yeşilçam’da çok işlendi bu hikayeler. Spor arabasıyla yolu bir köye düşen ve oradaki saf, iyi yürekli güzel kıza gönlünü kaptıran yakışıklı zamapraların hikayelerini severek izledik. ‘Hanım Köylü’nün esas oğlanının isminin Yeşilçam’ın yakışıklı, zampara karakteri Ferit’ten alınması da tesadüf değil. Bu köylü güzeli dizilerinin seyirciden ilgi görmesi de bir tesadüf değil. Çok değil bir kuşak öncemiz ya köylü ya da mahalleli bizim. Kendimizi duygu ve fikren hazır olmadan kentli bulduk. Ama kendimizi kentte bulamadık bir türlü. Bir doğaya kaçasımız, kır kokusuna, sessizliğine
atasımız var kendimizi...
Hayatımıza onlarca insan girse de çocukluk arkadaşlarımızı göresimiz var. Modern evlerimiz olsa da, kendimizi çayıra, çimene atasımız var. Kalabalık kentlerde yalnızlıktan bıkasımız var. Elimizde akıllı telefonlar varken, biraz köylü saflığı yaşayasımız var. Ağzımız çok laf yapsa da, azıcık baygın baygın bakasımız, gerekirse aşk için salaklaşasımız var.
Kocaman güzel bir köyse bu ülke, artık kavgayı, dövüşü, ölümü değil, birbirimizi sevmeyi, bu köyü düğün yerine çevirmeyi isteyesimiz var. Sizce de yok mu?
DELİKANLILIĞIN RACONU DİZİLERDE Mİ KALDI?
Eski köye yeni adet geldi.
Eskiden, birine 3 - 4 kişinin saldırması delikanlılığın raconunda yoktu. Kimse göğsünü gere gere anlatamazdı. Bunu yapan kalleş, onlara meydan okuyan kahraman olurdu.
Hele hele kendi evinde, kendi mahallende güçlüsün, kalabalıksın diye konuğuna saldırmak… İlk tokadını büyüğünden yerdin.
Onlarca Aksaray esnafının İrlandalı turiste saldırmasını hatırlarsınız. Delikanlılığın dersini bir İrlandalı’dan almak yakıştı mı? Geçen hafta Ankaragücü - Amedspor maçında yaşananlar nedense o olayı hatırlattı bana. Ankara’ya deplasmana gelen Amedspor’lu yöneticilere, onlarca Ankaragücü taraftarının, üstelik de protokol tribünündeki yöneticilerin saldırısı işin iyice raydan çıktığını gösterdi bize. Ardından Trabzonspor, Fenerbahçe’ye yenilince hakeme saldıran kişinin kahraman gibi gösterilmesi. İşin tuhafı bunların büyük bir vatanseverlik ve kahramanlık olduğunu savunan insanların çokluğu. Ne oluyor bize? Kim kardeş, kim kalleş anlamak zor oldu. Allah’tan hâlâ dizilerde, filmlerde esas oğlanlar kimseyi sırtından vurmuyor, 10 kişi birine saldırmıyor.
Delikanlılığın, mertliğin, kahramanlığın, vatanseverliğin raconunun sadece dizilerde filmlerde kalmasının utancı kimin?