Efendim, iki gün gerçekten
rüya gibi geçti. İlk gün Ildırı Köyü’nde yediğim keyifli yemeği ve günbatımını unutamam. Bir de Chios, yani Sakız Adası’na yaptığım bir günlük seyahati. Gerçekten bütün kas ağrılarım geçti, yorgunluğumu attım, her şeye pozitif bakmayı öğrendim. Ildırı’yı ve vaktiniz varsa Sakız’ı mutlaka ziyaret etmelisiniz. Ildırı’da bulunan Limon adlı restorandan dün biraz söz etmiştim. Limon tam bir aile şirketi. Yanlış anlamayın, yeni tanıştım sahipleriyle. Ama yaşantılarına gıpta ettim. Gülsen ve Zühtü Kocaer çifti müthiş uyumlu. Mürekkep yalamış insanlar. Zühtü Bey yıllarca tekstil ile uğraşmış, sonra da önce eşi Gülsen Hanım’ı, ardından da oğlu Ahmet ve gelini Özlem’i götürmüş oralara. Ama Ildırı’yı asıl keşfeden kızı Ayşe olmuş. 20 yıl tatillerini hep orada geçirmişler. Üç senedir dünyanın üçüncü oksijeni bol olan yeri Ildırı’da yaşıyorlar. Ildırı, Çeşme Ilıca ve Alaçatı’ya 20 dakikalık mesafede. Orada günbatımını izlemek ve meşhur İzmir lokmasını tatmak istiyorsanız arabaya filan da ihtiyaç yok. 20 dakikada bir minibüs dolmuş kalkıyor. Tamamen sit alanı. Restoran da öyle. Gezerken hayretler içinde kaldım. Kışa da kışlığı hazırlanıyor. Gelelim Ildırı Köyü’ne; köye girdiğinizde meydanda görülen sarnıçlı çeşmenin üzerinde Rumca yazılar dikkatinizi çekiyor. 1880 yılından kalan bu tarihi sarnıç Osmanlı padişahının Rumlar’a armağanı. Köyün içinde ve çevresinde Athena Tapınağı, tiyatrosu, M.Ö. 3 yüzyıldan kalma tapınak biçimli mezarlar, Hellenistik ve Roma dönemlerinden kalma villalar, megaron biçimli evler, Herakles Tapınağı buranın belli başlı tarihi yapıları.
Yemek yediğimiz restoran da zaten 200 yıllık. Burası önce karakol, sonra okul, daha sonra da Limon olmuş. Karakolken mahkumların yattığı nezarethane duruyor. Alt katta,
3.5 metre çapında, 18 metre derinliğinde bir sarnıç var. Zühtü Bey buranın suyunu defalarca Ankara’da tetkik ettirmiş, pırıl pırıl çıkmış ama tadı biraz acı. O yüzden temizlik işlerinde kullanılıyor. Bina içinde yer alan şömine aslını koruyor. Üzerindeki tuğlalar orijinal, bir de Meryem Ana’nın resmi var. Bahçenin içinde yer alan havuzda ise nilüfer çiçekleri, 200 yıllık limon ağaçları... Şimdilerde Ildırıda, Selçuk’un Şirince Köyü’nü model alıp ilk etapta 920 milyar liraya mal olacak bir restorasyon çalışmasına başlanacak. Tiyatro, manastır, köy çeşmesi, Roma villaları, yel değirmeni ve yollar düzenlenecek. Pansiyonculuk geliştirilecek ve tamamen turistlere yönelik çalışmalar yapılacak. Ildırı, VII. yüzyılda yaşamış Pausanias’ın yazdığına göre Erythrai Rhadamanthys’in oğlu, adı ‘kırmızı’ anlamına gelen Erythros’un önderliğinde Giritliler tarafından kurulmuş. Burada Likyalılar, Karyalılar ve Pamfilyalılar da yaşamış. Erythrai kenti, efsanevi Atina Kralı Kodros’un soyundan gelen Kleopos yönetimindeki İonalı kolonistler ile güç kazanıp gelişmiş. M.Ö. 560 tarihlerinde
Lidya egemenliğine girmiş ve
M.Ö. 545 sonrasında Persler’in olmuş. Her yer denize sıfır. Burada bir de dört yıldızlı ama hayli lüks Erythrai Otel var. Yaz-kış kalınabilecek konfora
sahip. O akşam otelde İzmir’in
trilyoner ailelerinden, kuyumculuk ve müteahhitlik ile uğraşan Çırpıcılar’ın oğlu Mehmet’in düğünü vardı.
İstanbul, Ankara ve İzmir sosyetesi bu düğünde buluştu. Pınar Aylin,
Meltem Cumbul da konuklar arasındaydı. Düğün sonrası yine
otele ait olan adada sabaha kadar süren bir parti yapıldı. Otel Erythrai’nin telefon numarası (0232) 725 15 00.
Her gittiğimde mutlaka uğradığım bir yerdir Alaçat Cafe&Restaurant. Sahiplerinden Destina Akgün çocukluk arkadaşım. Yıllarca Büyük Efes Oteli’nde ön büro müdireliği yaptı. Ortağı Ayşe Nur Mıhçı ise bir zamanların en iyi futbolcularından olan Altaylı Mithat’ın eşi. Onlara yakın olmam, torpil geçmem anlamına gelmez. Alaçat’ı bugüne kadar kime önerdiysem tek bir şikayet almadım. Özellikle servis, lezzet ve fiyat açısından Alaçat Cafe&Restaurant bana göre artık klasik oldu. Çeşme’ye gelen sanat, sosyete ve halktan insanların gözbebeği bir yer. Kemas’ın genç patronu Kemal Subaşı, kahvaltı için rezervasyonu bir gün önceden yaptırmış. Masada Kemal’in yakın arkadaşları, Fatoş, Zeynep, Melda, Hasan vardı. Hepsi İzmir’in kalburüstü ailelerinin çocukları ve iş sahibi insanlar. Ama öylesine mütevazılar ki milyon dolarlık gelirleri umurlarında değil. Ortaya içinde ev reçeli, bal, peynir, tereyağ, baharatlı zeytinyağ, domates, salatalık, boş pide, gevrek, ekmek, çay olan köy kahvaltısı söyledik. 6 milyon lira. Yine ortaya 2 milyon liraya bir omlet ve minik ev kurabiyeleri istedik. Hesabı ben ödedim, valla çok komikti. Akşam Zuhal Olcay doğumgünü nedeniyle davet veriyordu. Eve yakın olduğu için uğrayıp Destina ve Ayşe ile sohbet ettik. Kahvaltı, öğle mönüsü ve akşam yemeği Alaçat’da bambaşka. Hele evde yapılan elmalı pay, çikolatalı tart, parfe, cheesecake, ıspanaklı, peynirli, kıymalı börek müthiş. Destina ve Ayşe burasını keyfe açmışlar. Amaç para kazanmaktan çok eşi dostu bir araya getirmek. Zaten canınız kalkmak istemiyor. Üstelik yediğiniz her şey bahçede yetişiyor, yani hormonsuz. Çeşme’nin pahalı ve lüks restoranlarından, barlarından yakınanlar, buyrun işte, kesenize uygun bir yer. Çıkarken sevgili Selin Denizli ile karşılaştım. Bir süredir babası Mustafa Hoca’nın dizinin dibinden ayrılmıyor. Beni görünce dert yandı; "Şenay Abla, ilk ve son kez sana söylüyorum. Zaten babam konuşma yasağı koydu. İlhan Mansız’ı 2 ay önce ben bıraktım. Bu konuda artık yorum yapmayı kesinlikle istemiyorum. Zaten o ilişkide kabahat bendeydi. Çünkü kendisi benim statümde, sosyal yaşamımda değildi. Çok pişmanım, artık ‘İ’ harfini bile duymak istemiyorum. Reklam düşkünü bir zavallı. Ben tepkili bir insanım. İlhan da hakkımda sağda solda konuşarak tepki göstermemi istiyor. Ben onun yüzünden telefonumu değiştirdim" dedi. Aslında bir gençkızı bu denli yıpratmaya gerçekten kimsenin hakkı yok. Attığı her adım gazete sütunlarına geçiyor. Şu günlerde Selin kendi sosyal yaşamına uygun yeni bir arkadaşlığın içinde. Dilerim mutlu olur. Neyse, Alaçat’ın telefon numarası (0232) 716 79 44. Bir kış günü gitmiştim Dalyan’daki Körfez’e. Mezeleri, balığı öyle taze ve lezzetliydi ki tadına doyamamıştım. Bu kez Çeşme -Yalı Caddesi’nde olan Körfez’e gittim. Mekanları iki kardeş paylaşmışlar.
Çeşme’dekinin adı Lütfi Kabadayı. Soyadı sizi aldatmasın, müthiş güleryüzlü ve efendi bir insan. Sizi kapıdan karşılayıp uğurluyor. Garson Zeki Çakmak, akıllı, temiz yüzlü ve sevimli. Müdür Mehmet, kasiyer Can, hepsi pırıl pırıl insanlar. Çoğu balık restoranında mönü yoktur. Körfez’de yalnızca balık değil, ocakbaşı kebap ve güveç çeşitleri, dünya mutfağından soslu et yemekleri de var. Yani sizin canınız balık isterken konuklarınızınki tornedo mu çekti? Çekinmeden gidin. O gece bizim grupta da maşallah her kafadan ayrı ses çıktı. Ben her zaman olduğu gibi önce kalamar, ahtapot, karides, mantar, domates, biber, tereyağı ve sarmısaktan meydana gelen deniz ürünleri güveç, ardından da sütlü balık yedim. Epeydir yememiştim, özlemişim. Rakı da içtim tabii. Konuklarım ise ortaya imam bayıldı, taze fasulye, biber dolma, yaprak sarmadan meydana gelen bir meze tabağı istediler. Ana yemek olarak ise biri
t-bone steak, diğeri ise fıstıklı beyti ve piliç kanat söyledi. Aslında herkes birbirinin tabağından birer lokma aldı. Gerçekten çok lezzetliydi. Servis mükemmel, mutfak tertemizdi. Zaten Körfez oranın sayılı restoranlarından. Yalnız hesabınızı kafanıza göre yapacaksınız. Çünkü yediğiniz her çeşidin mönüde fiyatı var. Kişi başı 10 milyona da çıkarsınız,
30 milyona da. Bu arada tatlı çeşidi
de bol. Karnınızı doyurduktan sonra canınız güzel müzik dinlemek mi istedi? Hemen yanındaki İbrahim Kabadayı’ya ait La Sosieta Bar var. İbrahim henüz
25 yaşında. Kasada annesi Figen
Hanım oturuyor, tam aile şirketi. Sahneye Kayahan’ın yeğeni
Erdinç çıkıyor. Kışın Erdinç’i
Ege Palas Oteli’nin Haşmet Barı’nda dinlemiştik. Müziği, repertuvarı
ve sesi mükemmel. Körfez’in
telefon numarası (0232) 712 67 18.
Efendim, Çeşme’ye her gittiğimde sevgili Nevra Şenocak’ın yakın arkadaşı olan Ertürk Turizm Deniz Nakliyat’ın ortağı Tolga Ertürk "Sizi Sakız Adası’na gönderelim, keyifli bir gün geçirin" teklifinde bulunurdu. Sonunda şeytanın bacağını kırdım. Çeşme’nin köklü bir turizm şirketidir Ertürk. Yalnız Sakız değil, Pire, Lesbos, Kavala, Mikonos, Atina, Rodos, Santorini, Samos, Limnos ve İtalya’ya da turlar düzenliyor. Kişi ya da grup farketmiyor, Schengen vizeniz varsa rahatsınız. Çeşme-Sakız arasında deniz yolculuğu 50 dakika filan sürüyor. Tek gidiş 50 milyon lira, gidiş-dönüş 65 milyon lira. Ertürk’ün, Sakız’da iş yaptığı Sarafin Travel adlı bir acenta var. Size buradan her türlü nakil aracı kiralanabiliyor. Bana göre tek başınaysanız en güzel araç motorsiklet. Zaten ada halkı da hep motorsiklete biniyor, doğru dürüst araba görmedim. Arabası olanlar da feribotu tercih edebilir. Otel, vize ve transferlerinizi de Ertürk’e yaptırabilirsiniz. Telefon numarası (0232) 712 67 68. Feribotta giderken birkaç turizmci ile görüştüm. Gümrük işlemleri Çeşme’de çok uzun sürüyor. Nitekim o gün bilgisayar odasının anahtarını görevli kadın evinde unutmuş. Eleman çok az. Yaklaşık 70 kişiydik ve işlemler tam bir saat sürdü. Tabii feribot da geç kalktı. Çeşme’deki gümrüğü kaldırmak istiyorlarmış. Bunun çok yanlış olduğunu vurguladılar. İçlerinden bir arkadaş, "Şenay Hanım, yabancılar için Çeşme’nin en cazip yönü Ildırı ve buradan Yunan Adaları’na düzenlenen turlar. Kuşadası gibi Pamukkale, Selçuk, Efes ve Bergama’ya tur düzenleyemeyiz. Sırf Çeşme’de kalmak yabancıyı sıkıyor, onlara çeşitli alternatifler sunuyoruz. Ayrıca buradan Yunan Adaları ve Atina’ya gitmek çok ekonomik. Tabii tercih ediyorlar, hatta şimdilerde pek çok iş adamı da Çeşme-Sakız-Atina yoluyla Avrupa şehirlerine geçiyor. Çünkü iç hatlarda biletler daha ucuz. Ayrıca AB ülkesi olduğu için ikinci bir vizeye de ihtiyaç yok. Atina’dan tüm Avrupa ülkelerine uçak bağlantısı var. Sakız’dan Atina ve diğer Yunan Adaları’na feribot işliyor. 25-60 milyon lira arası. Bence gümrük işlemlerini daha hızlandırarak Çeşme’yi canlandırabilirler ve daha çok yabancı gelir" dedi. Sakız Adası’nın bizim için bir başka özelliği ise vatan şairi Namık Kemal’in 2 Aralık 1888’de burada ölmesi ve Gelibolu Bolayır’a gömülmesi. Adanın geleneksel ürünleri olan şarap ve sakızın ekonomiye katkısı büyük. Bu arada sakızın ülsere yararı olduğunu İstanbul’a dönünce öğrendim. Tabii kahroldum çünkü dükkanlar cumartesi olduğu için saat 14.00’de kapanmıştı, doğru dürüst alışveriş yapamamıştım. Gerçi sakız almak da aklıma gelmemişti ya. Sakız’da da gümrük işlemleri çok uzun sürdü. İndiğimiz liman tıpkı İzmir’in Kordonboyu. Sıradan cafe ve barlar mevcut. Marina, Art, Fantasia, Iviskos bunlardan birkaçı. Önce Iviskos’a çöreklendim, muhteşem bir
hava vardı. Gazetelerimi okudum ve buranın meşhur içeceğinden; süt, buz parçaları ve neskafeden meydana gelen frappe’den iki tane içtim. 8 milyon ödedim. Ardından çarşıda turladım, kayda değer birşey bulamadım. Çeşme Çarşısı gibi. Uzo, sakız likörü ve dünyanın hiçbir yerinde yetişmeyen damla sakızının 1001 çeşidini vitrinden izlemekle yetindim. Sadece sakız kurabiyelerinden bol tükettim Allah için. Daha sonra birkaç kilise gezdim. Allahın evi değil mi? Gönlümce de dua ettim. Kiliselerin kapısı ardına kadar açıktı. İçerde çok kıymetli şamdanlar, biblolar, heykeller olmasına rağmen nöbetçi falan yoktu. Demek ki Sakız’da hırsızlık yok. Kiliselerin mimari yapıları çok ilginç. Avizeler çok şık. Evlerin güzelliği ise başka türlü. Sağolsun, Tolga Ertürk bir araba kiralattı ve şoför verdi. Önce şöyle bir plaj turu yaptım. Poseidon ilk durağım oldu. Denizi kötü ama plaj pırıl pırıl, yabancı turist ağırlıkta, çoğu da üstsüz. Yalnız Yunanlılar kavga eder gibi konuşuyorlar. Yani bizim gibi, biraz gürültücü bir millet. Burada çok minik pansiyonlar var. Ada turunda mutlaka Avgonima’ya gidin. Evler yaz aylarında ısının evin içine girmesini engelleyecek şekilde yapılmış. Pirgi’deki antik kilise Ayioi, tipik bir Bizans yapısı, mutlaka görün. Yalnız tıpkı Kıbrıs’da olduğu gibi esnaf, hafta arası saat 09.00-14.00 arası çalışıyor. Sonra 18.00’de tekrar dükkanları açıyorlar. Günün sıcağı ancak bitmiş oluyor. Cumartesi günü şehir merkezinde kediler, köpekler bile uykuda. Akşam eğlencesi için irili-ufaklı tavernalarda uzo ve sirtaki yaparak, minik tabaklardan mezeler tadarak keyifli bir gece geçirebilirsiniz. Ama yemek konusunda başarılı değiller. Candostum İzzet ile yaptığımız Atina, Santorini ve Mikonos’da da yemekte hayal kırıklığına uğramıştık zaten. Balıkta Karfas Beach’de Babel, Lithi Beach’de Kira Despina, restaurant-taverna olarak Atlantis, Erythai Hotel, Armolia’da Kosmos’u öneririm. Aslında yazılacak çok şey var ama sıkmayayım. Bu pazar da bu kadar, kısmetse çarşamba İstanbul dedikodularında ve eğlence yaşamında buluşmak üzere hoş kalın, hep mutlu yaşayın efendim.
Yazara e-mail: