Herkes birlikte olduğu insanın hayatında derin izler bırakmak ister ve kimileri bunu başarır. Peki, işin sırrı nedir?

Bundan yıllar önce bir kadın dergisinde şöyle bir cümle okumuştum; “Unutulmaz olmak istiyorsan bir kadının ilk, bir erkeğinse son aşkı olacaksın.”
O dönemler ilk aşkımı daha doğrusu ilk aşkım olduğunu zannettiğim kişiyi unutamamış, acı çekiyordum. O yüzden cümleye hak vermiştim. Şimdi, saçma buluyorum. Çünkü bence her aşk aslında kendi içinde hem bir ‘ilk’ hem de bir ‘son’ barındırır. Yani duygularımızı kronolojik sıralamayla bir kalıba oturtmaya çalışmak anlamsız...
Ancak yine de o cümledeki tespiti hâlâ enteresan buluyorum çünkü gözlemlediğim kadarıyla erkekler ‘son aşk’larını unutmak konusunda epey başarısız. İlk eşlerini, ilk sevgililerini, parkta elini tuttukları ilk kadını ‘sevimli’ bir tebessümle anıyorlar ama her ne hikmetse o ‘son kadın’dan bahsederken yüzlerinde beliren keskin acı ve istek silinmiyor.
Sanki bir şeyler yarım kalmış, bitmemiş, bitememiş ve bu yüzden o kadın ‘tatlı, tatlı anılma’ mertebesine erişememiş gibi...

“En çok son karımı sevdim çünkü...”
Bir keresinde çok evlilik yapmış bir erkeğe sordum. “En çok hangi karını sevdin?” diye. Hiç düşünmeden “Sonuncusu çünkü kendimi tanıdığım, gerçekten ne istediğime karar verebildiğim anda karşıma çıktı” dedi. Belki de tüm cevap bu cümlede gizli.
Hayat bu, birileriyle tanışıyor, birileriyle ‘sevgili’ oluyor ve sonra ayrılıyoruz. ‘Unutamamanın’ sırrıysa o kişiyle birlikteyken kendimizle ne kadar içli dışlı olduğumuz.
Hani hep derler ya “Yanında kendin gibi olabildiğin insanı bul” diye. İşte tam da bundan bahsediyorum. Onunlayken maske takmadığımız, utanacağımız, saklamamız gereken daha doğrusu saklamamız ‘öğretilen’ her ne varsa ortaya döküp “Haydi gel birlikte toplayalım” diyebildiğimiz insanı bırakamıyoruz bence.
Erkeklerin o ‘son kadın’ı unutamamalarının nedenine gelince: Belki de onlar biz kadınlara oranla kendileriyle daha geç tanışıyor, içlerinde sakladıkları sırlarla ‘yolun sonuna’ doğru ancak yüzleşebiliyorlardır. Ne dersiniz?

Haberin Devamı

‘SON AŞK’ UNUTULMAZ MI

Haberin Devamı

‘MARJiNAL’ VE HUZURLU BiR FiRMA

Bugün sizlere kendinizi daha kapıdan ilk adımınızı attığınız andan itibaren çok daha iyi hissettiren bir yerden bahsedeceğim; Marjinal Porter Novelli isimli halkla ilişkiler firmasından. Harbiye’de büyük bir binada yer alan firma, kendini ‘hayvan dostu’ şirket olarak tanımlıyor ve tahmin edebileceğiniz üzere çalışan herkes, yaşam hakkına karşı ‘olması gerektiği’ kadar duyarlı.
Şöyle özetleyeyim: Ofislerinin etrafında neredeyse hiç aç hayvan yok. Her öğlen Marjinal Ailesi’nin fertlerinden Gaspar (kendisi çok tatlı bir Golden) gezintiye çıkıyor ve rastladığı tüm sokak hayvanlarını ona eşlik eden iş arkadaşı(!) ile birlikte doyuruyor. Gaspar, ofiste yalnız değil. Ona eşlik eden arkadaşlarının fotoğraflarını görüyorsunuz. İsimleri birbirinden şahane: Zekiye, Papatya, Mayki, Nuri, Edi ve Büdü.
Hâlâ “Kediyle köpek nasıl anlaşıyor yahu?” noktasındaysanız, biraz şaşırmış olabilirsiniz. Anlaşıyorlar efendim, anlaşırlar da. Aslını isterseniz karşısındakine bilerek, isteyerek sırf kendi çıkarları nedeniyle zarar verme konusunda yetenekli tek canlı bizleriz.
Her neyse, diyeceğim şu ki; keşke bu firma örnek alınsa. Büyük kurumlar binalarında hayvan beslemeyi (eğer bir sağlık sorunu söz konusu değilse) ya da etraflarındaki aç hayvanları doyurmayı adet edinse. Fena mı olur?
Not: Bu kutuyu Esra Ceyhan’a ithaf ediyorum zira geçen hafta TV programında ölen kedisine mezar yaptıran birinin haberini verirken gülme krizine girdi. Biz de kendisini izlerken çeşitli ‘krizler’ geçiriyoruz zaten...

Haberin Devamı