Şehir kültürünün zenginliğini gösteren, işler mekanlara rastgele bırakılmış, ücretsiz yaşam stili dergilerine bir yenisi daha eklendi: Size. Taze derginin ilk sayı konsepti ise ‘ilk gece’
Size, kendini şöyle tanımlıyor: “Aşık olduğu şehre odaklı, kendine bile turist, perspektifini inek içmiş, inek de dağa kaçmış, bazen çift dilli bazen de yılan gibi çatal dilli, anarşist, politikayı sevmeyen, sıkıcı, röntgenci, sıradan, fırsatçı, ikiyüzlü, taklitçi mecmua.” Japonlar ekibi tarafından çıkarılan dergi siyah poşete girecek kadar provaktif, aynı zamanda iPad uyumlu ‘tablet’ versiyonunu yayınlayacak kadar modern ve yenilikçi. Sadece şehirde olan biten yenilikleri haberdar etmekle kalmıyor, tasarım, moda ve sanatı tersten okuyor, yeni şeyler söylüyor.
Derginin ilk konsepti: İlk gece
Size’da her sayının bir konsepti, bir de lansman partisi olacak. Lansman partisini beklerken, ilk sayı konsepti ‘ilk gece’ düşüyor akla. İlk gecenin düşündürdükleri biraz tuhaf, biraz hoyrat. Hayatın tamamına serpiştirilmiş travmaları, büyük umutları, can kırıklarını, temiz hayalleri tetikleyen faktörlerin başında o ‘her şeyin başladığı nokta’ geliyor. Sosyal yaşamda ‘ilk gece’ baskısı o kadar yoğun, o derece önemli ki insanı ballandıra böreklendire bir ‘birdir bir gece masalı’ anlatmaya itiyor. Bir ilk gece itirafları dökülse kim bilir neler çıkar? Bir anlık öfkeye yenik düşeni ya da kaza kurşununa gideni... “Hiç tanışmadığım bir erkeğe/ sırf sana benziyor diye...” cümlesiyle başlayan hikayeler ya da mahalle/grup baskısına dayanamayıp hafif nemli, bol küf kokulu bir yatakta, “Yarım saatin var bebeğim” lafıyla başlayan, gözler sımsıkı kapalı, debelenme/çırpınma arasında gelen ilk deneyimler... Ve o ilk gecenin kusursuz olmamasının verdiği sonsuz huzursuzluk.
Kusursuz bir ilk gece nasıl olmalı?
Bize öğretilen, dikte edilen o kusursuz tablo yaklaşık şöyle bir şey: İdeal yaş 16 olacak. 17 geçkin; 15 ise fazla toy. İki taraf için de illa da ilk olacak. Öyle alelacele olmayacak. Anne babanın tatile çıktığı hafta sonları kollanacak. İçkilerden kırmızı şarap, müziklerden yabancı slow... Yalandan dönsün diye bir film konacak ekrana. Ne çok romantik, ne çok komedi... Sürükleyici olmasın, akıp da gitmesin, durup da kalmasın. Uzun olanı, içinde ‘yumuşak’ sevişme sahneleri, güzel börtü böcek kareleri filmlerin en makul olanı. Odada değil salonda, yatakta değil koltukta, yan yana, el ele, diz dize bir pozisyon alınmalı. Örtünmek için kırmızı battaniye zorunlu. Ortak kullanım hem bedenleri yakınlaştırır, hem süregelen dakikalardaki olası ayıp sahneleri örter. Tenin yanışını göz görmek istemez. Omza atılan kolun hafifçe, sürüngen misali, boyun bölgesinde gezinmesi ardından çatal hizasını inişi, derken filmin kopuşu ve birkaç dakikanın ardından mutlu son! Bize yabancı filmlerde böyle gösterildi, “budur” dendi. Tersi deneyimler ayıplandı. Peki ya kusursuz tabloya uymayan ilk deneyimleri ne yapmalı, nereden atmalı, nasıl kurtulmalı? Bırakın olduğu gibi kalsın. Masallara inanmayın. Kusursuz hayatı da şablon/klişe yaşam biçimini de unutun gitsin. Size için de orada burada dağıtılan ücretsiz dergi deyip geçmeyin. Derginin bir sözü, bir bakışı sizi böyle derinlere itip, birkaç saatlik sert münakaşanın ardından sizi berrak, temiz ve yenilenmiş hissiye tekrar su yüzüne çıkarabiliyor.