Pembe balonlu, mavi bulutlu Hollywood işi romantik komedilerin hayatımıza kazandırdığı ‘First date’ işini ne kadar kıvırabiliyoruz? Hadi siz hakkını veriyorsunuz diyelim. Çevreniz buna hazır mı?
Çaresiz şehir kadını için sihirli bir laftır: “Akşam date’im var.” Hemen en yakın arkadaşlar aranır. Ne giyilecek? Nereye gidilecek? İlk buluşmada ne kadar ileriye gidilecek? Saatler süren konuşmalar, konuşmalar... Sonuçta erkek ne 40 saatte karar verdiğinizin kıyafetin detayına ne de konuşurken alta alta vermek istediğiniz mesajların farkına varır. ‘Date’ konusu açılmışken bir ara masaya “Hiç date’im olmadı” gibi bir laf düştü. Sebebi de belli: “Eee yok bizde öyle filmlerdeki gibi ‘pat’ diye yemeğe davet etmeler, masum çıkma teklifleri. Bizde genelde uzaktan uzağa bakışılır, alkollü ortamda da doğrudan birbirine yumulursun. Bodoslama ilişkiye girersin.” Kabul, bu senaryo fazla gaddar, fazla ruhsuz oldu. Peki, ‘Date’ sırasında başınıza en fena, en talihsiz ne gelebilir? Herkesin üzerine başına bir şey dökebilir ya da karşıdan eski bir sevgili salına salına gelebilir. Bunlar klişe, hatta beklendik ilk buluşma kazaları. Peki ya en mum ışıklı, ahu bakışlı anda, yan masaya size birden “Vay, ne haber lan Murat? Oğlum ne bu hal? İyice fanfinifinfon olmuşsun” diyecek kadar yakın ve laubali bir arkadaşınız oturursa? Gerçek bir hikayeyi (based on a true story!) aynen aktarıyorum: “Biz tanışmadık, ben Mehmet. Sen? Ne? Ayşe mi? Hahha. Yok bir şey canım. Murat’ın bundan önceki iki sevgilisinin de adı Ayşe’ydi.” “Ayşe, sen ne yiyorsun? Ver bi çatal bakayım tadına.” “Nasıl yani bu sizin ilk buluşmanız mı? Hadi canım! Daha sevişmediniz mi yoksa?”
HER ŞARKININ GİZLİ SAHİBİ MÜSLÜM GÜRSES OLABİLİR Mİ?
Gerçekten olabilir mi? Şebnem Ferah’ın ‘Sil Baştan’ı, Teoman’ın ‘Paramparça’sı, Ajda Pekkan’ın ‘Flu Gibi’si, Sezen Aksu’nun ‘Belalım’ı, hatta ‘Sorma’sı kütükte Müslüm Gürses’e kayıtlı olabilir mi? Babanın her ‘okuduğu’ şarkı, sanki yıllar yılı başkalarından dinlenmiş en nihayetinde gerçek sahibine kavuşmuş hissi uyandırıyor. Her şarkı nasıl olur da bir sese ona özel dikilmişçesine ‘cuk’ diye oturur çözmek zor. Son albüm, ‘Yalan Dünya’da göz göre göre ‘blues’ yapıyor, arabesk yavşaklığıyla resmen dalga geçiyor. Teoman’ın ‘17’si, Sertab’ın ‘Koparılan Çiçekler’i ve Duman’ın ‘Aman Aman’ı tez vakit gizli sahibinden okunsa fena olmaz mı?
A LA VOGUE BİR SÜRPRİZ
Newsweek, Food&Travel, FHM gibi dergilerin peşi sıra kepenkleri indirmesi okurları için şüphesiz can sıkıcı bir durum. “İyi şeyler de olmuyor değil” diyebilmek için önünüze kadın/moda dergilerini koyuyorum. Malum, Vogue Türkiye’nin şaşaalı gelişi pastayı büyütmekle kalmadı, herkesi kış uykusundan uyandırıp, kendine çeki düzen vermesine vesile oldu. Verilen havalı partiler, ödül törenleri, provaktif çekimler derken 2010’da şehir yaşamını şekillendiren isimlerin başında Vogue Türkiye ve ELLE, ardından InStyle ve Marie Claire geldi. Şimdi konuşulansa yeni yılda kadın/moda dergileri arasındaki ezeli mücadelenin çok daha çetin geçeceği. Sessiz ve derinden yürüyen Vogue Türkiye, iki iş hazırlığında. Paris Hilton’lu çekim şüphesiz çok konuşulacak. “Aman, bizim Paris canım! Asena’yla karşılıklı göbek atmışlığı, Reina’da soyunmuşluğu var” deyip geçmeyiniz. Paris’in karşısında, deklanşöre basan isim Terry Richardson. Asıl sürpriz ise mart ayındaki Vogue 1’inci yıl partisi. Detayları son dakikaya kadar sır gibi saklanacak parti, bu yılın en konuşulan gecelerinden biri olacak.