Karaköy’de sessiz sedasız açılan Bej Kahve için ufak bir parti verildi geçen hafta. Bej’in en şık sürpriziyse arka bölümdeki ufak dükkan, Kağıthane. Arkasında ise Lal Dede-oğlu’nun grafik tasarımcı ablası Emine Tusavul var
Karaköy Lokantası’nda rakı-balık, Namlı’da kahvaltı uğruna yıllardır kaldırımları arşınlanan Karaköy’ün o boş ve ıssız sokağı, şehrin ‘şimdilik’ en sıcak noktası. Önce yeni açılan Maya’nın nefis yemekleri, sonra otoparkta verilen Guerilla parti derken Lal Dedeoğlu’nun da gelişiyle Karaköy, yeni yükselenimiz.
Karaköy’de sessiz sedasız açılan Bej Kahve için ufak bir parti verildi geçen hafta. Bej’in en şık sürpriziyse arka bölümdeki ufak dükkan, Kağıthane. Tasarım işi kağıtların, defterlerin satıldığı Kağıthane’nin arkasında ise Lal Dedeoğlu’nun grafik tasarımcı ablası Emine Tusavul var. Partide mekanın henüz görünmeyen, üçüncü bir ev sahibi daha olduğunu öğreniyoruz: 333km.’in yaratıcsı Deniz Duru. Mobilya tasarımı yapan Duru, mekanın genel tasarımıyla ilgilenmekten kendi ürünlerini yetiştirmeye vakit bulamamış. Üç vakte (ya da haftaya) kadar Duru’nun ev aksesuarları ağırlığı koleksiyonu Bej Kahve/Kağıthane arası alana serpiştirilecek.
Duru’nun yokluğunda, hissedilen sıcaklık aynı odayı paylaşan iki sıkı fıkı genç kız kardeşin tatlı rüyaları misali. Açılışta bu ruh halini dillendirirken, ikisi birden lafa girdi: “Biz mi? Sıcaklık mı? Yok canım.” “Biz sıcaklık veriyor muyuz ki dışarı?” Fotoğraf şimdi ters yüz. Yoksa “Benim kıyafetimi mi giydin? Ver eteğimi” halinde didişen kız kardeşler mi? Lal, gayet uysal, tatlı bir dille “Didişmeyiz. O benim ablam. O ne derse o olur” derken, Emine’nin de onaylarcasına gözü parlıyordu: “Ben ne dersem o olur.” Lal, bir ara, laf arası “Kaçıncı yerim olmuştur?” diye düşündü durdu kendi kendine, “18 ya da 19 mekan.” Abla da kardeşinin sektördeki kaybolmamış yıllarını hesaplıyordu: “15 ya da 16 yıl.”
Yormayan bir Münferit isteriz
Son kadehleri Münferit’te devirelim niyetiyle birkaç dakikada Karaköy’den Galatasaray’a çıkıldı. Münferit, sessiz sedasız, gayet kendi halinde. Ferit, DJ setin başında, çalmıyor da oyalanıyor bir haldeyken “Görünüşüne bakıp da aldanma” diyenlerin sayısı az değildi. Kimi geceler Ferit, ritmi iyice yükseltip Münferit’i ufak bir kulübe dönüştürü- yormuş. Duruma itirazlar, sağdan soldan şikayetlerde gırla. Gayet haklı bir durum. Bari, Münferit kendi halinde kalsa, bağırmasa, yormasa, ‘başka başka bir şeylere’ dönüşmese. “Yemekle eğlenceyi bir arada çıkaralım.” hesabı, tabağındaki yemeği sıyırdığı gibi bir anda ‘clubber’ havaya bürünmedeki arz talep dengesini çözmek mümkün değil. Münferit’te şaraplar devrilmişken bir ara ekipten “Hadi Ruj’a” lafı yükseldi: “Teo çağırdı. Sıkı bir parti varmış.” Nedense kimse kurcalamadı bu Teo ismini. Üstelik çoğu bu kod adını, tıpkı benim gibi, ilk defa duymuşken. “Teo çağırıyorsa bir sebebi vardır” lafını duyunca iyice merakım kabardı. Kimin nesidir bu Teo? Ruj’dan içeri girilince anlaşıldı ki ‘Kod adı: Teo’, tanıyan tanımayan herkesin “Bizim Teo’ya” dediği Teoman çıktı. Teo’nun herkesi ille de Ruj’a çağırmasının sebebi de şu: Sahnedeki genç adam, yüzyıldır Teo’nun menajerliğini yapmış Funda Sanlıman’ın oğlu Gökhan Sanlıman. Dolayısıyla içeride rock aleminden yok yok. Şebnem Ferah, Mirkelam ve Yüksek Sadakat. Şebnem Ferah, yüzünü tülle kapatan siyah şapkasıyla gayet havalıydı. Yüksek Sadakat’in dilindeyse, malum, ‘Eurovision‘dan başka bir şey yoktu. Uzun bir süre daha böyle sürüp gidecek.
Gün boyu sette, gazetelerde yarışmayla yatıp kalkmak yetmiyormuş gibi bir de geceleri kulüplerde, barlarda insanlar yakanıza yapışıp ‘Eurovision’ geyiği döndürecekler: “Abi, bence kesin İngilizce!”,”Yorma adamım kendini bunlarla. Harcama kendini Yürovizyonlarla”, “Kutlu abi nefis bir bestem var. Dinle bak, belki kullanırsın yarışmada.” Gökhan Sanlıman’a gelince. Yeni yetenek Gökhan, Elvis tonlarında, hafif eğlenceli, dans ettirmeye meyilli, gayet düzgün, efendi bir rock star sinyalleri çakıyor sahnede. Ruj’un haliyse basit ve net. Bir mekanın tutması için, eli kolu her yere herkese uzanan, her yere konan sosyal kelebekleri kendine yakın tut, sırtın yere gelmez.