Benim değil, Türkiye’de orman yangını meselesini en iyi bilen bilim insanının iddiası bu.
Profesör Dr. Tuncay Neyisci, Türkiye Ormancılar Derneği Batı Akdeniz Şube Başkanı olarak söylüyor.
Hocanın ilk anlattığı şey, orman yangılarının gücü, her dört saatte bir Hiroşima’ya atılan atom bombası kadar bir enerji çıkarmış orman yangılarını...
“Böyle bir enerjiyi 5-10 ton su atarak durduramazsınız” diyor.
Ardından ekliyor, “Türkiye’nin toplam orman alanı 20 milyon hektar, ABD’de, Kaliforniya’da, tek bir parçada 20 milyon hektar olan orman alanı da var ama biz, ABD’den 10 kat fazla hava aracı kullanıyoruz.”
Sonra devam ediyor:” Orman yangılarına uçak ve helikopterle ilk müdahale doğrudur, yangınlar yerleşim alanlarına yaklaştığında da bu hava araçları kullanılır ama orman yangını mutlaka karadan söndürülür, hava araçları en fazla yardımcı olabilir” diye de altını kalın kalın çiziyor.
Sonra rakamlarla örnekler veriyor, 1 hektarlık yangını ABD ve Avustralya’dan üç kat daha pahalıya söndürdüğümüz ortaya çıkıyor.
Avustralya yerlisi Aborjinler’in asırlardır kullandığı karşı ateş tekniğinin kullanılmasından başlayıp, orman yangınına karadan müdahalede eksik bıraktığımız bir sürü nokta olduğunu söylüyor.
En acı tespiti de “Türkiye’de helikopterler kullanıldığı günden bu güne, Türkiye’deki teknik elemanların ve orman yangınları ile uğraşan çalışanlarının deneyim ve birikim becerileri son derece düştü, biz aşağıdaki insanların deneyim ve birikimlerini de sıfırladık neredeyse.”
Hocanın başka eleştirileri de var, mesela, “Vali ya da başka bir yetkili, yangın alanında olmamalı, onlar, Yangın Amiri’nin ihtiyaçlarını karşılamalı sadece ve yangına müdahale işine karışmamalı” diyor.
1980’lerde Çanakkale’de çıkan yangında ne yapacağı belli olmadığı halde yollanan 150 damperli kamyonun, bırakın işe yaramayı, işleri zorlaştırdığını da anlatıyor. “Panikle bir sürü ekip-aracı yollamak yerine, doğru ve işi bilenlerin yaptığı koordinasyona göre davranmak gerekir” diye uyarıyor.
Günlerdir tartıştığımız uçak ve gece uçamayan helikopter meselesine bir de bilimin gözünden bakmakta fayda var.
Uzun bir aradan sonra
Televizyonculukta geçerli tanımlardan birisidir, beklenti reytingi.
Seyirci sevdiği dizi ya da programın başını kaçırmamak adına, yayın saati yaklaştığında, dizinin yayınlandığı kanalı açıp beklemeye başladığında oluşur beklenti reytingi.
2 binli yılların başında, ana haberin ardından ekrana gelen, iki dakikalık spor bültenlerinin ana haberlerden fazla reyting aldığına çok şahit olmuştum, son yıllarda pek yaşanan bir durum değildi.
Kanal D’nin ‘Afili Aşk’ dizisi bu uzun arayı sona erdirdi.
Çarşamba akşamı, ana haberden sonra ekrana gelen Kanal D Hava Durumu’nun aldığı reytingin bir sürü dizi ve programı geçmesinin sebebi bu. Yoksa hava durumuna o kadar da meraklı bir millet değiliz...
Kavga mı ettiler gerçekten?
Şükran Ovalı-Caner Erkin çifti, sosyal medyada paylaştıkları kızlarının birinci yaş günü video’sunda gerginmiş, kavga ettikleri iddia edilmiş.
Sonra Ovalı’ya sorulmuş konu, “O da yok, kavga etmedik, bu haberleri siz çıkarıyorsunuz” demiş.
O haberi yapan arkadaş, o haberi izleyen ya da okuyan vatandaş, evinde nasıl bir hayat yaşıyorsa, ünlüler de öyle bir hayat yaşıyor.
İnsanın parası ya da şöhretinin olması, hayatını bir peri masalı haline getirmez, elbette insanlar zaman zaman gerilim yaşar.
Bir düşünün, zorluklarla birbirine kavuşan aşıkların olduğu diziler ve filmlerde, insanların kavuştuktan sonra yaşadıkları hayatı neden hiç görmeyiz?
Görmeyiz zira o büyük aşkın sahipleri de, kavuşmanın ardından herkes gibi gerginlikler, tartışmalar yaşar ya da kavga eder.
Aklınıza gelen bütün büyük aşk örnekleri aslında kavuşamamış çiftlerin hikayelerini anlatan örnekler değil boşuna.
Ünlü Fransız şairi Aragon ve Elsa’nın kavuşmayla biten, ünlü aşkları var ya, yıllar sonra ortaya çıktı ki, Elsa’nın başka sevgilileri de olmuş evlilik dönemlerinde.
Oysa Paris yakınlarında bir değirmenden bozma evlerinde, hayallerini yaşayan çift olarak tanır onları tüm dünya...
Ünlülerin ve zenginlerin ışıltılı hayatlarını, hiç sorunsuz, tartışmasız, kavgasız geçen hayatlar sanan yanımıza isyanım.
Onlar da tıpkı herkes kadar üzülüyor, herkes kadar kavga ediyor, herkes gibi zaman zaman başlarını alıp gitmek istiyorlardır.
Bu kadar basit durum yani...
Yunanistan’ın gece yarısı ekspresi
‘Kabusa Dönen Yolculuklar’, National Geographic’te uzun zamandır ekrana gelen bir belgesel dizi.
Çarşamba gecesi, bu kez Güney Amerika’da değil, Yunanistan’da yaşanan gerçek bir hikaye anlatıldı.
1969 senesinde iki ABD’li genç arabayla Almanya’dan Afganistan’a gidip uyuşturucu aldılar ve yine arabayla dönüş yoluna çıktılar.
Türkiye’den Yunanistan’a geçerken yakalandılar ve ardından inanılmaz bir işkence ve hapishane süreci.
Bu belgesel seride de, nedense tüm Yunanlılar kötü adamlar olarak gösterilmiş.
Dünyada en fazla hapishane içi suç ABD’de işleniyor ama nedense akılda kalanlar hep uzak coğrafyalar...
Bir Sibel Can, bir de Ozan Tufan
Verdiği kilolarla en çok haber olan kadın Sibel Can, erkek de Fenerbahçeli Ozan Tufan, kesinlikle.
Tıpkı her yaz ve albüm fotoğrafı öncesinde Can’ın verdiği kilolar gibi...
Her sezon başında ve her ikinci yarı öncesinde de Tufan’ın verdiği kiloları haber yapıyoruz.
Bugüne kadar verilen ve alınan kilolara dair haberleri biri toplasa, ortaya çıkacak sonuç mutlaka tonlar olur.