Asena- Caner çiftinin boşanma akabinde kolkola adliyeden çıkış sahneleri acayip alkış aldı.
Strateji kokan son derece hesaplı kitaplı, zorlama bir kompozisyondan başka bir şey görmüyorum ben kendi adıma…
Evde birbirini yiyip sosyal medyaya ‘aşık’ fotoğraflar koyan çiftlerden beter…
Dövüşmekle sevişmek arasındaki orta yolu bulamıyoruz…
Şimdi Asena Erkin’den Caner’e okkalı bir dua bekliyorum… “Yolu çok açık olsun, Barcelona’ya transfer olsun, tescilli Avrupa güzelinden karısı olsun” filan…
Gülmeyin eski eşlerin ayrılık duası kabul oluyor arkadaşlar!
Öyle çok hikaye biliyorum ki buna dair… Yalancıktan bile olsa tutuyor!
Ayrılırken;
“Dua edeceğim benden daha iyisi çıksın karşına”, “İnşallah benden önce sen mutlu olursun” ve “Umarım benden daha güzelini, gencini bulursun” gibi söylemler bingo etki yaratıyor… O nedenle terk eden değil terk edilen olun, bunu hiç sorun etmeyin!
Yeter ki ayrılırken partnerinizin bolca duasını almaya bakın!
Yüzünüze değil arkanızdan söylese de olur… Samimiyeti de boş geçin…
Anne duası her halükarda alınır, marifet ötekini kapabilmekte!
HAYATIN ALTI ÜSTÜ
Hürriyet’ten İzzet Çapa, Türkiye’nin ekonomik durumuna dair anket yapmış çoğunluğu esnaf olan bir grupla.
Bir de sanatçı katmış ankete…
Ali Poyrazoğlu’nun görüşünü almış…
Esnaf olumsuz, pesimist, dünyayı batırmış!
Poyrazoğlu’ysa “Oyunlarım kapalı gişe. İnsanlar fakirleştikçe sanata yöneliyorlar” manasına gelen şeyler söylemiş.
Ve çok önemli bir tespitte bulunmuş; “Yaşadığımız şey kriz değil değişim” demiş… Olumsuzluklara, kayıplara, üzüntülere ‘değişim’ olarak bakabilsek hayat daha çekilir olur belki.
Çoğu sanat eseri ağır travmalardan, yaşanan acılardan doğuyor mesela…
Ünlülerin röportajlarına bakın; ne hikayeler var…
En güzel hayat bile hep aynı kaldığında bir süre sonra tat vermiyor insana…
Şanslı şanssız insan yok, şanslı, şanssız dönemlerimiz var…
Bazen aynı şeyleri farklı zamanlarda yaşıyoruz… Parçalara böldüğümüzde herbirimize her şeyden aşağı yukarı eşit miktarlar düşüyor…
“Hayatım alt üst olursa” diye endişeleniyoruz ya bazen…
Şems’in bir sözü gelsin aklımıza: “Hayatının altının üstünden daha güzel olmadığını nereden biliyorsun?”
Marketteyim… Ali (oğlum) pusetinde uyuyor. Ben de sebze seçiyorum. ‘Seçiyorum’ dediğim, dolduruyorum poşete muhtemelen en berbatları!
Kadının birinden bir ses “Ayyy çocuğu nereye bırakmışlarrrr” diye bağırıyor…
Öyle bir telaşlı ki sanırsınız dondurucuya koydum Ali’yi!
Kabul ediyorum biraz dağınık hareketlerim vardır. Yani puseti geçişleri engelleyen bir yere bırakmış olmam muhtemel!
Market küçükse suç benim mi? Birbirimize karşı gitgide daha acımasız oluyoruz sanki!
Acımasızlık konusu açılmışken... Bir şeye şahit oldum geçenlerde… Konu tamamen farklı… Beymen Brasserie’de oturuyorum tek başıma; arka masamda bir kadın grubu…
Geçtiğimiz aylarda boşanan, hepimizin tanıdığı sosyeteden ünlü bir çiftin dedikodusunu yapıyorlar…
Gizlice dinlemiyorum, gayet bağıra bağıra konuşuyorlar…
Üstelik çifti bizzat tanıyan insanlar bunlar… Boşanma olayının kahramanı sarışın güzel kadın için…
“İşleri iyi gidiyor, keyfi yerinde gibi” diyor biri… “Rol yapıyor bence. Çocuğu da yok. O çok bayıldığı soyadından hiç iz kalmadı maalesef. Bitti!” diye cevap veriyor ikincisi.
Ve konuşma bunun üzerinden devam ediyor. Güzel kadınların kaybettikleriyle, mutsuzluklarıyla beslenen öyle çok kadın var ki...
Mutsuzluk mu bizi bu denli zalimleştiriyor birbirimize karşı yoksa zalimlikten mi mutsuzluk doğuyor bilemedim.