Özel bir yemek için yüzlerce kilometre gider misiniz? Veya tatile çıkarken otelinizi ayarlamadan önce gideceğiniz şehirdeki lokantaları işaretleyenlerden misiniz? Sadece kafanıza taktığınız bir restoranda yemek yemek için hiç aklınızda olmayan bir ülkeye gider misiniz?
Belki de konuya “Yaşamak için mi yemek yiyorsunuz yoksa yemek için mi yaşıyorsunuz?” sorusunun cevabıyla başlamak daha doğru olur. Sadece yaşamak için yemek yiyenlerdenseniz, bu ve benzeri köşelerde boşuna vakit harcıyorsunuz demektir. Yemek hayatınızda önemli bir yer tutuyorsa, eminim bu tutkunuzdan ötürü yolunuzdan sapmışlığınız, cebinizdekinden fazlasını bir tabak yemeğe veya şaraba vermişliğiniz vardır. Bu duygu nasıl açıklanabilir bilmiyorum ama geriye dönüp baktığımda bunu yaptığım anlardan ötürü hiçbir pişmanlığım yok. Belki de bir itiraf daha yapıp, gittiğim bazı mekanlarda büyük hayal kırıklıkları yaşadığımı söylemem gerekir. Buna rağmen, sadece farklı ve özel bir lezzetin peşinde koşmak dahi heyecan verici. Bunu ‘bir daha mı geleceğiz dünyaya’ mantığıyla söylemediğimin altını çizmek isterim. Lezzet avcılarının çok iyi bildiği gibi ekstra çabalarla gidilen bu lokantaların birçoğu öyle janjanlı olanlardan değil. Hepsinin beyaz masa örtüleri, gümüş çatal-bıçak takımları da yok. Zaten böyle yerlere gidilme sebebi genellikle ya akılda kalan inanılmaz bir lezzet veya damağına güvendiğiniz bir dostun tavsiyesi oluyor.
Bazı duraklarım
Meraklı okuyucular mutlaka soracaktır bu durakları. Aklıma gelen birkaç tanesini sıralayayım. Sadece ‘Kocadon’da yemek için Bodrum’a, ‘Kaplandağ’da yemek için Tire’ye gidilir. Sarıyer tepesindeki ‘İzzet Baba’nın ev yapımı, mütavazı patates kızartmasını ve yoğurdunu canımın çekip, kilometrelerce yol kat ettiğim çok olmuştur. Londra’ya gitmeyi dört gözle beklememin sebebi, geçen sene yediğim en güzel yemeklerin başında gelen ‘Pierre Koffman’a tekrar uğrayabilmek. Antiochia’nin nefis dürümünü her gün yesem bıkmayacağıma eminim (Bu arada meraklılarına duyurulur, çok kısa bir zamanda Antakya’da da ikinci bir Antiochia daha açılıyor). Veya hayatımda yediğim en güzel tatlı ‘ayranlı panna cotta’yı yemek için La Mouette’e defalarca gitmişliğim vardır.
Bu örnekler çoğaltılabilir. Başta da söylediğim gibi bu büyük bir tutku. Tıpkı avlanmak, bir takımın taraftarı olmak veya koleksiyonerlik gibi. Bazen gittiğiniz bir deplasman maçında takımınız yenilebilir, büyük hevesle peşinden koştuğunuz nadide eser boş çıkabilir veya avdan eli boş dönebilirsiniz. Lezzet yolculuğunun keyfini bir defa aldığınız da, bırakabileceğinizi sanmıyorum. Nihayetinde ortalama bir insan, ömrü boyunca 70 bin öğünden fazla yemek yiyiyor. Bunların bir kısmını özel ve hatırlanabilir kılmak, soyumuza yakışır bir davranış olacaktır.
Bir ufak tavsiye daha. Böyle yolculuklara giderken yanınıza sevdiğiniz birini mutlaka alın. Yemeğin güzelliğini artıran ve akılda kalmasını sağlayan lezzeti olduğu kadar, yemeği yediğiniz kişilerdir de...