Murat Bozok

Murat Bozok

bozokmurat@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Fırat Nehri kenarında, Munzur Dağları’nın eteğinde doğmuş, üniversiteyi Ankara’da okuyup, bir kelime İngilizce bilmeden ABD’ye gitmiş bir Türk’ün, ürettiği yoğurdu ‘Yunan yoğurdu’ diye pazarlamasından dolayı herkes şapkasını önüne koyup, düşünmeli...

Tamamen duygusal
Yıllar önce İngiltere’de yaşarken, restoran açmayı aklına koyan bir Türk arkadaşım benden akıl alıyordu.
Sadece bir konuda kararlıydı ve fikrini değiştirmeye muvaffak olamadım.
Açtığı lokantada ‘Fas mutfağı’ sunacaktı ve dekorasyonda Fas’ı çağrıştıran unsurlar kullanacaktı.
Yalnız önemli bir sorun vardı.
Kendisi daha önce hiç Fas’a gitmemiş ve orijinal Fas yemeklerinden yememişti. Anlaşılacağı gibi Fas mutfağı açma arzusu tamamen duygusaldı.
O sıralar İngiltere’de, Fas restoranları oldukça revaçtaydı ve bir şekilde bu akımdan yararlanmak istiyordu. Her gördüğü çekik gözlüye ‘Çinli’ demekten çekinmeyenler olduğu gibi, ona göre Türk ve Fas yemekleri arasında ciddiye alınacak bir fark yoktu.

Bu, hepimizin ayıbı
ABD’nin en popüler yoğurt markası olan ‘Chobani’nin sahibi Hamdi Ulukaya hakkında ne zaman gazetelerde bir haber okusam, Fas restoranı açan arkadaşım aklıma gelir.
Belki kolaya kaçıp doğrudan suçlamak yerine, arkadaşımın neden Türk yerine Fas lokantası açtığını veya Ulukaya’nın niçin yoğurtlarını ‘Yunan yoğurdu’ diye pazarladığını biraz düşünmek gerekiyor. Bir kelime İngilizce bilmeden ABD’ye gitmiş bir Anadolu çocuğunun, belki de ömrü hayatında orijinal Yunan yoğurdu yememiş birisinin, ürettiği yoğurdu ‘Yunan yoğurdu’ diye pazarlaması kanımca hepimizin ayıbı.
Baklavadan beyaz penire, kahvemizden rakımıza yıllardır ‘bizim’ diye övündüğümüz birçok üründe de durum çok farklı değil.
Yıllardır yemeklerimiz ile böbürlenip, bu konuda hiçbir milli politika üretememek sanırım en büyük hatamız.
Son beş yılı saymazsanız, yemek yemeyi sevip, yemek yapana saygı duymamak bir diğer ciddi sorunumuz. Yüzyıllardır yeme-içme okulları olan ülkelerle son senelerde açtığımız okullarla baş etmeye çalışmak diğer bir handikabımız.
Dünyanın neresine giderseniz gidin Çinlisinden İtalyanına, Hintlisinden Japonuna kaliteli lokantalar ile karşılaşmak mümkünken; yurt dışında adımızdan doğru düzgün söz ettiren Türk restoranlarının sayısının bir elin parmaklarını (o da zorlarsanız) geçmemesi bir başka ayıbımız.
Yemeğin temeli sayılan malzemeyi üreten tarım, hayvancılık, balıkçılık
ve diğer branşlardaki üreticiyi doğru düzgün eğitmeden, günü kurtarma manevralarıyla iş görmek belki temel hatamız.

Her şeyi kaptırıyoruz
Dünyanın en şanslı coğrafyalarından birinin üzerinde oturup, eşsiz zenginlikte bir kültüre sahip olup, tartışmasız dünyanın en lezzetli yemeklerini pişirip sonrasında Nasreddin Hoca’nın göle maya çaldığı yoğurdu başka ülkelere kaptırıyorsak kimseye kızmayalım.
Kaybettiğimiz değerlerimizin listesini yapsak, Edirne’den Kars’a duble yol olur! Nasıl ki, vakti zamanında tarihine sahip çıkmadığı için bu topraklardan çıkarılan binlerce eseri, şimdi sadece yurt dışındaki müzelerde görebiliyorsak, yemeklerimiz için durum da ayrı bir yürek acısı. Aşçısından bürokratına, gazetecesinden politikacısına herkes suçlu aramaktansa dönüp bir aynaya bakmalı...