Bir yıl daha biterken, 2012’de yediğim, içtiğim, gördüğüm, duyduğum en önemli gelişmeleri derledim
En cesur: Alaçatı’da bu yaz ziyaret ettiğim Barbun,
18 farklı yemekten oluşan tadım mönüsüyle açık ara ‘en cesur restoran’ olmayı hak ediyor. Sezonu kısa bölgede, fine-dining bir restoran açıp, üzerine 18 farklı yemekten oluşan bir mönü servis etmek her babayiğidin harcı değil! Yerel ürünlerin değişik bakış açısıyla yorumlandığı Barbun’un adını 2013’te daha çok duyacağımıza eminim.
En girişimci: Şüphesiz yiyecek-içecek sektöründe 2012’de en çok konuşulan isim Ferit Şahenk oldu. Önce restorancılığa hobi olarak mı başladığı tartışıldı. Sonrasında ardı arkası kesilmeyen alım dalgalarıyla işin hobi boyutundan çok daha ciddi olduğu anlaşıldı. Bu yatırımların ardından diğer büyük gruplar da peş peşe sektöre girdi fakat hiç kimse girişimcilik anlamında Ferit Şahenk kadar ses getirmedi.
En lezzetli: 2012’nin en lezzetli yemeğini Milano’da Montina Lokantası’nda yedim. Montina soyadlı ikiz kardeşlerin işlettiği 20 küsür senelik bu lokantada İtalyan mutfağının en güzel örneklerini bulabilirsiniz. Tatlılar, makarnalar muhteşem. Ama ‘stracciatella’ isimli, içi akışkan mozzarella peynirini denemeden Milano’yu terk etmeyin.
En iyi deniz ürünü: Atinalıların tercih ettiği ‘Dourabeis’, belki de hayatım boyunca yemek yediğim en iyi balık lokantası olmaya aday. Kalamar, ahtapot ve tatlı olarak lokma aklımda kalan nefis lezzetler. Sadece Dourabeis’te yemek yemek için bile Atina’ya gidilir.
En romantik: Mimoza’ya iki ay hariç (temmuz ve ağustos) her gittiğimde, kendimi dünyanın en mesut insanı hissediyorum. Bir restorancı olarak gıpta etmemek ve neden böyle hissettiğimi sorgulamamak elde değil. Gümüşlük koyunun Allah vergisi güzelliği elbette var ama dekorasyonundaki basit gibi görünen nüanslar beni benden alıyor.
En zor rezervasyon: Ulaşılması en zor restoran ne Noma, ne Fat Duck, ne de herhangi bir janjanlı Michelin Yıldızlı lokanta. 2012’de yer bulunması en olanaksız mekân, Londra’daki ‘Dabbous’ isimli, yerel ve yalın yemekler yapan kendi halindeki bir restoran oldu. Bir şehir efsanesine dönen ‘Dabbous’, dünyanın en prestijli gurme yazarlarına bile en erken sekiz ay sonrasına rezervasyon veriyor. Gerisini siz düşünün...
En umut verici: Gelecek adına belki de en umut verici gelişme, ülkemizde yıllar sonra nispeten iyi bir lüfer sezonu geçirmiş olmamızdır. İki seneden bu yana yürütülen kampanyaların ve sivil toplum örgütlerinin yoğun çalışmalarının karşılığını bir parça da olsa görmek insanın içini ısıtıyor. Çinekop ve sarıkanat yememeye ve satmamaya devam....